31.12.05

Hoşçakal 2005


2006'ya, bir senenin daha öğrettikleriyle daha bilgili, daha dengeli, daha anlayışlı, daha büyümüş giriyoruz. Yeniyılın getireceklerine kucak açıyorum, bana neler öğreteceğini merakla bekliyorum. Biliyorum ki her geçen yıl bir öncekinden daha güzel oluyor.
Geçtiğimiz yılın 10 ayında oğlumun nerede olduğunu bile bilmeden geçirdim, ama şimdi biliyorum. Bu yılbaşında da ondan uzakta, biraz buruk geçiyor zaman, ama biliyorum sağlıklı, ve daha geçen Çarşamba onu okulunda ziyeret ettim, hediyeler verdim, onu çok sevdiğimi söyledim. 2006'da onu çok daha fazla göreceğim. Her geçen yıl, bir yaş daha büyümek onu bana yaklaştıracak. Hem artık okuyabiliyor, ona mektup da yazabilirim.
Oğlumdan uzaktayım ama yanımda sevgilim var. Bana geçtiğimiz yıl boyunca anlayışla sabır gösteren, destek olan, hep yanımda olan sevgilim bu gece de yanımda. Ömür boyu yanımda olmasını, elele yaşlanmayı diliyorum.
Annem de hayatta çok şükür. Akşamüstü yeğenim, erkek arkadaşı, ben ve Shrek, annemde küçük bir kutlama yaptık. Önce annemin gençliğinin plaklarını, sonra benimkileri çaldık. 60'ların ünlülerinden Connie Francis, Andy Williams ile başlayıp Abba, Boney M ile devam ettik. Sıra yeğenimin dönemine gelemedi bir türlü, o zaten hala çok genç. Gerçi ablam İzmir'de, ama annem yine de çok mutlu olsa gerek, bir ara "insanın çocuklarıyla birlikte olması ne güzel" dedi, sonra da benim oğlumdan ayrı oluşum aklına gelip " ay pardon" diye lafı toplamaya çalıştı, yaramı deşmemek için. Ama ben bu yılbaşında çok da ayrı hissetmiyorum; sanki o orada, ben burada, ama ruhlarımızın beraber olduğu duygusuyla doluyum.
Şimdi evde iç pilavlı tavuk dolmasının pişmesini bekliyoruz. Mis gibi kokular sardı evi. Hatta pişti bile, Shrek sofraya çağırıyor. Tüm dünya için iyi dileklerle ve mutluluğun resmiyle (bu hafta Bandırma'ya gittiğimde ablam da benimle geldi ve biz öğretmenin odasında oynarken bu fotoğrafları çekti :) 2005'in son yazısını bitirip şarabı açmaya gidiyorum ben de...

25.12.05

Hayat Devam Ediyor

Bu bir günlükse olup biteni de yazmalı, sırf yemek tarifleri, elişleriyle olmaz ki...
Yeni beslenme tarzı fena gitmiyor. Gerçi akşamları çorba içme kararımı izleyen gün, Shrek benim ondan geç gelmemi fırsat bilip "bak, guavalı pilav yaptım, başka bir şey yok, bu da diyet sayılır" diye karşıladı beni, ama olsun. Cuma gecesi de holdingin tüm müdürleri için verdiği yılbaşı davetine katıldım, önüme konan herşeyi yedim, ama o da sayılmaz. Cumartesi de Shrek'in üniversiteden sınıf arkadaşlarının yemeği vardı, ama meze tabağındaki rus salatasına dokunmadığımı, yaramazlık sayılacak sadece bir dilim ekmek ve bir sigara böreği yediğimi, ana yemek olarak ızgara çinakop seçtiğimi, üstüne de meyva yiyip sadece Shrek'in sütlü tatlısının ucundan tattığımı düşünürsek başarılı bir akşamdı.
Spora başlama kararımı da acilen uygulamaya geçirmek gerekiyor. Haftalardır bayramda ne yapsam da Nemo'yu alabilsem, Mamut'un yaptığı gibi ben de kaçırsam mı, sömestre tatili sonunda ne yapacağım peki, ya beceremezsem diye düşünüp duruyordum. Sonra geçen sene peşlerine takılıp Uludağ'a gittiğimiz usta kayakçı arkadaşımızın Avusturya'ya gittiğini öğrendik. Bir anda bir şimşek çaktı, "biz de gidelim" deyiverdim, ve bütün sıkıntılar, düşünüp durup işin içinden çıkamamalar sona erdi. Ben bayramda kayağa gidiyorum:), çünkü hayat devam ediyor; oğluma kavuşana dek zamanı durduramam (Biraz da kendime söylüyorum bunları, telkin niyetine). Zaten bir düşünceye takılıp kalındığında aşıp çıkmak için en iyi yol biraz tehlikeli, biraz riskli bir şeyler yapmakmış, çünkü beynin stratejik düşünce bölümü harekete geçermiş; bilgisayarda savaş oyunu oynamak bile işe yararmış. E daha geçen sene yeni başlamış benim gibi bir korkak için kayaktan daha riskli bir şey düşünemiyorum. Bu benim bayram tatilinde ilk yurt dışına çıkışım, ilk kayak seyahatim, hatta 8 yıldır ilk bayramda tatile gidişim olacak.
Tabii şimdi acilen spora başlamak lazım, yoksa bir gün kayar, üç gün otelde yatarız. Shrek oğlunu Aikido'ya götürürken kendi de boş boş beklemeyip bir yandan spor yapıyordu. Haftada bir gün gittiği için de aylık üye olmak yerine giriş sayısına bağlı kayıt yaptırmıştı. Oğlu aikidoyu bırakınca elinde altı girişlik hak kalmış; onu bu hafta üç kez beraber giderek kullanmak niyetindeyiz. Bugün ilkini gerçekleştirdik üstelik. 20 dk yürüme bandı, streching, ağırlıklarla çalışma (yaklaşık 40 dk), 20 dk daha yürüme bandı. Bütün kas liflerimi tek tek hissediyorum, sızlıyorlar çünkü. Böyle havaya girince dönüşte markete uğrayıp balık, et, tavuk (hafta içi akşam yemekleri için ikişer porsiyonluk paketler halinde buzluğa atmalık), sebze, meyva, kepekli ekmek alıp çıktık. Ekmeği de ikişer dilimlik paketler halinde buzluğa attım, böylece evde buzdolabından aşırmalık, ucundan kaçırmalık hiçbir şey kalmadı...
Bu ne kadar renksiz bir yazı oldu böyle, bari bir Innsbruck dağ manzarasıyla kapatayım:)

20.12.05

Karalahana Corbasi


Çorba akşamlarına bugün başladım. Yeni beslenme şekli fena gitmiyor, ama bunun bir diyet olduğu kesinlikle söylenemez. Galiba enerji miktarı öyle birdenbire düşürülemiyor, vücut eksikliği bir şekilde gidermenin yolunu buluyor. Sabah bir kepekli tost, öğlen hindi şiş ve salata yedim, fırında elmayı bile red ettim; akşam yemeği çorba ve bir dilim ekmekten ibaret olunca evin içinde "ne yesem, ne yesem?" diye dolanmaya başladım. Neyse, ben en iyisi çorbanın tarifini vereyim.

Malzemesi :
1/2 bardak kuru fasulye, bir gün önceden ıslatılmış
1 demet karalahana, ince dogranmis
2 dilim balkabağı, küp küp dogranmis
1 bardak tavuk suyu
7 bardak su
tuz, karabiber

Yapilisi :
Tüm malzeme düdüklü tencereye konur. Buhar ventili cikip alti kisildiktan sonra 15 dk pisirilir. Alti kapanip basincin düsmesi beklenerek kapagi acildiktan sonra misir unu ayri bir kaseye alinan bir kepce corbanin icinde eritilir, corbaya katilir, bir tasim kaynatilir. Blender ile taneleri parcalayabilirsiniz, tercih sizin.

18.12.05

Yaşamda Kalite

Ne haftaydı ama... Bir yandan maaş zamlarını belirlemek için yapılacak performans görüşmeleri, öte yandan noelden önce yüklenmesi gereken mallarla ilgili yazışmalar, diğer yandan şirketin yabancı ortağından gelen ziyaretçilerle yapılan tam günlük toplantılar, iş yemekleri... Canım çıktı desem yeridir. Akşam eve geldiğimde ancak bloglarımı okuyacak zaman bulabildim; bir şeyler yazacak halim kalmamış oluyordu.
"Kalmamış oluyordu" yanlış bir ifade değil, ama çağrışım yaptı; şu aralar çevremde herkes "yapacağım" yerine "yapıyor olacağım" demeye başladı. "Bu konudaki duyuruyu önümüzdeki hafta yapıyor olacağız", "Bu konuda yılbaşından sonra karar veriyor olacağız"... "Yapacağız, vereceğiz"in suyu mu çıktı?! İngilizceden sadece kelime değil, cümle yapısı da almaya başladık milletçe. Belki de "Holding Türkçesi" olarak yorumlamak lazım, ama her duyduğumda sinirleniyorum.
Yorumlar arasında Xtra'nın basaranlar.blogspot.com'a başarı hikayeleri davetini okuyunca siteyi okudum; başaran herkesi kutluyor, başarılarının devamını diliyorum. Ama benim hikayem geçici başarılardan oluştuğu, başarı hikayesinden çok ibret hikayesine benzediği için burada paylaşmaya karar verdim.


Bu benim ağırlık çizelgem. Görüldüğü üzere, kilo alış ve verişlerim hep duygusal çalkantılarla eşzamanlı. Verişler genellikle aklımı ve hayatımı ele geçiren yoğun değişikliklere rastlıyor; alışlar ise genellikle ifade edilemeyen kızgınlık, yatıştırılmaya çalışılan mutsuzluk dönemlerine. Hamilelik ve sonrasını bu genellemenin dışında tutuyorum tabii.

“Deming Döngüsü” diye bilinen “planla-uygula-değerlendir-düzelt” çevrimi kalite iyileştirme çalışmalarının ve pek çok modelin temelini oluşturur. Bu kez ben de işe daha önceki uygulamaları değerlendirme aşaması ile başlıyorum ki düzeltebileyim. İşte yaşamda kalite...

Yeniden zayıflamak ve normal kiloma dönmek için beslenme şeklimde değişiklik yapmam, enerji miktarını düşürmem ve yaşam tarzıma daha çok hareket katmam gerektiği ortada (geçmiş kilo verişlerim hep ayrılıkla ilişkili, oysa Shrek'i seviyorum ve ayrılık anlamına gelecekse bu kiloda kalayım daha iyi; Gilmore Kızları'na kahkahalarla gülen bir erkek nereden bulurum bir daha:). Kilo verişlerim uzun süre sabitlenemedi, çünkü kısa süre sonra eski yeme düzenime geri dönüyordum. Hayatıma ara ara spor girmiş olmasına rağmen hiçbirinin kilo verdiğim dönemlere rastlamadığını fark ettim. Hipnoterapi eşliğinde diyet yaptığım dönemde formül çok basitti: sabah kahvaltısı olarak 1 büyük bardak sirkencübin (1 çorba kaşığı bal ve 2 çorba kaşığı elma sirkesi 1 büyük bardak su içinde eritilir - bu ayki THY dergisindeki Mevlana mutfağı yazısında sirke balla aynı ölçü, yani 1 kaşık), öğle ve akşam yemeklerinde birer tabak yemek. Haftada 1 kilo hızıyla normal kiloma inmiştim. Mamut Nemo'yu ikinci kez kaçırıp ben antidepresana başlayana kadar da korumuştum aslında. Ama son kilo alışım için antidepresanı sorumlu tutmuyorum, çünkü bıraktıktan sonra kilo almaya devam ettim. Bu arada, tüm diyet girişimlerim kısa süre sonra bozularak sonlandı ve ben verdiğimden çoğunu geri aldım.

Bu değerlendirme ışığında yaptığım yeni planı açıklıyorum :

Diyet yapmayacağım; beslenme şeklimi değiştireceğim.

Günde 1000 kalori almayı hedefleyeceğim. Mümkün olduğunca aşağıdaki düzeni tercih edeceğim

Sabah kahvaltısı seçenekleri : 1 bardak sirkencülbin veya 1 adet kepekli ekmekten yağsız tost, haftasonu domates-salatalık-beyaz peynir veya yağsız peynirli omlet

Öğle yemeği : çorba veya menüde varsa yağsız bir et çeşidi + salata

Ara öğün : ayran veya meyva (elma veya armut) veya 1 kepekli tost

Akşam yemeği : çorba veya 1 tabak sebze yemeği

Gece : meyva veya 1 çorba kaşığı pekmez eklenmiş yoğurt

Biliyorum, bu akışta süt yok, çünkü ben sütü ancak nesquickli, yoğurdu da ancak yemek üstünde veya pekmezli yiyebiliyorum. Ayrıca bunlar kural değil, tercih. Margarin içeren şeyleri yemeyeceğim, çünkü çok sağlıksız. Un ve yağın birlikte olduğu şeyleri yemeyeceğim, çünkü enerjisi çok fazla. Kahve ve kola zaten içmiyorum, çay yerine de gün içinde limon dilimli sıcak su içerim. (Hiç denediniz mi? Tadı çok güzel aslında). İnilecek hedef kilo belirlemiyorum, çünkü o zaman hedefe varınca sistem çöküyor. Kilo hedefi olmayınca ona ulaşmak için koyulan bir zaman hedefi de yok. Bundan böyle, her mümkün olduğunda, tercihan böyle besleneceğim, o kadar.

