30.11.08

Ekler Deneyleri

Kasım ayı bu sene 5 haftasonu çekiyor; bu da 5.haftasonu. Tedbir kararı her ayın 1. ve 3. haftasonlarında görüşme hakkı tanıdığı için haftaaşırı Erdek ritmi bozuldu. Cuma günü öğlen saat 13 gibi Mammut aramış, öğle yemeğine yemekhaneye indiğim cep telefonumu indirmediğim için yerime dönünce gördüm. Aklımdan herşeye rağmen önce Nemo'yu İstanbul'a getirdi de gel al mı diyecek acaba diye geçti. Aradım, beni aramışsın dedim. "Evet Dory, ama sen benden başka herkesi arıyorsun, bunlar yerine benimle konuşsan çok daha fazla yol alırdın" dedi. "Seninle çok konuştuk, bir şey değişmedi"- "Doktorları şikayet etmişsin, müdüre mektup yazmışsın, bunların Nemo'ya faydası olacağını mı zannediyorsun? " - "Bilemem, ama sen müdüre kim bilir neler anlattın ki o yazıyı verdi, ben de doğrusunu anlatmalıyım ki gerçekleri bilsin." - "Ben hiçbir zaman annesi Nemo'yu göremez demedim." - "Ne dediğin değil nasıl davrandığın önemli" ... Bundan sonra söylediklerini tam hatırlayamıyorum, sesi yükseldiği için ben de sesimi yükselttim, hemen sonra yan odalardan duyulacağını fark edip "iş yerindeyim, seninle daha fazla konuşamam" dedim. "İşin senin için Nemo'dan daha önemli demek" filan gibi bir şey diyordu ki "Hoşçakal" deyip kapattım. Ama belli ki müdüre yazdığım cevap etkisini göstermiş.

Yarım saat sonra Erdek'teki icra memuru telefonumu çaldırdı; geri aradım hemen. Babaanne 3 günlük faranjit raporu bırakmış! Tedbir kararını mı okumadılar, yoksa benimle dalga mı geçiyor, sen istediğin kadar doktorları şikayet et, bak ben nasıl rapor alırım mı diyor bilmiyorum.

Haftasonu evde, çoğunlukla mutfakta, kalan zamanda internette pasta ve süsleme araştırması yaparak geçti. Haftaya alabilirsem diye Nemo'nun doğumgünü pastası için fikir arıyorum hala. Bu arada da bir sürü denemek istediğim fikirle karşılaşıyorum tabii. Mesela ekler...

Shrek'in en sevdiği şeylerden biridir ekler. Pelit'in muzlu ekpasına bayılır. Ben de arasıra tariflerine rastlar, bir gün denemeliyim diye düşünürdüm, ama hiç kalkışmamıştım. Araştırmalarım sonucunda gördüm ki, hamurun hazırlanması herkes tarafından aynı şekilde tarif ediliyor, pişirme içinse birbirine zıt pekçok yöntem önerilmiş. İlk yaptığım partiyi küçük fırında pişirdiğim için üç tepsi tuttu, ikinci partiyi büyük fırında pişirdim, o da iki tepsi, tahmin edersiniz ki her birinde ayrı bir pişirme yöntemini denedim:)


Hamuru gerçekten de kolaymış. 250 ml su ile 90 gr tereyağ küçük bir tencerede kaynattım. Önceden elediğim 1 cup un, 2 tatlı kaşığı toz şeker ve yarım çay kaşığı tuzu birden içine katıp iyice karıştırdım; karıştıra karıştıra 2-3 dk daha ateşte tuttum. Ateşten alıp mikserle çırparak birkaç dakika soğuttuktan sonra teker teker dört yumurtayı içine kırıp karıştırdım (ilk partide el blenderi ile, ikinci partide mikserle). Yağlanmış yağlı kağıt veya silpat üstünde krema sıkacağıyla parmaklar, iki tatlı kaşığıyla cevizler yaptım. Bir tepsinin üstüne elimle 1-2 kaşık suyla hafif çırpılmış yumurta sarısı sürdüm, diğer tepsilerin üstünü ıslattığım parmaklarımla düzelttim.