11.12.05

Yeni Dostlarım Beri ile Robi

Beri'ye arkadaş ördüm, adı Robi. Bu dünya tek başına çekilmiyor (ya da ben beceremiyorum); birbirlerine destek olsunlar, hayatı paylaşsınlar dedim.
Beri'yi örerken elimdeki yünün yetmeyeceğini anlayınca kendinden kazaklı yaptıydım; baktım bu kez yünüm bol, tek renk yaptım; sonra da gözüme pek bir çıplak geldi, bir de kazak ördüm. Günümüz çocukları değerini bilir mi acaba? Artık emek öyle ucuz, öyle değersiz ki... Benim ablamdan kalma iki bebeğim vardı topu topu, ikisi de benden yaşlı, biri 63 model bir Barbie, diğeri boyu herhalde benim boyum kadar, takır tukur, saçları ablamla arkadaşlarının gazabına uğramış bir bebek. Bir yılbaşında uyduruk plastikten bir noel baba gelmişti, el kadar bir şey, sırtındaki küfeden şekerler çıkmıştı. Öyle çok gürültü yapmışım ki ablam elimden alıp kırmış, beni uzun süre susturamamışlardı. O zaman böyle kumaş oyuncaklar da yok, ilk kez 8-9 yaşlarındayken bir pembe panterim olmuştu (Fatoş da ondan sonra böyle büyüdü zaten). İlk ve son legomu 9 yaşındayken, tatilde tanıştığımız Avusturyalı bir aile ertesi sene bizi ziyarete gelirken getirmişti. Bazı parçaları hala duruyor Nemo'nun legolarının arasında. Annemin de bana oyuncak örecek vakti yoktu elbette, iki çocuk ve o mükemmeliyetçilikle nereye? O zaman hazır giyim de doğru dürüst yok, elbiselerimizi, paltolarımızı dikerdi kadıncağız, oyuncak da neymiş?
Birkaç tane daha üretebilsem güzel bir yılbaşı hediyesi olur arkadaşlarıma, ama bir tanesini örmek tam bir hafta sürüyor.

7.12.05

Gerçek Bir Aliye Hikayesi

Daha önce de günlüklerim olmuştu, ama bir baktım, hep dile gelmeyen, gelse de işe yaramayan kızgınlıklarımı, kırgınlıklarımı anlatıyorum, acı, zehirli sayfalar dolduruyorum. Çünkü iç sesim o zamanlar konuışmaya başlıyor, kendi kendime sessiz sessiz konuşmaktan yoruldukça kaleme kağıda sarılıyorum. Dedim bu kez öyle olmasın. Ben bu blogda yaptığım yemekleri, izlediğim filmleri, okuduğum kitapları, tanıştığım insanları, yani hep hoş şeyleri anlatayım. Herşey yolunda oyunu oynayayım; durum ne kadar kötü olursa olsun dünyanın sonu olmadığını, yaşamın devam ettiğinin resmi olsun. Ama tabii yazarken aradan o yaşamın hüzünlü yanları da kaçıverdi. Çünkü benim içim dışım bir. Bir de tabii tam yazmaya başlamışken olayların akışı değişiverdi, tam 11 ay sonra oğlumu buldum, 5 güncük de olsa eve getirebildim, sonra tekrar ayrılmanın travması içinde ağzımdan kaçtı işte. Sonra da dedim, bu blogdakiler yaşamdan parçalarsa bu da o yaşamın parçası işte; bak işte sen buna rağmen yemek tarifi deniyorsun, kendine atkı örüyorsun, sağlam kalıyorsun. Evet, hayat oğluna senin istediğin gibi bir çocukluk yaşatmıyor, ama sen elinden geleni yapıyorsun, ve o büyüdüğünde seni güçlü, sağlıklı, yanında bulacak.
Hiçbir şey anlatmadan ne çok uzattım lafı... Herşey 2,5 sene önce ayrılmak istememle başladı. Öncesinde Mamut'un karakterinde deli doluluk, aşırı özgürlük, bencillik zannettiğim şeylerin, bir çeşit psikopati olduğu ortaya çıktı. Örnekler anlatmakla bitmez. Ama en kötüsü, o zaman 4 yaşındaki oğlumu alıp ortadan yok olmasıydı. İlkinde 3 ay, ikincisinde 1 ay, üçüncüsünde 11 ay sürdü yerini bulmam. Her seferinde dedektif tutarak bulabildim. Kaçırdığında savcılığa şikayet ediyorsunuz, o semt karakoluna talimat gönderiyor, ifadesini alın diye. Evi zaten belli değil, işyerine gidiyorlar, bulamayıp dönüyorlar. Üstüne çok düşer, üst düzey polis tanıdık bulursanız ifadesini alıyorlar. Yoo, ben kaçırmadın, kendi verdi, deyiveriyor. Savcı ifadeyi okuyor, adamı salın diyor, çocuğun öz babasını tutuklayacak hali yok ya, dava açılmak üzere dosyayı hakime gönderiyor, hakim dava açıyor, herbir celsenin arasında en az üç ay, bazen 5-6 ay olmak üzere, ifadeler veriliyor, şahitler bildiriliyor, şahitler davet ediliyor, şahitler gelip şahitlik yapıyor, onların şahitleri davet ediliyor, mazereti olup o celseye gelemeyen oluyor, bir dahakine deniyor, bir dahakine de gelmezse karakolda evine yazı gidiyor, arada delil listesi sunuluyor, resmi yazışmalar yapılıyor, öbür mahkeme dosyalarının celbi isteniyor vs vs. Sonuçlansa ve suçlu bulunsa bile, aynı suçtan sabıkası olmadığı için ilkinde tecil edilecek, ikincisinde para cezasına çevrilecek, üçüncüsünde belki üç ay hapis yatıp iyice delirmiş olarak çıkacak.
İlk kez bu sefer, yaklaşık 1 aydır, yerini biliyorum ve gidip almıyorum, çünkü biliyorum ki gelip yine kaçıracak. İlk seferinde koruma tuttuydum; evden işe, işten eve, oğlanı yuvaya, yuvadan eve, onunla dolaştık bir 6 ay. İkincisinde karşıya, güvenlikli bir siteye taşınıp bir süre izimi kaybettirdim; o sayede 2004 yazını rahat geçirdiydik. O bunların çocuğa nasıl zarar verdiğini umursamadığı sürece güçlü. Melek oğlum bana benimle kalmak istediğini söylüyor, ama korkusundan babasına söylemiyor. Korkmakta haklı da, çünkü Mamut için ya onun tarafındasındır, ya da düşmanısındır. Ondan ayrılmakla çocuğun analı babalı büyüme hakkını ben elinden almışım, dolayısıyla analık hakkım yokmuş; gitmeme izin verdiğine şükredeymişim. Babasıyla konuştuğumda "ne yapayım, oğlum beni dinlemiyor" diyor. Oğlanı bir ara psikoloğa götürdüydüm; bunca olayın izi nasılsa vardır, onarmak için ne yapabilirim diye sormaya. Mamut'u anlattığımda, "sakın kendinizi suçlamayın, siz ne kadar uyumlu olursanız olun, o yeni bir sorun çıkaracak, çünkü negatif enerjiden besleniyor, yaşam enerjisini kızgınlığından alıyor" demişti.
Duyar gibiyim, böyle bir adamla ne işin var, kendi düşen ağlamaz diyorsunuz. Belki de haklısınız. Benim akıllanmam, kötüye hayır demeyi, sınır çizmeyi öğrenmem için çıktı karşıma belki de. Belki bazı okuyanlar, tek tarafı dinlemekle yargıya varılmaz, öbür tarafı da dinlemek lazım diyecekler, ama ben iki dakikada 42 yalan söyleyen biriyle yarışamam ki...
Bu hikaye daha çok uzar, biraz havayı dağıtayım. Bu Salı, annemle atlayıp Bandırma'ya gittik, okulu bulduk, müdür ve rehber öğretmeniyle konuştuk, herşeyi anlatık; onlara velayetin kendinde olduğunu söylemiş tabii; sonra oğlumu dersten çağırdılar, öğretmeni müdürün odasına getirdi. Beni görünce "o benim annem, misafir değil" diyerek zıplamaya başladı. Öğle yemeğine az kala öpüp ayrıldık. Sınıfına dönerken neşesi de yerindeydi, babasının evindeki gibi hüzünlü ayrılmadı. Öğretmen götürdüğüm oyuncak, çikolata, kitap, boya vs torbasını ne yapacağını sordu, yanına verirsem evde anlarlar dedi. Anlasınlar, benim dünyamda yalan yok, duyguları, düşünceleri serbestçe ifade etmek var, ben oğluma "aman beni gördüğünü babana söyleme" demem ki...
Tabii akşam kıyamet koptu. Tehdit telefonları susmak bilmedi. Benim eve gidip bakmışlar (bu lar kim oluyor bilmiyorum, çapulcu arkadaşlarıdır herhalde), şimdi annene bakacağız, orada mısın diye, bulunca kafanı kıracağım diyordu. Ben Shrek'te kaldım tabii. Bu arada fark ettiğiniz üzere, oğlumu babannesiyle oraya koymuş, kendi haftanın en az 3-4 günü İstanbul'da. Ben de ne saçmalıyorum.. Onun derdi oğluyla olmak değil ki, bana ceza vermek.

4.12.05

El Örgüsü Oyuncak Ayı

Bu haftasonu da İstanbul'da geçti. Cuma akşamı gidip gitmemeyi "içime sorarak" (cevap gelmek bilmedi, yeğenim arayıp beraber alışverişe çıkmayı önermese hala düşünüyordum) , Cumartesi günü annem ve yeğenimle alış verişte, Pazar günü de gevşek bir ev haliyle geçti. Yaklaşan yılbaşı nedeniyle bir holdingin diğer müdürleri ve eşleriyle, bir bizim şirketin çalışanlarıyla, bir de bizim şirketin satış grubuyla ayrı ayrı üç kutlama bekliyor beni, ve her yıl olduğu gibi yine giyecek birşeyim yok; çünkü bir türlü aynı bedende kalamıyorum. Gerçi 40-42-44 arasında dolaşıp duruyorum, ama en son yılı 44'le kapatalı 5-6 sene olduğu için o zaman giydiklerim durmuyor haliyle. Muhtemelen zayıflayıp 40 bedene düşünce ablama vermişimdir, oysa geçen sene ben 12 kg alırken o da herhalde bir o kadarını veriyordu. Toplam kilomuz aynı kaldı yani:)) Ben oğlumdan uzakta, karbonhidratların sakinleştirici etkisiyle sağlam kalmaya çalışırken o da evinden, yurdundan, kocasından uzakta (kocasının muhteşem yemeklerinden de uzakta), bol bol yürüyüş yapıp salataya talim ediyordu. Geçen ay geldiğinde bana bu kilonun yakıştığını söyledi, daha yaşıma uygun bir güzellik veriyormuş.
Neyse, benim yılbaşı yemeklerine giyecek bir kıyafete, yeğenimin de yeni başlayacağı çalışma hayatına uygun ofis kıyafetlerine ihtiyacı vardı yani. Marks&Spencer, Faik Sönmez ve birkaç büyük beden butiğine baktıktan sonra kendime bir elbise diktirme fikrine sarıldım, çünkü bu dükkanlarda bulduklarımın hepsi siyah ve 52 beden, annem yaşında kadınların da giyebileceği tarzda. Öncelikle yeğenimin üniversite mezuniyet balosunda giydiği elbiseyi diken terziye uğradık, epey sohbet ve model bakma faslından sonra sıra fiyatını sormaya geldi. 700 YTL demez mi?! Boşuna o kadar konuşmuşuz, keşke baştan sorsaydım. Teşekkür edip dışarı çıktığımızda yeğenimle bir akşam dikiş kursu bulup bulamayacağımızı konuşuyorduk. O güncel Türk dizilerini benden daha iyi takip ediyor. Meğer popülist dizi senaristlerimiz artık kadınlara tekstil işini yakıştırıyorlarmış; kadın çalışacaksa ya terzi, ya stilist oluyormuş. Çok güldüm; dizileri analiz ederek toplumun eğilimlerini anlamaya çalışmak genetik mi acaba?
İkinci durağımız annemin mahallesindeki tadilatçı terzi oldu. Etilerden 4.Levent'e, apartman dairesinden de dükkana geçince fiyat 700'den 200'e düştü. Askılı bir model olsa 150'ye de olurmuş ama ben ya kol ya da cepken istiyorum kollarımı kapatmaya. Üstelik bir önceki, kumaş almamız için Osmanbey'deki Bağzıbağlı'ya gitmemizi önerirken, buradan Eminönü'ndeki bir kumaşçının adını aldık. Yarıyarıya fark ediyormuş. Pazartesi gidip bakacağım, hakikaten iyi bir yerse adresini veririm.
Üçüncü durağımız Metrocity oldu. Biraz bakındıktan sonra ailemin üç kuşaktan hanımları olarak öğle yemeği yedik. (Ablacığım, keşke sen de bizimle olsaydın; ama bu günün alış veriş programı seni çoktan boğmuş olurdu. Seninle sırf keyif için çıkar, yemek yer sohbet ederiz.) Sonra bakınmaya devam ettik. Alışveriş merkezlerinin ne kadar yorucu olduğu konusunda hemfikir bir şekilde ayrıldığımızda saat 6'ya geliyordu. Onları eve bırakıp akşam için palamut ve akdeniz yeşillikleri alıp Shrek'e gittim. (Gökhan'ın blog adı Shrek bundan böyle. Animasyon çocuk filmleri kahramanlarından gidiyoruz zaten. Nasıl ben Dory kadar balık hafızalı ve iyimser değilsem, o da Shrek kadar suratsız ve yalnız değil, ama olsun...)
Pazar gününün yarısı kitaplığı düzenlemekle geçti; kalan yarısında da el örgüsü oyuncak ayımı tamamladım; sonra da Shrek'le füme somon yaptık. İki gün boyunca buzdolabında bekleyecek. Güzel olursa tarifini yazarım. Ayıcığın modeli Düsseldorf'tan aldığım dergilerin birinden. Shrek önce "bunu bir yerden okuyarak değil de tamamen kendim yaptıysam" beni çok takdir edeceğini söylerek biraz kızdırdı ama sonradan beğendiğini söyledi. Sözde artık yünleri değerlendirmek için başlamıştım ama beyaz yünüm kafasının yarısına geldiğimde bitince gidip bir çile daha almak zorunda kaldım. Malzeme olarak yine de çok ucuz tabii, ama bir hafta her akşam örerek ancak bitirdiğim düşünülürse çok değerli. Keşke Nemo daha küçükken bulsaydım bu modeli. (Oğlumun blog ismi de Nemo olsun. Hem Nemo'nun bütün harfleri onun isminde de var. Nemo'yu dişçi kaçırdıydı, babası arıyordu; benimkini babası kaçırdı, ben aradım. Bir sene sonra buldum ama nafile... Nemo dişçinin akvaryumundan kaçtı ama benimki babasının korkusundan bana gelmek istediğini söyleyemiyor bile, değil kaçıp gelmek. Belki 15'ine geldiğinde...)

1.12.05

Dizilerden İnciler

Dün akşam da televizyonda başka bir diziye rastladım. Bu aralar kendimi Türkiye'den çok kopuk hissediyorum. Klasik batı müziği seven bir ailede büyüyüp, yabancı okulda gelişip, yabancı ortaklı bir şirkette yönetici olup, dünya kadar iletişim, liderlik, yönetim becerileri eğitimleri aldıktan sonra aksi düşünülemezdi herhalde. Dizileri seyrederken sanki sosyolojik-psikolojik bir vaka inceliyormuşum tavrı içine girmem bu yüzden. Sadece bir diyaloğu yazmam yetecek ne demek istediğimi anlatmama.

İki adam konuşmaktalar. Esas oğlan (sonradan anladım, evli bir polismiş) şöyle başlıyor lafa:
- Aysel'i başka bir adamla yakaladım. (İsmi uyduruyor olabilirim)
- Abi, emin misin?
- Kollarında yakaladım.
- Yapma yaa...
- Ama en kötüsü ne biliyor musun?
- ??
- Tetiği çekemedim. Öldürecek kadar çok sevmiyormuşum Aysel'i.

@&*%$#!!!

30.11.05

Haziran Gecesi

Pazartesi akşamı Haziran Gecesi'ni izledim. Geçen sene de bir bölümüne rastladıydım, konuyu aşağı yukarı anladım. Zengin ve havalı adam karısı ve üç çocuğuna rağmen genç bir kıza aşık olur; adam ailesinin tüm karşı çıkmalarına karşın boşanıp kızla evlenir; tam yeni eşinden bir kızı doğduğu sırada beyimiz eski karısının yeni erkek arkadaşının yalancı ve pskiyatrik tedavi görmüş biri olduğunu öğrenip peşlerinden gider; çocukları, bakıcısı ve adamla birlikte seyahate çıkmışken eski kocası yollarından döndürmeye çalışır... Buraya kadar çok da alışılmadık bir hikaye değil aslında. Ancak işin tuhafı beyimiz haklı, adam da hakikaten hasta ruhlu çıkar. Gerçi kadın ve çocuklar sağsalim eve dönerler, ama adamın karanlık emelleri olduğunu seyircinin anlaması sağlanır.
E pes yani! Zaten ülkemiz karısının, kızının, kızkardeşinin bedenini namus sayan ilkel adamlarla dolu; kadın ayrılmak isterse veya yeniden evlenmeye kalkarsa namus cinayetleri işleniyor; o da olmazsa çocuklarından ayırıp ceza vermeye kendilerinde hak görüyorlar; büyük şehirlerde, okumuş adamlarda bile karşısındakinin sınırlarına saygı diye bir kavram yok; sen kalk televizyonun en popüler dizisinde adamı böyle davrandığı için haklı çıkar, eski kocayı değil, yeni sevgiliyi psikopat yap...
Zaten Özcan Deniz Asmalı Konak'ta da kıskanıp karısını hastanelik ettiğinde de konu "e ama çok seviyo, ondan yaptı"ya bağlandıydı ya, o zamandan beri kızgınım aslında.
Senaristleri popülist yaklaşımlarından sıyrılıp sosyal sorumluluklarını üstlenmeye davet ediyorum. Beni duyan yok tabii. Bugün google'dan diziyle ilgili bir forum buldum. Dişi oldukları nick'lerinden belli bir takım kişiler "ay çocuklarının annesi tabii, adam da haklı" diyorlar. Aferin size, yangına körükle gidin. Popüler olan çok satıyor nasıl olsa...
Ha ha, yeni gelin beyimize kızıp babasının evine gidince, adam da yeni doğmuş bebeği öpüp "daha çok alışmadan gideyim ben bari" deyip uzadı. Ne güzel mesajlar veriyorlar böyle...

28.11.05

Pazartesi Gevezeliği

Pazar günümü annemle geçirdim. Cumartesi gecesi çorabın tekini bitirip, aynısından bir tane daha örmek heyecanlı olmadığından biraz dinlenmeye bıraktım ve oyuncak ayı örmeye başladım. Gökhan kongreden dönünce onun makinesiyle çeker gösteririm. Bir bacağını bitireceğim diye inat edince 2'de ancak uyudum. Tabii kalkmam 10'u buldu.
Neyse, annemi alıp emlakçıyla randevumuza gittik, o bölgedeki evleri gezdik, bol bol bilgi aldık, yazın teslim olacak evimi şimdiden satmaya kalkarsam bu bölgede istediğim gibi bir daireye paramın yetmeyeceğini anladık. Dönüşte iyice acıkmıştık. Annem evde olanları saydı (kızı masraf etmesin, ne gerek var şimdi), ama benim canım dışarıda yemek istedi. Canım kırk yılda bir başbaşa dışarı çıkıyoruz zaten.. Tepecik Yolundaki Wrap'e götürdüm onu. Ortaya tulum peynirli-cevizli-ballı hardallı soslu salata, bir biftekli chedarlı, bir ızgara sebzeli dürümü yarım yarım paylaştık. Sonra evine bıraktım. Pazar gününü benimle geçirmek çok hoşuna gitti, biliyorum. Ve düşündüm... Ben 39, annem 74 yaşında, yine bizbizeyiz. Dünyanın en sorumsuzu, en utanmazı mamut, babasının ilişkilerine göz yummadı da ayrıldı ve yeniden evlendi diye yıllarca suçladığı annesini almış yanına bakıyor. Kıssadan hisse, yıllar da geçse oğlum sonunda annesine gelecek. Suçlayacak mı, anlayacak mı bilinmez, ama (ben ruh-fizik bütünlüğüne inanırım, bana bu kadar benzediğine göre) en azından dinleyecek. Olan onun çocukluk yıllarına, eğitimine oluyor işte...
Bu arada öğrendim ki, Gökhan'ın kolesterolü 260'a, trigliseridi 365'e çıkmış (ikisinin de max 200 olması lazım). E ben bir senede 12 kg alırken o da boş durmadı, herhalde 10 kg filan almıştır. Tamam işte, beslenme tarzımızı değiştirmemiz ve spora başlamamız için bedenlerimiz alarm veriyor. Duymazlıktan gelirsek daha iyi anlayacağımız bir şekilde anlatırlar, bir hastalık çıkarıverirler valla... Dolayısıyla artık beyaz un, şeker, tereyağ, yağlı et, karides, krema yok. Yalnız mutfağı Gökhan'a bırakırsam iki gün zeytinyağlı ıspanak, taze fasulye yapar, üçüncüsünde kremalı ıspanaklı tagliatelle yapıverir. Adam tahıl ve bakliyat sevmiyor, beyaz ekmekten başkasını yemiyor. Sebze sevdiğini iddia ediyor, ama zeytinyağlıyla kış geçmez ki... Bense bayılırım sebzeyle bakliyatı karıştırmaya. Yanılmıyorsam 2002 yılında, Tijen İnaltong'u Açık Radyo'daki bir söyleşide dinleyip koşa koşa gidip "Mevsimlerle Gelen Lezzetler"i almıştım. Yemek kitabından başucu kitabı olur mu? Olur. Hepsini değil ama yarısını yapmışımdır herhalde. O zamanlar zaten en ince halimdeyim, mamuttan ayrılmak için özgüven depoluyorum. Sonrasında Tak Koluna Sepeti, Zen Mutfağı ve Meyve Ağacından Hikayeler'i de aldım tabii. Ama Gökhan'ın şartlanmış beynine ve damak zevkine hitap etmediğini kabul etmek zorundayım. Halbuki ne kadar sağlıklı ve lezzetliler...
Bu ruh haliyle eve gelirken aşağıdaki marketten pırasa ve havuç aldım. Yarın kongreden döndüğünde zeytinyağlı pırasa ile karşılayayım bari. Sonra da marifetli blog kardeşlerimin sebze yemeklerini sırayla deneyeyim.

27.11.05

Lebkuchen

Bu Cumartesi Erdek'e gitmek istemedim. Sabahın köründe kalkıp, onca yol gidip, en iyi ihtimalle mamutun ve annesinin gözetiminde oğlumla birkaç saat geçirmek, ancak muhtemelen bir dolu tehdit ve tahrik altında olay çıkmasın diye terapist rolü oynamak, veya göremeyip kös kös geri dönmek istemedim. Ve gitmedim. 10'a kadar uyudum, bütün günü annemle çene çalıp lebkuchen tarifleri deneyerek geçirdim.
Geçen sene de bu zamanlarda iş seyahati için Almanya'ya gitmiş, lebkuchen baharatı alıp gelmiş, paketin üstündeki tarifi denemiştim. Felaket olmuştu, ortaya çıkan şeyin lebkuchen ile alakası yoktu.
Bu kez internette araştırıp 20'yi aşkın tarif okudum. Temel özelliklerini şöyle özetleyebilirim:
Bal ve şeker karıştırılarak kullanılıyor.
Ballı hamurlarda, kabartma tozu değil, karbonat kullanılması gerekiyor.
Bu iki ortak özellik dışında okuduğum tariflerin birbirleriyle alakası yoktu. Sonuçta denemek üzere iki tarif seçtim.
Lebkuchen:
Birincisinde hamur yoğurulup bir gece buzdolabında bekletilip ertesi gün pişiriliyor. Dolayısıyla Cuma akşamından hazırlamam gerekti.
Malzemesi:
150 gr bal
5 çorba kaşığı toz şeker
300 gr un
1 çorba kaşığı baharat karışımı (tarçın, karanfil, muskat, kişniş, kakule, zencefil)
75 ml süt
2 tatlı kaşığı karbonat
Yapılışı:
Bal ısıtılarak şeker içinde karıştırarak eritilir, soğumaya bırakılır. Karbonat soğuk sütte eritilir. Tüm malzeme karıştırılarak yoğurulur. (Ben hamuru toplayabilmek için unu biraz artırdım.) Streç film veya naylon torba ile paketlenip buzdolabında bir gece bekletilir. Ertesi gün buzdolabından çıkardıktan sonra yarım saat beklenir. İyice yoğrulup 1/2 cm kalınlığında açılır. Büyücek kalıplarla şekil verilir. Üstlerine çok az süt sürülür. Yağlanmış tepsiye dizilir. 180 derece fırında 15-20 dk pişirilir.
İstenirse kuvertür veya eritilmiş pudra şekeri ile kaplanabilir.
Kuvertürle kaplamanın ince ayar gerektirdiğini okuyunca denemekten vazgeçtim. Kuvertürü benmaride belli bir sıcaklığa çıkararak eritmek, sonra belli bir sıcaklığa kadar soğutmak, sonra yine ısıtmak gerekiyormuş ve bunları yapabilmek için ya tecrübe ya da şeker termometresi gerekirmiş (bende ikisi de yok). Ben de pudra şekerini sıcak suda eritip sürmeyi denedim, hatta bir bölümüne gıda boyası ekleyip renklendirdim. Pek bir şeye benzemediler. Bence sade halleri daha güzel. Fotoğraflar için yeğenimin webcam'ini ödünç aldım (çünkü fotoğraf makinamın lensine 260 YTL sıkışmış, yaptırsam mı, yoksa yenilesem mi karar veremedim). Akşam yeğenimin bilgisayarına yükledik, ama internet bağlantısında bir sorun olduğu için oradan post edemedik. Bağlanınca fotoğraflar da eklenecek.

Kendini Lebkuchen zanneden kakaolu kek tarifi:
İkinci tarifi başka bir siteden aldım. Diğer lebkuchen tariflerinden oldukça farklı (içinde tereyağ, yumurta var), ancak tarifi deneyenlerin yorumlarına bakılırsa "çok lezzetli, hazır alınanları aratmayan mükemmel bir lebkuchen tarifi".
Malzemesi:
250 gr tozşeker
300 gr un
1 paket kabartma tozu
15 gr baharat karışımı (tarçın, karanfil, muskat, kişniş, kakule, zencefil)
1 fiske vanilya
1 fiske tarçın
3 çorba kaşığı kakao
150 gr fındık, çekilmiş
250 ml süt
150 gr tereyağ
3 çorba kaşığı bal
4 yumurta
Yapılışı:
Tüm kuru malzeme karışıtrılır. Süt ısıtılıp ateşten alınır, tereyağ içinde eritilir. Bal ve yumurta karıştırılır. Kuru malzemeye önce tereyağlı süt, sonra ballı yumurta karıştırılır.
Bundan sonra tarifte yaplanmış tepsiye yayılacağı, 200 derece fırında 15 dk pişirileceği, soğuduktan sonra kareler halinde kesileceği yazılı. Hatta tarifi deneyenler fotoğraflarını siteye koymuşlar, ama bu tariften o görüntüler nasıl çıkmış hiç anlamadım. Hamur bana fazla sulu geldi, muffin kalıplarımda pişirsem mi diye düşündüm ama sonra sitede söyleneni aynen uygulamaya karar verdim. Hata etmişim, ama zaten lebkuchen ile alakası olmayan bir kakaolu kek çıktı ortaya.
Annemi evine bırakırken yeğenimle biraz çene çaldık, Hürriyet'in ev ilanlarına baktık. Ben karşıdaki evimi satıp işyerime yakın bir ev almak istiyorum, onun da erkek arkadaşı ev arıyor. Çay yanında ikisinden de tattı ve keki beğendi. Lebkuchen niyetine yenirse pek şansı yok ama olsun. Yarın da annemle ev bakacağız. Emlakçının biriyle randevulaştık. Bu haftasonu böyle...

21.11.05

Yün projelerine devam

Bir ipin ellerimin arasında giyilebilecek bir nesneye dönüşmesi, daha lise yıllarında etkilemişti beni. Genelde okul dışı saatlerimi piyano çalmak, kitap okumak veya sinemaya gitmekle geçirirken, anneannelerin eline yakışacak bir işle ilgilenmemin kavramsal nedeni buydu. Doğaya yakın, toprağa yakın bir iş gibi gelmişti; hani neredeyse koyunların yününü eğirip kök boyalarla boyamak bile mümkün olabilirdi. Yıllardır hiçbir şey örmemişken yabancı bloglardaki örnekleri görünce eski tutkum geri geldi sanırım, biri biter bitmez yeni bir şey örmeye başlamaktan kendimi alamıyorum.
Solda beni Düsseldorf'un kuru soğuğundan koruyan dalgalı atkımın kabanımın üstünde nasıl durduğunu görebilirsiniz. Aşağıda ise, şu ördükçe kendiliğinden desenli çıkan çorap yününün neye benzediği görülüyor. Aslında bir sürü canlı güzel renkleri vardı, ama ben elbette kendimden önce sevdiklerimi düşündüğüm için bir erkek çorabı yapmayı hayal ettim ve bu soluk rengi seçtim. Gökhan zaten çok sıcak kanlı olduğu için kış ortasında bile gömlekle dolaşır, öyle kaşkol, bere filan takmaz, insanın sevdiğine birşey örme zevkini kursağında bırakır, çorap örersem en azından dağda giyer demiştim, ama elimde minik şişleri görüp kendisine çorap ördüğümü duyunca garip garip bakıp "ben giymem öyle şeyler" dedi. İyi, ben giyerim, de ölçüsünü nasıl ayarlayacağım bakalım, dergideki bir ölçüye harfiyen uymak niyetindeydim. Bu arada, sadece tüm yabancı örgü bloglarını değil, dergileri de çoraplar ve pançolar basmış.

Düsseldorf

Geçen hafta Düsseldorf'taydım. Fuar zamanı oteller öyle pahalı oluyor ki 69€'luk otelde 169€'ya kaldık, üstelik bu en ekonmik seçeneklerden biri. Otel dediğim, aslında motelden hallice. Lobisi, blog güncelleyecek internet bağlantısı, minibarı filan yok; isteyince resepsiyondan saç kurutma makinası veriyorlar. Yine de şehir merkezi ve istasyon yürüme mesafesinde olduğu için şanslıydım. Otel, akşamüstü fuar dönüşü otele uğrayıp üst baş değiştirip kendimi sokağa atmam ve dükkanlar kapanana kadar dolaşmam için uygun bir konumdaydı yani.
Üç günde yaklaşık 20 toplantı ve iki iş yemeğinden sonra Cumartesi gününü alış verişle geçirdim. Öyle doğru dürüst birşey de almadım aslında; tahta, keçe, yün yılbaşı süsleri; bir sürü hobi dergisi; indirim reyonundan iki kocaman hobi kitabı; kaligrafi başlangıç seti (içinde örnek kitabı, proje kağıtları, mürekkepler, uçlar vs var); el değirmeni (peynir, ceviz, çikolata vs için); hayvan şekilli kurabiye kalıbı seti; pasta süsleme kalemi; bir adet çorap yünü (örerken kendiliğinden desen çıkacak şekilde renklendirilmiş); teoma ejderha maketi; gökhana iki ütüsüz gömlek (Hem giymesi pek hoş, hem de daha ucuz.. Bir de tekstil ülkesi olacağız!); şuleye bir çift gece çorabı; margoya bir çift ev çorabı; anneme kırışıklık giderici krem (La Roche-Posay'nin Redermic diye yeni bir kremi çıkmış - bu arada annem 74 yaşında, nemlendirici kullanmaya bile yeni başladı, görseniz taş çatlasa 65 dersiniz, üstelik önden 65'lik, arkadan 20'lik diye laf atılan türden); şirkettekilere lebkuchen (tarçın-zencefil-kakule-karanfil-muskat baharatları, bal ve tam unla yapılan kek-kurabiye arası bir şey) ; kendime lebkuchen baharat karışımı (kendim yapmayı denemek için)almışım. En son 3 sene önce kurabiye yaptığım, yılbaşında bir mucize olup da oğlum gelmezse ağaç süslemeyecek olduğum, ilk kez çorap örmeyi deneyeceğim ve muhtemelen hazır alınanlar kadar rahat olmayacağı, yeni öğreneceğim kaligrafik yazıyı sadece hediye paketlerinin üstüne iliştireceğim minik kartlarda kullanacağım düşünülürse pek etkin bir alış veriş sayılmaz, ama çok eğlendim.
Her akşam teomu aradım ama ev telefonu hiç açılmadı. Çaresiz cep telefonundan mamutu aradım, yanındaysa konuşmak istediğimi söyledim, "yok" deyip suratıma kapattı.
Çağla aradı, mamutu rüyasında karşısına almış, aklın yoluna ikna ediyormuş.
Şebo arayıp beni merak ettiğini söyledi, geçen haftasonunu sordu. Aranmak hoşuma gitti.
Pazar günü de yollarda geçince haftasonundan hiçbir şey anlamadım. Evde oturup bir yandan film seyredip bir yandan dalgalı atkımla takım bere ve eldiven örmek istiyorum...

13.11.05

Dalgalı Atkı (2), Nilgün, Şebo


burcu'dan sonra alev de dalgalı atkımın modeliyle ilgilenince daha detaylı bir tarif vermeye karar verdim. Şişe ilmek atmayı ve düz örgüyü biliyorsanız Dalgalı Atkı'yı yapamamanız mümkün değil.
Düğümcüklü Kenar : Örgünün kenarları daha sonra görünecek (atkı, şal gibi) , dikiş içinde kaybolmayacaksa kullanılan, kenarların düzgün ve sıkı olmasını sağlayan bir yöntemdir.
Her sıranın başında (gidiş veya dönüş fark etmeksizin) ilk ilmeği sanki düz örecekmiş gibi, yün arkada olmak üzere, sağ şişi önden arkaya doğru ilmeğin içine batırıyorsunuz. Örmeden, yani yünü sağ şişin üstüne dolamadan, ilmeği sol şişten çıkarıyorsunuz. Birinci ilmek sol şişten sağ şişe kayıveriyor yani.
Sıranın sonuncu ilmeği de hep düz örülüyor. Yün arkada, sağ şiş önden arkaya doğru vs. Bildiğiniz düz örgü işte. İlk ilkmekteki hareketin tamamlanmış hali.
Dalgalı Örgü : İki kenar ilmeğinin arasında kalan 18'in katı ilmek sayısına aşağıda anlatacaklarımı uygularsanız ortaya dalgalı örgü çıkacak.
Önce iki sıra hep düz örüyorsunuz. Yani gidiş de düz, dönüş de düz.
Üçüncü sıraya başlarken (kenar ilmeğini örmeden düz aldıktan sonra) 3 kez iki ilmeği beraber düz örüyorsunuz, yani ilk 6 ilmek 3 ilmeğe düşüyor. Soldaki fotoğrafta iki ilmeğin beraber düz örülmek üzere alınışı görülüyor.
Sonraki 6 ilmek de 1 dolama+1 düz örgü şeklinde örülecek. Sonraki ilmeğe geçmeden önce yünü sağ şişin önüne alıp ondan sonra düz örünce, arada bir dolama oluşuyor. Sağdaki resimlerde dolama ve düz örgüyle devam etmeyi görebilirsiniz. 6 kez bunu yapıyorsunuz ve herbirinden önce birer dolamasıyla birlikte bu 6 ilmek de 12 ilmeğe çıkmış oluyor. Sonra tekrar 2 ilmek beraber düz örüyorsunuz, ama bu kez 6 kez. Dolayısıyla izleyen 12 ilmek de 6 ilmeğe düşmüş oluyor. Bu şekilde tekrarlayarak devam edip sıranın kenar ilmeğinden önceki son 6 ilmeğini de 3 kez ikişer ilmeği birlikte düz örüyor ve kenar ilmeğini düz örerek sırayı tamamlıyorsunuz.
Dönüş sırası, yani 4.sıra, örmeden alınan kenar ilmeğinden sonra düz örgü yapılıyor.
Ve bu 4 sıra sürekli tekrarlanıyor.
Yine de yeterince açık anlatamadıysam (ve temel örgü biliyorsanız) ve İstanbul'da oturuyorsanız, uygulamalı olarak gösterebilirim. Mesela Profilo'daki yüncüde buluşur elektriğimiz tutarsa birlikte bir çay içer sohbet ederiz.
Bu aralar bir tuhaflığım var zaten. Hayatımda Inna ile başlayan bir kızkardeşler serisi oluşmaya başladı. Cuma akşamı manikür için Nilgün'e uğradığımda Şebo ile tanıştım. Nilgün'ü de manikür-ağda dükkanı var diye hiç küçümsemeyin. Orası aslında bir terapi merkezi, ama çalışmalarını rahat sürdürebilmek için perde arkasında çalışıyor. Nilgün'ün yaydığı açık yüreklilik ve açık sözlülük enerjisine hazır olanlar fark ediyor bu durumu elbette, diğerleri manikür yaptırıp gidiyorlar. İşte bu Cuma uğradığımda Şebo da oradaydı. İkimiz de ayrı ayrı Nilgün'le sohbet ederken bir baktım biz onunla sohbet eder olmuşuz. Çok "aynı" değiliz, apayrı dertlerimiz, apayrı hayatlarımız var, ama sanki yıllardır tanıyormuşuz gibi bir hisse kapıldık. "dık" diyorum çünkü o da böyle dedi. Ben Aliye durumlarımı anlattım, o işini, hastalığını, son bir yıllık molasını anlatı, sonra da öpüşüp ayrıldık. "Bugün telefonda bana bağırıp Erdek'e hiç gelme boşuna dedi, ama yine de gideceğim" dedim, o da "ben de gelmeyi isterdim; ya göremezsem diye değil göreceğim diyerek git" dedi. Söyledikleri işe yaradı. Cumartesi sabahı, bugüne değin gittiğim tüm terapi seansları, okuduğum tüm psikoloji kitapları işe yaradı. Karşımda bağırıp hakaret eden, tehditler yağdıran kızgın adama karşı sakin, şeffaf ve geçirgen oldum. Benim yıldız gözlü oğlum, yavaştan okumayı sökmüş de b ile d'yi karıştırırmış:))

9.11.05

İrmikli Sufle

İrmikli Sütlü Tatlı deyince benim aklıma annemin standart misafir tatlısı olan tarifi gelir:
1 lt süt ve 9 çorba kaşığı toz şeker birlikte kaynatılır. 9 çorba kaşığı irmik eklenip kısık ateşte karıştırarak pişirilir. Ateşten indirince içinde 50 gr kadar tereyağ eritilir. İstenirse fındık veya ceviz kırıkları, limon kabuğu rendesi katılır. Islatılmış borcama dökülüp soğuduktan sonra birkaç saat de buzdolabında bekletilir. İyice katılaştıktan sonra büyük bir tabağa ters çevrilip üstüne hindistan cevizi serpilir. Dilimlenerek servis yapılır.
Gökhan'ın "çok severim" diye bahsettiği ise, meğer yabancıların çok gittiği tatil köylerinde sabah kahvaltısı seçenekleri arasında yer alan, muhallebiden daha katı kıvamlı olan formuymuş. Ben görsem bile bebek maması diye yorumlayıp önünden geçer giderdim. Ama o anlatınca okuduğum Almanca yemek tariflerinden aklımda kalmış bir kelime hafızamın derinliklerinden kopup geldi. Griessbrei, yani irmik püresi. Internette biraz araştırınca binbir türlü yapıldığını gördüm ama en aklıma yatanı şöyle:
1 lt süt, 2 çorba kaşığı şeker, 1 paket vanilya birlikte kaynatılır. 6 çorba kaşığı irmik ve 4 çorba kaşığı kuru üzüm katılır. Birkaç dk daha pişirildikten sonra kaplara paylaştırılır. Bence şekeri biraz fazla az, ama baktım hep yanında meyve soslarıyla sunulmasını öneriyorlar. Belki onları daha tatlı yaptıkları için dengeyi böyle kurmuşlardır. Doğrusu bu da irmikli muhallebiden başka bir şey değil bence.
Tarifler arasında dikkatimi çeken bir diğer ise Griessauflauf oldu, yani İrmik Suflesi. Bu tarif benim aklıma daha çok yattı: 750 ml süt ısıtılır. İçine 6 çorba kaşığı irmik, 1 çorba k. tereyağ, bir fiske tuz katılır, karıştırılarak pişirildikten sonra soğumaya bırakılır. 3 yumurtanın sarıları 6 çorba k. toz şeker ile karıştırılır. Yumurtaların beyazları da kar yapılıp katılır. Hepsi irmikli karışımla karıştırılır. Yağlanmış bir borcama dökülerek 200 derece ısıdaki fırında 40-50 dk pişirilir. İçine vanilya, limon kabuğu rendesi konulabilir, üstüne pudra şekeri serpilerek servis yapılabilir. Görüldüğü üzere ben dondurmayı tercih ettim. Sufleyi ters çıkarmaya kalkınca görüntüsü biraz bozuldu. Üstünün gözüktüğü bir başka fotoğrafını koymazsam sufleye haksızlık olacak. Tadı güzel, ama oldukça Avrupai. Şekeri biraz az, üstüne pudra şekeri serpilmesi iyi olur. Küçük sufle kaplarında daha da güzel olabilir.

7.11.05

Dalgalı Atkı



Pazar gününü sabahtan akşama kadar yün örerek geçirdim. Geçen haftanın yorgunluğu ve gerginliği ancak kayboldu. Mahalledeki yüncü hanımların dükkanı Pazar günleri kapalı olduğu için Profilo'dakine gittim. Ben önce cıvıl cıvıl renkli şeyleri beğenir, sonra gider kirli, küllü, kapalı renkleri seçer alırım. Yine öyle oldu. İki çile çok tüylü, degrade, %80 tiftik-%20 akrilik yün aldım. Büyüdüğü zaman atkı olacak ve kabanımın üstüne çok yakışacak. Bu dalgalı model sanki zormuş gibi görünüyor ama aslında çok kolay. 6 no. şişlerle 54 ilmek + 2 kenar ilmeği attım. Kenar ilmekleri her sıraya başlarken örmeden düz alınıp her sırayı bitirirken düz örülüyor. Kenar ilmeklerinin arası ise şöyle:

1.sıra : düz örgü

2.sıra : düz örgü

3.sıra : 3 kez 2 ilmek beraber düz ör, sonraki 6 ilmeği 1 dolama-1 düz ör, 6 kez 2 ilmek beraber düz, sonraki 6 ilmek 1 dolama-1 düz,..., son 6 ilmeği 2 ilmek beraber düz ör.

4.sıra : düz örgü

Anladınız, değil mi?

6.11.05

Inna

Fay Weldon'un Hatırla Beni adlı bir romanı vardır. Yıllar önce, ilk eşimle işler sarpa sarmaya başladığı sıralarda okumuştum. Bir adam, ilk eşi, ilk eşinden olan kızı, şimdiki eşi ve bu eşinden olan küçük oğlu arasında geçer. O kadar tanıdık duygular vardı ki kitapta... Fazla detay hatırlamıyorum ama kadın kahramanlardan biri tüm diğer kadınları kastederek "kızkardeşlerim" der. O güne kadar fazla kız arkadaşı olmayan ve kendini çok özel zanneden ben, duyguların benzerliği ve evrenselliği karşısında şaşırmış, tüm kadınların özünde "kızkardeşlerim" olduğunu düşünmeye başlamıştım. Elbette istisnalar var, ama bu hafta bir kızkardeşime daha rastladım.
Inna yarı Finli, yarı Rus, Almanya'da yaşayan bir kadın. İspanya seyahatinde bize eşlik eden Inna, ziyaret ettiğimiz firmanın Türkiye ve Doğu Avrupa Satış Müdürü. İlk evliliğinden 15 yaşında bir kızı var.7-8 yıl önce boşandığında Finlandiya'da yaşıyormuş. Şirketi Almanya'daki pozisyonu önerince, hayatında sadece yeni bir sayfa değil, yeni bir defter açmak için fırsat çıktığını düşünerek kabul etmiş. Önce kendinden 12 yaş büyük bir erkek arkadaşı olmuş. Aslında ilişkileri çok kötü gitmiyormuş, ama Inna'nın yaptığı hiçbir program gerçekleşmez, hep son anda bir sürprizle değişiverirmiş. En sonunda bir kez Inna kendi progamını değiştirmediğinde, erkek arkadaşı aralarındaki uyumu kaybettiklerini, Inna için başka tarz bir erkeğin daha uygun olacağını söyleyip kayıplara karışmış. Bir sonraki (ve şimdiki) arkadaşı ile de başta çok iyi anlaşıyorlarmış. Ancak zaman geçtikçe onun çocuk gibi davrandığını, sanki o çocuk, Inna da annesiymiş gibi tüm yükü Inna'nın omuzlarına bıraktığını farketmiş. Birlikte daha büyük bir ev tutup taşınmışlar, ama arkadaşı işini bırakmış ve geçimlerini tamamen Inna'nın karşılamasını bekliyormuş. Inna biriktirdiği paranın üstüne aldığı krediyi katarak ev almış, arkadaşı evin yarı hissesini kendisinin adına çıkarmadığı için Inna'yı bencillikle suçlamış. Şimdi de, beni bırakırsan intihar ederim diyormuş.
Normalde iş ilişkisi içinde tanışılan insanların özel hayatı hakkında bu kadar çok şey bilinmez. Ama birinci günün sonunda, Inna birbirimize çok benzediğimizi hissettiğini söyledi ve hayatını anlatmaya başladı. Gerçekten de özünde o kadar ortak şeyimiz çıktı ki şaşarsınız. Bir ara, kendi evimden beni atan, sonra da evimi talan edip piyanomu parçalayan deliden bahsederken "Ne, sen de mi piyano çalıyorsun?" dediğinde kahkahayı patlattık. Anlatmak, paylaşmak ve onu mutsuz eden şeylerin sadece kendi başına gelmediğini, aynı hataları yapan ve kendine benzeyen kadınların olduğunu görmek sanki bir terapi seansı etkisi yarattı. İki hafta sonra Düsseldorf'a geldiğimde aramam için cep telefonunu verdi ve sarılışarak ayrıldık.
Bugün Gökhan'a anlattığımdaysa "Öff, tipik kadın işte" dedi...

İspanya Macerası

Bavulum Çarşamba öğlen vakti geldi. Üstümü değiştirip fuara gittim ve 14.00 randevusundan itibaren 5 toplantıya katıldım. Bir anda herşey normale döndü sanki. İş hayatının bana verdiği güven hissi de geri döndü. Bu arada ben katılana kadar tüm toplantıları tek başına yürütmek zorunda kalan iş arkadaşım da epey yorulmuş tabii. Perşembe akşamüstü Madrid'den Barcelona'ya gitmek üzere havaalanına gittiğimizde bizi yeni bir sürpriz bekliyordu. Doğal olarak taksiye bizi iç hatlar terminaline bırakmasını söyledik, ama hava alanının öbür köşesine yürümek zorunda kaldık, çünkü uçağımız aslında Kahire'ye giderken Barcelona'ya uğrayacakmış. Dolayısıyla pasaport kontrolünden geçip aslında ülke dışına çıktık. Ya vizemiz tek girişli olsaydı!! Her aktarma bavul kaybolma riskini de beraberinde getirdiği için yüreğimiz ağzımızda vardık Barcelona'ya. Veee 15-20 kişilik İspanyol bir grupla birlikte başladık bavullarımızın nereden çıkacağını aramaya. Bizim bir şey anladığımız yok, sadece onları izliyoruz. Sonuçta anlaşıldı ki, yolcuları dış hatlara, bagajları iç hatlara bırakmışlar. Tabii yine pasaport kontrolden geçtik, havaalanının öbür ucuna yürüdük, tekrar güvenlik kontrolünden geçerek içeri girdik. Nefes nefese ve ter içinde bavullarımıza kavuştuğumuzda nasıl sevindik anlatamam. Bavullar Kahire'ye gittiyse diye çektiğimiz korkudan sonra yorgunluk umurumuzda değildi elbette. Otele gitmek üzere taksiye bindiğimizde ziyaret edeceğimiz firmanın Türkiye temsilcisi arayıp rezervasyon yaptırılan otelin değiştiğini haber verdi. Sonuçta taksi yeni oteli isminden tanıdı ve herşey normale döndü.
Bu terslikleri anlatmak yerine Madrid ve Barcelona'dan birer günde edindiğim izlenimleri anlatmak isterdim ama fazla birşey görmeye fırsat olmadı. Kendimi çok yakın, çok evde hissettiğimi söylemeliyim. İstanbul bu kadar yoğun Doğu göçü almamış olsaydı ve biraz ileri görüşlü olunsaydı, şehircilik üzerine kafa yorulsaydı herhalde böyle olurdu. Eski Barcelona'yı çevreleyen surlar 1865'te verilen bir kararla yıkıldığında bir top atımı mesafesinde olan iki diğer yerleşim merkeziyle aralarındaki boş arazi harita üzerine cetvelle çizilerek planlanmış. Bu alan, 6 şeritli caddeler ve 4 şeritli sokaklarla bölünen dikdörtgen bina blokları ile dolu. Hepsinin ortalarında avluları var, hepsinin köşeleri kesik, sokak kesişmeleri dik köşe değil de yuvarlatılmış olursa daha iyi olur diye düşünmüşler. Fotoğraf makinam bozuk olduğu için hiç fotoğraf çekemedim ama merak edenler internetten Barcelona haritası bulup bakabilirler. Her tarafta birbirinden güzel cafe-pub tarzı yerler var. İnsanlar hep bir barın çevresinde oturup arkadaşlarıyla sohbet ederek zaman geçiriyor sanki. Yenilen içilen bazen pasta-kahve, bazen meze-şarap veya bira.. Bir de meşhur Gaudi'nin yuvarlak hatlı organik binaları var tabii. Alışveriş yapacak zaman olmadı ama biri İspanyol Mutfağı, diğer Tapas (yani meze) üzerine iki kitap aldım tabii. Bir marketin önünden geçerken de Manchego peyniri ve bir şişe Imperial şarabı kapıverdim. Akşam yemekte tattığım Catalan Crema Brule'yi ise ilk fırsatta yapmayı deneyeceğim.

2.11.05

Hersey ters gidiyor

Hersey hersey hersey ters gidiyor. Bu hafta ben bir is seyahati icin Ispanya'da olacaktim. Bir sene oncesinden planlandigi icin bayrama rastladigini farketmemistim. Yoksa zorunlu olan bolumunun pesine "hazir buradayken" bolumunu eklemezdim. Pazartesi gidip Cuma donebilirdim. Boylece herkes bayram tatilinde dinlenirken ben olumune yoruluyor olmazdim. Hem yine Erdeke gidecek vakit kalirdi. Iste icimden boyle sizlanip durdum. Sonuc ne oldu?
Once Pazar gunu havaalaninda vizemin suresinin bittigini farkettim. Hemen biletimi aciga aldirdim. Pazartesi sabahi ilk is konsolosluktan vize randevusu aldim, ama ertesi gune verdiler. Kapisina gidip ayni gune cekmeye calistim, olmadi. Sali sabahi randevu saatimde gittim, ayni gun cevap cikmasi ihtimali cok dusuk, ama deneyelim cevabini aldim. Oglen gittigimde mucize gerceklesmis, vizem gelmisti. Bu arada aksamustu ucaginda yerim OK'lendi. Tamam, hersey yoluna girdi... Havaalaninda check-in sirasinda, ucakta fazla yolcu oldugu icin bana baska bir baglanti onerdiler. Son duraga hem iki saat daha erken varacagim, hem de business class ucacagim. Iste, artik sansim dondu diye dusundum. Sonra ne oldu dersiniz? Aktarma sirasinda bavulum baska bir ucaga binmis. Baska bir ulkede havaalanindan bavulsuz cikmak nasil da tuhaf bir duyguymus boyle... Butun gun ustunde kalmis bluzla uyumak, ne kopuk, ne jole olmadigi icin saclarinin banyodan sonra saman modeline girmesi, sabah yuzune surecek nemlendiricinin olmamasi... Bavulum gece gelmis. Sabah saat sekizde dagitima cikacaklarmis, ilk benim bavulumun teslim edilmesi talimatini vermisler. Iyi, ama saat 9'u geciyor. Oteldeki tum fuar musterileri takim elbiseleriyle metro istasyonuna dogru yola cikti. Ben kot pantalonum ve 24 saattir ustumde olan bluzumla lobideki internet baglantili bilgisayarda bunlari yaziyorum. Bavulum gelecek, ben is goruntusune girecegim ve toplantilarima baslayacagim diye bekliyorum. Ha, bu arada fotograf makinem de bozulmus, acilmiyor... Yukaridaki bana hayati kontrol edemeyecegimi ogretmeye kararli galiba.

30.10.05

Yelek Kurtarma Operasyonu



Oğlumun yeleği aslında geçen hafta bitmişti, ama düz örgü yaptığım bel kısmı yayıldıkça yayıldı. Araya bir sıra kat yeri niyetine ters gidip ters çevirerek bastırdıydım. Önüne sevimli bir köpek aplike edip diğer tarafa da bir köpek kulübesi ve bir kemik işlemiştim üstelik. Birazcık da üzerine büyük gelince baktım ellerini taktırıp esnetiyor, iyice uzayacak, belini toplayacak bir formül bulmak şart oldu. Neyseki annem imdada yetişti, nasıl yaptı tam anlamadım ama, belini alttan söküp ilmek alıp lastik örmüş. Aile boyu kollektif çalışma yeleği kurtardı. Kumral, kot mavisi gözlü 7 yaşında yakışıklı bir erkek çocuğunun üzerinde, altında kot pantalon, içinde mavi kareli bir gömlekle hayal edince sonuç beni tatmin etti doğrusu. Bitmiş halini üzerinde göremediğim için evde çektiğim fotoğrafını koyabiliyorum. (Ülkemin gerçek Aliye'lerinden biri benim de.. Dün yine babası bir şeylere dellenmiş, Erdek'e gidip bütün gün bekleyip göremeden geri döndüm.)

23.10.05

Zencefilli Narli Topkek


Nar Ye etkinligi icin yabanci sitelerden birinde buldugum bu tarifi yapmak bugune kismetmis. Son haftalarda hem cok yogun, hem de aklim baska yerde oldugu icin pek mutfaga girmiyordum; dolayisiyla etkinlige katilamadim. Zaten herkesin oyle guzel ve degisik tarifleri vardi ki, benimki de eksik kaliversin. Tarifi hazirlarken en cok sevdigim kismi nar tanelerini ayiklamak oldu. Ustumu basimi da sicrayan nar suyu damlaciklariyla batirdim, sonunda kendime mutfak onlugu yapmak icin bekledigim bahaneyi de bulmus oldum.

Malzemesi:

  • 2 kap un
  • 2/3 kap seker
  • 1 paket kabartma tozu
  • 1 cay kasigi tuz
  • 1 corba kasigi toz zencefil
  • 1 limon kabugu rendesi
  • 1 1/4 kap nar tanesi
  • 1 kap sut
  • 1 yumurta
  • 1/4 arimis ve sogumus tereyag

Yapilisi :

Alisilmis kek tariflerinin aksine, once tum kuru malzeme karistiriliyor, sonra nar taneleri, en son da sut, yumurta ve yag katiliyor. Mikserle karistirilip muffin kaliplarina paylastiriliyor ve 220 derecede isitilmis firinda pisiriliyor. Kucuk elektrikli firinima sigan kucuk 6'li muffin kabi hamurun hepsini almadigi icin kalanini strec filmle kapatip buzdolabina koydum. Ilk partinin pismesine yakin tekrar cikarttim ki sicak firina soguk soguk girmesinler. Sonucta 10 adet topkek cikti ortaya ve benim de pek hosuma gitti dogrusu, ama Gokhan zencefilden hic hoslanmiyormus meger. Hepsi bana kaldi...


Kapkac

Yeni yeni kendime geliyorum. Meger ne kadar kotu bir seymis. Cuma aksami Dolapdere'den Beyoglu'na cikan Omer Hayyam Caddesinin ortasinda, tam 18.40'ta, trafigin yavas yavas akmasini firsat bilen bir kara golge arabamin sag on camini tuzla buz edip yan koltukta duran cantami kaparak karanliklara karisti. Hepsi bir saniye surdu. Camin patlamayi andiran kirilma sesi ile basimi yana cevirdigimde kara golge coktan kolunu camdan iceri sokmus, cantami almisti bile. Saga cekip hemen oradaki kucucuk bir dukkan ve onundekilerin yardimiyla Gokhan'i arayip kredi kartlarimi bloke etmesini ve beni merak etmemesini soyledim. Anlayacaginiz uzere cep telefonum da cantamin icindeydi. Kredi kartlarim, nufus kagidim, surucu belgem, orduevi giris kartim, annemin emekli maasini cekmem icin bende duran Ziraat Bankasi ATM karti, ve hatirlayamadigim daha bir dolu sey. Ne olduklarini hatirlayamiyorsam niye cuzdanimda tasiyorum diye de sorulabilir tabii. Senede bir kez de olsa gerekiyorlar iste. Daha dogrusu gerekmisler ki cuzdanima koymusum. Anahtarlarim, sirket kartim, hani su kapilari acanlardan... Oglumun uc tane fotografi, biri 2 yasindayken, biri gecen sene, bir yeni cekilmis... O kara golge cep telefonumu alip icindeki telefon defterimi silip kullanima kapattirdigim kartimi sokaga atacak, cuzdanimdaki parayi alip benim icin cok daha onemli olan, bir daha bulamayacagim veya yenilerini cikartmak icin gunlerce ugrasacagim kimliklerimi, kartlarimi bir kenara ativerecek... Biliyorum, ayni sey sokakta yururken de olabilirdi, bana bir sey olabilirdi. Iyi tarafindan gormem lazim, ama biraz zamana ihtiyacim var.
Kirik camla Cuma aksam trafiginde cevredekilerin tarifiyle once yanlislikla Emniyet Mudurlugune, oradan polislerin tarifi uzerine Beyoglu karakoluna gittim. Kredi kartlarinin iptali icin bankalarin danisma hatlarinin numaralari karakolun resepsiyonunda duvarda asili. Ne kadar cok kapkac sikayeti oldugunu varin siz takmin edin. Zabit tutuldu, gorgu tespiti yapildi. Ben oradayken yakindaki bir cafede sandalyesinin kenarina astigi cantayi kaptirmis genc bir cocukla kiz arkadasi geldi. Cafenin guvenlik kamerasinda kapkacci kadinin yuzu gozuktugu icin hemen bir polisle birlikte oraya giderlerse hirsizin kimligi tespit edilir ve cantasindaki cep telefonunu ve kombine kartini geri alabilir umuduyla acele edip duruyordu. Bunun imkansizliginin farkinda olan polislerse sakinlesmesini, ekip gelmeden oraya gidemeyeceklerini soylediler, ama genc adamin heyecani pek gecmedi. Ben giderken karakolun onunde sigara icip volta atiyordu.
Ben oradayken gelen bir baska sikayetci de 30 yasinda basi kapali, pardesulu bir kadin. Elinde, bileginde siyriklar var. Abisinden sikayetci. Polisler neden yapti diye israrla sordular, o ise abisinin hep yoktan bir sebeple kendisine saldirdigini, artik dayanamadigini soyluyordu. Ustunde ne kimlik, ne canta, bir tek cep telefonu. Az sonra evden aradilar herhalde, karakolda oldugunu, bu kez vazgecmeyeceğini soyledi. Amir abinin adini, telefonunu ogrenip aradi ve karakola cagirdi.
Ah be benim cahil kizkardesim, abiyi karakola cagiri onun da ifadesini alacaklar, dosya savciya gidecek, o ciddiye alip dava acma talebiyle hakime gonderse bile sahit gosteremezsen takipsizlik verilecek; sahit varsa abin onlara da saldiracak; onlar pes etmese de dava iki yil surecek; o arada her turlu tehdite ve siddete ugrayacaksin; herkes abin hapse girerse iyice bileylenmis cikacak, seni oldurecek diye gozunu korkutacak; en acisi hakli olacaklar... AB muzakerelerine baslayabilmek icin birkac yasa uyumlu hale geldi diye hemen de nasil umutlandin sen oyle; burasi Turkiye. Surada daha gecen Mayis ayina kadar ugradigin siddet sonucunda adli tibbin verdigi is goremez raporu 10 gunden az olursa kamu davasi bile acilmiyordu. 10 gunluk rapor vermeleri icin ise illa bir yerinin kirilmasi gerekiyordu, yuzun gozun dagilmis kafana tekme yemis bile olsan en fazla1 haftalik rapor veriyorlardi. Yasa degisti ama kafa ayni kafa...
Nerden nereye, ben kapkac hikayemi anlatacaktim sadece. Hikayenin kalaninda kayda deger bir sey yok zaten. Kirik camli arabami caresiz sirketin otoparikina biraktim, bolum arabasini aldim ve anneme gittim. Anahtarlarim da cantadaydi ve annemdeki yedegi almadan evime bile giremiyordum cunku. Ayrica gecenin 10'u olmus, acliktan bayilmak uzereydim. Annem Pazar gunu ablam gelecek diye zeytinyagli yaprak dolma yapmis. Mmm, pek guzeldi dogrusu. Hayat devam ediyor...

18.10.05

Beyoglu'nda Aksam

Pazar gununu sabahtan aksama kadar, sadece yemek (o da hazirlamak degil, sadece yemek) ve diger zorunlu ihtiyaclar disinda orgu orerek gecirdikten sonra canim aksam gidip yine eve kapanmak istemedi. Bu arada kollarini yapip yapmayacagima karar veremedigim icin yelek mi, mont mu olacagi belli olmayan seyin sol on parcasi da bitti. Beline erkek cocuk isi sus aramak icin is cikisi Sule'yle Kasimpasa'ya gittim, onlarin eski evinin altindaki tuhafiyecide ne ararsan varmis. Sonucta dort adet kucuk yelkenli gemi, yelek/montun renginde iplik ve gelecek kanevice projelerim icin bir kasnak aldim. Annem de gunduz beni arayip, yelek/montun onune fermuar ve birkac aplike desen aldigini soylemisti. Ailecek seferber olduk yani...
Kasimpasa'dan Tepebasi'na cikip park ettim ve 19.30'da yegenim ve erkek arkadasi ile bulusana kadar biraz da Beyoglu'nda bakindim. O kadar seyrek gidiyorum ki o taraflara (aslinda her tarafa, ev-is disinda bir yere gittigim yok) yabanci turistler bile benden daha az heyecanli gozukuyorlardi. Aznavur Pasaji'na, ondan az onceki, adini hatirlamadigim, ortasi cay bahcesine cikan pasaja girdim; capali bir denizci aplike desen ve zikzak makas aldim. Annemin aldiklarini da sayarsak yarim duzine cocuk giysisine yetecek aplike desenimiz var artik.
Biraz da Galatasaray'daki YKB Yayinlarinda kitap karistirdiktan sonra yegenim ve erkek arkadasiyla bulusup, Cicek Pasaji'nin karsisindaki hanin ikinci katinda bulunan bir restorana gittik. Yegenim gazetede orayi tanitan bir yazi okumus, denemek istiyormus. Ben dunden razi... Oymalar ve resimlerle suslu tavani, gulkurusu boyali duvarlari, Beyoglu'na bakan yuksek pencereleriyle gercekten de cok hos. Adini hatirlamamam da cok komik! Anlayacaginiz, benim pek ramazanla alakam yok. Belki ramazani eglenceli hale getiren genis bir ailem olmadigi icindir. Neyse, sonucta bol sohbetli bir aksam yemegi keyfi yaptim; bilgisayar muhendislerinin is alanlarindan, homeopatiden konustuk. Eve donup uyumam 24.00'u buldu. Sabah cok zor kalktim. Yedi saat uykunun niye yetmedigini anlamiyorum.

16.10.05

Schmidt Hakkinda

2002 yapimi bir film Scmidt Hakkinda (About Schmidt). Vizyona girdiginde gitmemistim; biraz ona sira gelmediginden, biraz da ben depresyondayken depresif filmlerden kacindigimdan. Film, Jack Nicholson'un canlandirdigi Warren Schmidt karakterinin calistigi sigorta sirketinden emekli olmasiyla basliyor. Bir anda boslukta kalan Schmidt'in 42 yildir evli oldugu karisi Helen da kisa sure sonra beyin damarlarindan birinin tikanmasiyla aniden oluverince yasam baglari iyice zayifliyor. "Evin icinde dolasan yasli sisman yabanci kadin"in degerini onu kaybedince anliyor. Bir sure bocaladiktan sonra, hic de onaylamadigi bir adamla evlenmek uzere olan kizinin yanina gitmek icin karavaniyla yola cikiyor. Kizinin telefonda daha once degil, dugunden sadece birkac gun once gelmesini istemesi uzerine dogdugu yere, okudugu okula ugrayarak biraz yolunu uzatiyor. En sonunda kizi ve mustakbel damadinin yasadigi yere variyor. Kizina yakistiramadigi damat ve damadin ailesiyle bir-iki gun gecirirken son bir cabayla kizini bu evlilikten vazgecirmeye calisiyor, ama yillardir pek de ilgilenmedigi kizinin hayati hakkinda pek bir soz soyleme hakki kalmis degil aslinda. Sonucta dugun olaysiz sekilde gerceklesiyor. Bu arada, bir yardim organizasyonu araciligi ile ayda 22 USD yollayarak bakimini ustlenmis oldugu Tanzanya'li yetim Ndugu'ya yazdigi mektuplarla kendi kaleminden de izliyoruz Schmidt'in hissettiklerini. Filmin sonunda, tam da Schmidt yasaminin anlamini (ya da anlamsizligini) sorgularken, 6 yasinda olup okuma yazma bilmeyen Ndugu'nun yerine onun bakimini yuruten rahibeden bir mektup aliyor. Ndugu mektup yazamadigi icin bir resim gondermistir sponsor babasina. Gunesli bir gunde gulumseyen bir cop adam ve cop cocuk.
Biliyorum, beni aglatmak icin koyuyorlar bu sahneleri... Ama guzel film; sadece eglencelik, iyi vakit gecirmelik filmlerden degil de insanin kalbine dokunan, cok sonralari bile cizdigi karakterleri, yarattigi atmosferi hatirlayacaginiz filmleri seviyorsaniz bence gormeye deger.

14.10.05

Maymun istahlilik bu herhalde ...


Mutfak perdesi icin ilk kanevice denemem, onerileri dinlemeden baslayiverdigim icin bir kosede kaldi. Gokhan model trenleri cok sever diye alt kenarina tren motifi islemeye basladim, beyaz ustune tek renk sari. Raylarin kenarindaki ciceklerin gobeklerini ve lokomotiften cikan dumanlari (kalp seklinde yapmayi dusunuyorum) farkli bir renkte yaparsam citir citir cok cici olacak. Ama bu hizla benim bu isi bitirmem aylar surer. Hem ben ayni seyi ikinci defa yapmaktan cok sikilirim, ordugum bir kazagin ikinci kolunu bitirmek bile zor gelir. Perdenin ikinci kanadini nasil isleyecegim? Aslinda Gokhan tren fikrini cok sevdi, ama ben tren islemesini bitirdikten sonra bant seklinde kesip saklamayi ve bebek hediyesi olmak uzere kucuk bir ortuyu suslemeyi dusunuyorum. Neyse, bu proje simdilik rafa kalkti. Perde sorununu cozmek uzere de, benim evdeki mutfak perdesinin kumasindan artanlari oraya uydurmayi dusunuyorum. Dikis makinesi filan da yok, artik elde oldugu kadar...
Tabii bu arada havalar sogudu ve benim bir seyler ormem lazim. Kendime orecek olsam o bitene kadar kis biter; ben de ogluma bir yelek oreyim dedim. Kaloriferler yanmadan once evler serin oluyor. Fazla kalin giyinmeden sirtini tutacak bir sey iyi olur. Maslak yolunda insaat var diye kesfettigim by-pass yolumun ustunde, Ferahevler'de Dikis Kutusu adinda kucuk bir dukkan var. Iki kiz kardes isletiyor. Daha once de iceri girmis, hanimlarla sohbet etmis, yunlere bakmistim, ama bir sey almak kismet olmamisti. Hanimlar sizinle birlikte model cikariyorlar, takildiginiz yerde yardimci oluyorlar, sifirdan orgu ogrettikleri bile olmus. Zaten hos sohbetleri yeter. Musterileri genelde calisan kadinlarmis. Fazla kafa yormak gerekmeyecek, ama ortaya el emegi bir urun cikaracak seylerle zaman gecirmek gibi dinlendiren bir sey var mi zaten? Evdeki modelleri karistirdim, Dikis Kutusu'ndakilere baktim. Erkek cocuklari icin niye cazip, eglenceli modeller yapmazlar ki? Kiz annelerini kiskaniyorum bazen. Gorunce cocugun da hosuna gidecek bir numara bulmaliyim. Sonucta hafif turkuaza calan canli bir mavi yun buldum. Mavi gozlu cocuklarin kaderidir zaten, hep mavi giydirir anneleri. Cok az tuylu, yumusacik bir yun. Cok sukur allerjik bir bunyesi yok da tamamen tuysuz yun kullanmama gerek yok. Kosa kosa eve gidip basladim tabii. Lastik bollugunu ayarlayamam endisesiyle duz orgu baslayiverdim, birkac sira sonra bir ters gidip kat yeri yaptim, sonra icinden tutturuverecegim. Bir el yatimi da duz orgu gittim ki oraya eglenceli bir motif isleyip oglanin hosuna gitmesini saglayayim. Sonra da aralari haraso olan birkac sac orgu sutunla devam ettim. Simdi bir yandan da alt kenara isleyecek motif ariyorum tabii. Basindan sonuna planladigim veya bir modeli aynen uyguladigim bir projem olmayacak mi benim?

3.10.05

Keten Tohumu

Biliyorum, keten tohumunun faydalari saymakla bitmiyor. Lif orani yuksek, coklu doymamis yag asitleri bol, yuksek oranda bitkisel ostrojen iceriyor. Ustelik ostrojenin kemik erimesine karsi faydalarina sahip iken kanser riskini arttirmiyor. Kabizligi onluyor, kan sekerini stabilize ediyor, kolesterolu dusuruyor, iyi kolesterolu yukseltiyor, yuksek tansiyonu dusuruyor, kanın pihtilasma egilimini azaltiyor, vs.
(Kaynak gostermiyorum, cunku her tarafta ayni seyler soyleniyor.)
Fakat tadi korkunc! Gecenlerde ofisimde beni ziyaret eden bir tanidik bir suredir duzenli kullandigini, cok faydasini gordugunu, hem kolesterolunun dustugunu, hem zayifladigini anlatinca ben de ilgilendim haliyle. Her gun bir corba kasigi ogutulmus keten tohumunu balla karistirip aliyormus. Ben de epeydir merak ettigimi soyleyince ertesi gun bir torba keten tohumu ve bir kavanoz bal gondermis. Kolinin icinden cikanlari gorunce sekreterim de girdi konuya. Meger onun kocasi da kullaniyormus. O da bir yillik donemlerde 15 kilo alip verenlerden... Neyse, balla alinmasi fikrini, balin da sismanlatacagi dusuncesiyle begenmedi. Yogurt onerdi, ama ben yogurdu bir tek yakistigi bir yemegin ustunde yiyebilirim. Ben de sabah ac karnina, ustune icmek uzere bir bardak da su hazir ederek, bir tatli kasigi ogutulmus keten tohumunu agzima attim. Benim midem cok saglamdir, ama neredeyse kusuyordum. Agzimin her tarafina dagilip bulasti, damagimda bir blok olusturdu. Usutune bir degil, kim bilir kac bardak su ictim, bana misin demedi! Sonucta ben balla karistirip yeme (daha dogrusu yutma) fikrini hic olmazsa uygulanabilir buldum. Sabah evden cikmadan once bir tatli kasigi ogutulmus keten tohumunu aldigi kadar balla karistirip kahverengi bir macun elde ediyorsunuz ve yutuyorsunuz. Ustune de birkac bardak su... Ise gidinceye kadar iyice midemde sisecekler. Yagsiz hazirlanmis kepekli ekmege tost ve caydan olusan rutin kahvaltimi zorlukla yiyecegim. Bununzayiflamakla bir ilgisi olacagini sanmiyorum. Ama diger faydalari da yeterince cazip.
Ogutulmus keten tohumu 30 gun boyunca hava geçirmez kapaklı bir kavanozda buzdolabında saklanabilirmis. Benim keten tohumlarini bu hizla tuketmem imkansiz. Yazik, ziyan olacaklar...
Corba ve ekmeklere de katmak lazim.

1.10.05

Perde Bahane, Bana Elisi Projesi Gerek

Bu ne bicim perde?! Gokhan bu evi kiraladiginda toplama esyalarla idare edecek sekilde alelacele oturulacak hale getirdi. Yaz gunesini golgeleme ve karsi dairelerin mutfak sakinlerine sadece karnimizi gosterme gorevini ustlenen bu perde bozuntusu hem cirkin hem anlamsiz hayatini tamamlamak uzere. Cunku ben, mutfak perdesi yapmaya karar verdim. Once Bauhaus'ta perdelik kumaslara baktim (aslinda bir cogunu da begendim), ama dumduz bir perde yapmak beni tatmin etmeyecekti. Birkac gun sonra evin yakinlarinda bir manifaturaci oldugunu farkettim. Bir yandan kumaslara bakip diger yandan manifaturaci amcayla sohbet ederken kendimi bir anda etamin kestirirken buldum. Galiba su aralar gezindigim bloglarin etkisinde kaldim. Iyi de, ben hayatimda nakis islemedim; kanavice bile yapmadim. Manifaturaci amcanin tavsiyeleriyle 8 no. Domino iplik ve uygun bir igne alip eve gittim. Allahtan zamanini bekleyen kitaplarim arasinda temel nakis tekniklerini ogreten bir kitapcik buldum.
Sectigim iplik sari, cunku mutfak dolaplari sari. Kapak kenarlari da kahverengi olduguna gore belki kahverengi de eklerim. Insan hayatinda ilk kez yaptigi bir seyde biraz daha alcakgonullu olur, hazir bir motif uygular, degil mi? Ama ben illa bir sey yaratacagim. Hazir bir motif uygulamamamin bir nedeni de webde buldugum tum modellerin fazlasiyla disi olmasi. Mutfaginda kanavice desenli perdeleri bile olsa sonucta bu bir erkek evi. Bakalim bu isin icinden nasil cikacagim?

29.9.05

Portakal Sulu Fasulye Pilaki

Dün bahsettigim pilakiyi aksam tattik. Gokhan "anneminkinden farkli olmus ama bu da guzel" dedi. Bence de guzeldi. Alisilmis bir goruntu, belki biraz daha turuncu, yeni bir lezzet. Tarifi fasulye pilaki ile ayni, tek farki su yerine portakal suyu koyulmasi, tabii seker koymamak lazim. Bu farkli lezzete eslik etmesi icin salatanin sosunu da farkli yaptim. Hardal, tuz, seker, sirke, zeytinyagi ve azicik sut. Salata sosunda sutun isi ne, degil mi? Sirkenin o keskin tadini yumusatmaya yariyor.
Ne o, hani yemek blogu degildi bu?

28.9.05

Gokhan'in Kabakli Menemeni

Niyetim bunun bir yemek blogu olmasi degildi aslinda. "Hersey yolunda" oyunuyla hersey yoluna girene dek olumlu ve saglikli kalma cabasi meyve verdi.
Gerci yemek yapmayi, yeni tarifler denemeyi, ozellikle de tarifleri internetten bulmayi severim. Ayni yemegi ikinci kez yapmaktansa yeni bir tarif denemeyi riskli bile olsa tercih ederim. Beni biraz yakindan taniyanlar, ne zaman alisilmadik bir sebze tarifine rastlasalar yazip bana getirirler. Iste, yaptiklarimi bu blogda biriktirme fikrinin cazip gelisi bundan olsa gerek. Esyalarim iki ev (benimki ve Gokhan'inki) ve ofisime dagilmisken tarifleri toparlamanin yolu haline geldi. Simdi dusunuyorum da, internetten tarif aramak da bu donemin getirdigi bir aliskanlik. Yemek kitaplarim ve dergilerim kendi evimde, ama ben Gokhan'da iken bulunmus bir yontem. Hem oturup gun boyunca sirkette girdigim toplantilari, ugrastigim isleri anlatacak degilim ya... Ama iki-uc gunde bir ilginc bir yemek ya da leziz bir tatliyla ortaya cikabilecegimi de hic sanmiyorum. Mutlu bir aile, neseyle bahsedilen cocuklar, yemege, caya davet edilen misafirler olmayinca bu kadar oluyor. Allahtan Gokhan da en az benim kadar merakli yemek yapmaya ve yeni tatlara. Dun aksam eve giderken telefonlasip aksam yemegi icin plan yaptik. Istanbul'da trafigin civisi cikmis durumda. Her yol tikali, her yerde ya yol insaati, ya kaza. Adim adim ilerlerken bir yandan da aramizda "dun islattigimiz fasulyeleri gece pisiririz, portakal suyuna zeytinyagli pilaki yarina", "evde bir sey var mi?", "iki tane kabak olacakti, onlari degerlendirsek" gibi konusmalar gecti.
Sonucta eve vardigimda onu minyatur mutfaginda soganlari dogramis, kabaklari rendelerken buldum. Gerci tavanin icinde koca bir parca katiyag gorunce kiyameti kopardim ama "ben once geldim, kendi istedigim gibi yaparim" deyince uzatmadim. Efendim, "margarin degilmis (evde yok zaten), tereyagmis; omlet, menemen gibi yumurtali yemeklere katiyag yakisirmis; yumurtanin butunlugunu korurmus vs", Gokhan'da teori cok. Salt teori degil, uygulama da oldugu icin kizamiyorum. Zaten "demek senin yuzunden bu kadar kilo aldim, butun yaptiklarina bu kadar tereyag koyuyorsan ben bosuna rejim yapiyorum" diyerek biraz uzatinca "bulmussun yemek yapan adami bir de begenmiyorsun" diye sitem etti, ben de sesimi kestim. Cunku begenmedigim filan yok, oyle hissetmesini hic istemem. Ustelik sonra da sofraya oturup kabakli menemeni bayila bayila yedim.
Olculu tarif vermeye gerek yok, sogan ince dogranir, tavada oldurulur, kabak rendesi ve küp dogranmis domatesler eklenir, yumusayip suyunu cekince cirpilmis yumurta katilir, karistirarak pisirilir, bir ara tuz, karabiber konur tabii ve istenilen kivama gelince servis yapilir. Ben oyle seviyorum diye iyice pisene kadar beklemis bir de, oysa kendi biraz sulu sever. Tereyagli bile olsa, nasil begenmem ben simdi? Fotografi yok, ama bildiginiz menemenin acik yesil fonlusu iste...
Yemekten sonra, takip ettigim tek dizi olan CNBC'deki Desperate Housewives'i beklerken de Gokhan'in annesinin tarifi olan Portakal Suyuna Fasulye Pilaki pisti. Bir gun onceden de islatmistik zaten, bu yemegi iki gun onceden planlamak gerekiyor demek ki. Ustunden tattigimda guzel gibiydi. Bu aksam tabaktaki halini tadacagiz bakalim. Guzel olmussa tarif defterime eklerim.

25.9.05

Bu is tamam


Benim icin ekmek ne kadar karisik tahilli, ne kadar malzemeli olursa o kadar guzel. Yemege katik olarak degil de tek basina, kek gibi yemeyi sevdigim icin herhalde. Zeytinli, aycicegi cekirdekli, cevizli... Hepsini sirayla deneyecegim. Ama sevgilim beyaz undan, sade, yumusak, dumduz ekmekleri seviyor. Eh, ekmek makinemi hediye eden adami sevindirmek icin ben de cumartesi aksamindan malzemeleri koyup sabah 9:00'da kahvaltiya hazir olacak sekilde zaman ayarli sekilde calistirdim makineyi. Temel beyaz ekmek de gecer not aldi... Kullanma talimatindaki tarifi aynen uyguladigim icin tarifini yazmaya gerek yok. Bu is tamam, ekmek yapma makinesi cozulmustur.

23.9.05

Ilk Ekmek Denemesi

Aylardir "ekmek makinesi" diye sayiklayip duruyordum. Tarcin'in Mutfagindaki yorumlari okudum, cevremde kullananlari dinledim, Carrefour'da bulunduklari rafin onunde dolandim, yeni evlenen bir arkadasa dugun hediyesi olarak almayi bile dusundum... Sonunda sevgilim bana bir Kenwood BM200 aldi. Hem de hepsiburada.com'dan ismarlayip is adresime gondertmis. Gelen koliyi merakla acip icindekini gorunce suratimi yarim saat toplayamadim, gulumseyip durdum. Aksam eve gider gitmez kullanma talimatini satir satir okudum, ama evdeki malzemenin tam uymayisi ve mutfak tartimin olmayisi nedeniyle ilk seferinden biraz yorum katmam gerekti. Sonucta ortaya asagidaki beyaz undan yapilmis zeytinli ekmek cikti. Ustu biraz coktu, ama lezzetine diyecek yok:)


17.9.05

Gumus Dolma


Bugun alisverise gittigimde balik tezgahinda gumuse rastladigimda almadan duramadim. Enistem gumusu temizleyip tuz ve limona yatirir, bir gun sonra gumusler limonun asidinde pismis olurlar. Ekspres lakerda gibi birsey... Tamtarifini alabilmek icin enistemi aradim ama ulasamadim. Benim de aklima, Evcini'nin arsivinde dolasirken rastladigim, orijinali sardalya ile yapilan, ama evcininin hamsi ile yaptigi dolma tarifi geldi. Gerci sardalya ve hamsi gumuse kiyasla cok daha yagli baliklar, ama bu da diyet dolma olsun.

14.9.05

Feng Shui - 5 Element



Feng Shui'ye gore, bir mekanda bu 5 elementin dengeli olmasi, o mekanin Bagua'nizin hangi alanina rastladigina bagli olarak, hayatinizin ilgili alanina iyi Chi gelmesini sagliyor. Yukarıdaki sema elementler arasi iliskiyi ve element simgelerini toparlamis. Ornegin bir mekanda agac elementi baskin ise, yani cok fazla ahsap, yesil ve mavi renk, bitki veya sutun varsa, oncelikle metal elementini artirmak lazim (cunku metal agaci keser). Metal elementini arttirmanin en kolay yolu da, daire formlu, beyaz veya acik renk veya metal bir seyler eklemektir. Metali destekleyen ates elementini katmak icin, isik kaynagi (gun isigi, mum veya lamba), kirmizi renkli, koni formlu, deri veya hayvan desenli objeler eklenmeli. Cok az da toprak grubundan (kare, sarı, kahverengi, seramik) ve su grubundan (koyu renkli, cam, kristal, ayna, sekilsiz) bir seylerle denge saglanabilir. Cagla'dan odunc aldigim kitapta buldum, geri vermeden once not edeyim dedim.

13.9.05

Seftali Graten


O sert ve tatsiz seftalileri nasil aldim bilmiyorum, ama aksam bana yine bir tatli uydurmak icin bahane oldular. Iki seftaliyi yassi bir borcama dograyip, ustune bir kasik toz seker serptim ve firina koydum. Herhalde 10-15 dakika sonra suyunu salip yumusadilar. Bu arada 2 kasik seker, 1 kasik un, 1 kasik krema, cok az tereyag, biraz yulaf ezmesi ve 1 yumurtayi cirpip koyu bir krema hazirladim. Seftalilerin ustune dokup yeniden firina koydum, ancak bu kez firinin sadece ustunu, yani izgara bolumunu calistirdim. Ustu kizarinca uyduruk tatlimiz hazir. Ustunun kizardigina bakmayin, alti yumusak ve sulu, ve pek leziz oldu.

9.9.05

Cay Kutusu



Eski yaptiklarimdan -birilerine hediye edilmeyip elimde kalan ender orneklerden- biriyle blogumun "craft" kosesini aciyorum. Yari Ingilizce - yari Turkce yazmaktan ben de hic haz etmiyorum, ama "elisi" kelimesi "craft"in yerini tutmuyormus gibi geldi. Neyse, bu ilk ornek, tembel isi pecete yontemiyle yaptigim bir cay kutusu. Yontemin inceliklerini anlatmiyorum. Internette bu konuyla ilgili oyle cok bilgi var ki, burada tekrarlamaya gerek yok. Gordugunuz gibi, pecetenin fonundaki renkleri hafifce cevresine yaydiginizda gayet hos bir butunluk ortaya cikiyor.

Elmali Cabuk Tatli


Dunku gibi sinirli oldugumda kendimi cok kalorili bir seylerle yatistirmayayim diye evde tatli niyetine sadece meyva bulunduruyorum. Ama dun oyle kotu bir gundu ki, usenmedim, aksamin saat 9'unda, her mutfakta bulundugu gibi benimkinde de bulunan un-sut-yumurta-seker dortlusunden "iyi hissettiren" bir tatli çikardim ortaya. Evdeki elmalari da isin icine katinca Elma Ye etkinligine de katilmis oldum kendimce.

Malzemesi:


  • 2 elma
  • 2 yumurta
  • 2 corba kasigi toz seker
  • 1/2 su bardagi sut
  • 1/2 su bardagi un
  • 3 corba kasigi krema
  • 2 corba kasigi kuru uzum
  • 2 corba kasigi likor
  • 1 corba kasigi tereyag
  • yarim limon suyu
Yapilisi:

Kuru uzumleri likorle birlikte kucuk bir kaseye koyun. Yumurtalarin beyazlariyla sarilarini ayirin. Yumurta sarilari, seker, sut, un ve kremayi mikser ile cirpip yarim saat bekletin. Elmalari soyup ince dilimleyip, kararmasin diye limon suyuna bulayin. Baska bir kapta yumurta beyazlarini kar haline gelinceye kadar cirpin. Genis ve derin bir tavada tereyagini eritip elmalari yumusayincaya kadar pisirin. Kar halindeki yumurta beyazlarini diger karisima katip tahta kasikla soyle bir karistirin ve elmalarin ustune dokun, kuru uzumleri ustune serpin. Alt tarafi pistikten sonra tahta bir spatula ile parcalayarak ters cevirin. Her tarafi hafif kizardiginda tabaklara paylastirin, ustlerine pudra sekeri serpin ve sicakken yiyin. Isteyen tarcin da koyabilir. Sutlu karisima vanilya da eklenebilirdi, ama evde kalmadigi icin ben koymadim. Bu olculerle hazirlaninca 4 kucuk porsiyon cikiyor, ama ben iki koca tabak yedigim icin geriye pek bir sey kalmadi ve sevgilim goz doyuran bir goruntu saglayabilmek icin ustune vanilyali dondurma koyarak yemeyi tercih etti.

8.9.05

Tatli Eksi Soslu Tavuk

En sevdigim Cin yemegidir, epeydir de aklimdaydi yapmak. Daha once, bir dergide gordugum Kayisi Soslu Tavuk tarifini Tatli Eksi Soslu Tavuk niyetine denediydim. Dogrusu o da guzeldi, ama sosun icinde eksilik verecek bir malzeme olmadigini sonradan fark ettim. Bu kez once Turk yemek sitelerini, onlarda bir tarif bulamayinca yabanci siteleri karistirdim, aklima yatan birkac tarifi not aldim ve hepsini birbirine kattim. Ortaya cikan, Cin restoranlarinda yedigimi hic de aratmayacak lezzet ve kivamda bir Tatli Eksi Soslu Tavuk oldu.


Malzemeler:

  • 1/2 kg kusbasi tavuk
  • 1 sogan
  • 1 dis sarmisak
  • 1 pirasa
  • 1 salatalik
  • 1 havuc
  • 1 kirmizi biber
  • siviyag, yarim bardak kadar

marine icin,

  • soya sosu
  • sirke
  • 1 tatli kasigi misir nisastasi

sos icin,

  • 1/4 su bardagi soya sosu
  • 1/4 su bardagi uzum sirkesi
  • 1 su bardagi seftali suyu
  • 2 çorba kasigi ketcap
  • 1 seftali, kucuk dogranmis
  • 1 domates, soyulup kucuk dogranmis
  • 2 tepeleme corba kasigi toz seker

Hazirlanisi :

Tavuklari bir saat kadar marine edin. Bu arada sogan, pirasa, salatalik, havuc ve biberi dograyin. Sos malzemesini, kucuk bir tencere veya soslukta, orta isida, arada karistirarak pisirirken, bir yandan da wokun icinde sivi yagi kizdirip tavuklari birer avucluk partilerle cevire cevire kizartin. Kizaran her partiyi kagit havlu uzerine cikarin. Tavuklarin kizarmasi bittikten sonra dogradiginiz sebzeleri kavurmaya baslayin. Ben ayni wok ve yagin icinde devam ettim. Sebzeler biraz diri kalacak sekilde kavruldugunda kizarmis tavuklari ve sosu da icine katip cok kisa karistirin. Bence Cin yemeklerinin soslu olmasina ragmen sosun icinde yumusamamis bir kivamda olmasinin sirri bu.

Buldugum tariflerin birinde, tavuk parcalari, icine misir nisastasi konmus torbanin icinde cevrilip nisastaya bulaniyordu. Bir digerinde, tavuklar misir nisastasi ve yumurta beyazi karisimina bulandiktan sonra kizartiliyorlardi. Aslinda bu yontemlerin nasil sonuc verecegini merak etmiyor degilim, ama bu kizartma isi sonucunda yerler sicrayan yag damlaciklari yuzunden buz pistine dondu. Tembellik etmeyip bir kez daha Eksi Tatli Soslu Tavuk pisirmek istersem riske atilmam herhalde. Hele de bu yontem de bu kadar basarili sonuc verdigine gore...

Bu soslu tavugun yanina en cok yakisan bence pilav. Cin yemegi tadini yakalamasi icin yasemin kokulu pirinci yarım saat (oda sicakliginda) suda beklettikten sonra akan suyun altinda bol bol yikadim, 1:1,5 oraninda suyla birlikte pilav tenceresinde pisirdim. Bence pirinc ve suyu birlikte koyunca normal tencerede de ayni sonuc alinir. Normal pilav gibi suyunu cekince altini kapatmak lazim. Sanirim hangi yontemle pisirirseniz pisirin, esas Cin pilavi tadini yakalatan yasemin pirinci kullanmak ve ne yag ne tuz eklememek. O zaman pirincin kendine has tadi ve kokusu iyice ortaya cikiyor.

7.9.05

Fransiz Kadinlar Nicin Kilo Almaz?

Son bir senede 12 kilo alarak kendi rekorumu kirdigimdan olsa gerek, bu sorunun cevabini ogrenmek icin Mireille Guiliano'nun yazdigi ve Remzi Kitabevi'nin yayinladigi bu kitabi gecen haftasonu okudum. Isin sirri "keyif icin" yemekte. Hos ben de zaten oyle yapiyordum, veya oyle yaptigimi zannediyordum. Ama bir farkla, ben hayattan alamadigim butun keyifleri yemekle telafi etmeye calisiyordum sanirim. Neyse, bu huzunlu bir hikaye... Ben burada Fransiz Kadinlarin Nicin Kilo Almadigi hakkinda okuduklarimdan nelerin aklimda kaldigini anlatmak istiyorum.
Herseyden once, rejim yapma, kalori sayma gibi psikozlara girmiyorlar; rejimden, zayiflamaktan konusmuyorlar; guzel yemekler hakkinda bol bol konusup keyifle yiyecek alisverisi yapiyorlar; oglen veya aksam yemeklerinden birini ana yemek secip uc kap yemek yapiyorlar, digerini corba-salata gibi hafif seylerle geciyorlar; kahvaltiyi atlamiyorlar, ama abartmiyorlar da; ozenli sofralar kuruyorlar; mumkukse sevdikleri biriyle sohbet ederek yiyorlar; kendilerine keyif alacak baska seyler buluyorlar.
Benim gibi hayati boyunca kilo alip vermis bir kadinin bilmedigi bir gizli formul yok yani...
Yine de Mireille'e, bunlari hatirlattigi icin tesekkur ediyorum. Kitabi okudugumdan beri, zihnimde olusan modeli izliyorum. Kendi kendime, "Fransiz kadini bu durumda ne yapardi?" diye sorup icimdeki sesi dinliyorum. NLP de bu mantiga gore calismiyor mu zaten... Bir dolu kurallar, formuller olusturacaginiza bir modeli ornek aliyorsunuz. Artik TV karsisinda, sehpa ustunde atistirmak yok. Kimseye caktirmadan agzima bir sey ativermek yok. Kendime bir romlu kahve yapip, her yurtdisina gittigimde bir dolu alip getirdigim elisi dergilerinden birkacini kucagima alip keyif yapmak var. Yemek bloglarindan tarif bakip yeni seyler denemek, yapmayi kararlastirdigim tarif icin alisveris listesi hazirlayip markete gitmek, sevgilimin kucucuk mutfaginda bunlari hazirlayip begenecek mi diye gozunun icine bakmak var. Bu yeni dunya duzeninde yapmaya niyetlenip Turkce sitelerde bulamayip ingilizce veya almanca sitelerde bularak uyguladigim tarifleri de buraya kaydedecegim. Belki birileri de burada okuyup denemek ister. Ben ayni yemegi ikinci defa pek yapmam ama bazen gerekiyor, kendime de yemek tarifleri defteri yapmis olurum.

6.9.05

Bagdat Cafe (Out of Rosenheim)


1987 yapimi bir Alman-Amerikan ortak yapimi bir film. Yillar once, galiba Moda Sinemasi'nda seyretmistim. Yonetmeni Percy Adlon. Kocasi cekip gittigi icin colun ortasinda, elinde bir bavulla kalakalan ortayasli sisman bir Alman kadini Miss Jasmin (Marianne Saegebrecht) yol ustundeki kirik dokuk cafeye siginir. Cafenin sahibi olan zenci kadin Brenda (CCH Pounder) ile aralarinda yavas yavas dostluk gelisirken, Jasmin'in varligi herkese yasama sevinci getirmis, yarattigi buyulu atmosfer herkesin kalbini isitmistir. Cafenin mudavimlerinden olan eski bir ressam (Jack Palance) Jasmin'i ilham perisi olarak gorerek onun resmini yapmak ister. Brenda'nin piano calan oglu artik dinleyici bulmaya baslar. Anlayacaginiz uzere sevgi sicakliginda, dostluk uzerine bir film Bagdat Cafe. Ve benim icin bir metafor. Filmin muzigi "Calling You" hala kulaklarimda...