Pişirme deneyleri ise şöyle:

1. tepsi: 220 dereceye ısıtılmış fırında 30 dk (bu partinin altları biraz yandı)

2. tepsi: 200 dereceye ısıtılmış fırında 20 dk, ısıyı 150 dereceye düşürüp 25 dk, fırını kapatıp kapağını açmadan 10 dk

3. tepsi (diğerlerinin pişmesini beklerken buzdolabına koymuştum): 200 dereceye ısıtılmış fırında 20 dk, ısıyı 150 dereceye düşürüp 20 dk, fırını kapatıp kapağını açmadan 15 dk

4. tepsi: 220 derecede 10 dk, 180 dereceye düşürüp aralık fırında 20 dk (ön kısımdakiler tamamen söndü)

5. tepsi: 180 derecede 20 dk, fırını kapatıp kapağını açmadan 10 dk

Sonuç: 2., 3. ve 5. tepsidekiler mükemmel kabarmakla birlikte 2. ve 3. daha yumuşak, 5. daha kıtır oldu.

Uzun olanları ikiye yarıp pastacı kreması ve muz koydum, üstlerine pudra şekeri serptim; top şeklinde olanların içine pastacı kremasını ince uçlu krema pompasıyla doldurdum. Geçen bayramdan kalan madlen çikolatalar da işe yaradı. Bitterlerin bir kısmını az tereyağı ile benmaride erittim, topları içine batırdım. Ben bu işi sevdim. Süzmebal da sevdi; Shrek bayıldı. Zaten hepsini bitirdiğimiz için ikinci partiyi (4. ve 5. tepsileri) Pazar akşamı yaptım, yarın işe götürüp iş arkadaşlarına hava atacak galiba:))

24.11.08

Strese Karşı Zebra Cheesecake

Ne yani, yeniden diyete başladım diye denemek istediğim yapmayacak mıyım? Pöh.. hiç de değil. Ben azıcık tadar, gerisini ikram ederim...
dedim ama sonuç pek öyle olmadı. İkram ettim etmesine, bir kısmını Shrek'in annesine kahvaltıya giderken götürdüm. Zaten ondan gelmiş boş kaplar vardı, boş gitmemiş oldular. Ama sonuçta Cuma-Cumartesi birer dilim cheesecake ben yedim:(
Lafı uzatmadan mutfak macerama geçeyim. Nemo bir dahaki gelişinde geçmiş doğumgününün partisini istedi. Pastan nasıl olsun diye sorduğumda ise sizler nasıl seviyorsunuz diye sordu. "Yok yok, bu senin doğumgünü partin, pastanın senin en seveceğin gibi olması lazım" dedim. "O zaman çikolatalı" dedi. Ben bir haftadır pasta tarifleri, krema çeşitleri, süsleme teknikleri okuyup duruyorum tabii. Pandispanyayı şekilli keserek mi yapsam (uzay gemisi vs), düz (yuvarlak veya dikdörtgen) yapıp üstüne resim mi çıkarsam (donmuş krema tekniğiyle mesela)? Bu arada Bionicle merakı had safhada. Belki Metru Nui kalesi şeklinde bir pasta, matoran alfabesiyle süslü kurabiyeler filan yapabilirim.
Ben pasta kitaplarımı karıştırırken Shrek gözucuyla bakıp “a, şu güzel bir şeye benziyor, yapsana” dedi. Gösterdiği kakaolu mermer cheesecake’ti. Ben tarife sadık kaldım, ama karıştırıp mermer görüntüsü vermek yerine zebra bıraktım.

Blog camiasında bunca usta varken tereciye tere satmak gibi olacak ama merak eden varsa diye ben yine de kısa bir tarif vereyim. 900 gr krem peynir (Trakya Çiftliği beyaz krem peynir kullandım), 200 gr toz şekerle çırpılıp teker teker 3 yumurta katıllıyor; çok fazla çırpılmıyor. Karışım ikiye bölünüp birine 75 ml sıcak suda eritilmiş 50 gr kakao, diğerine ise vanilya katılıp karıştırılıyor. 20 cm’lik kelepçeli kalıbın içine yağlı kağıt döşenip yağlanıyor. Dönüşümlü olarak her iki karışımdan birer kepçe kalıba yavaşça dökülüp bitene kadar devam ediliyor. Önceden 180 dereceye ısıtılmış fırında, yarısına gelecek kadar su dolu daha büyük bir kabın içinde 1,5 saat pişiriliyor. Telin üstünde soğutuldıktan sonra çevresinden bıçak geçirilip bir tabağa ters çıkarılıyor. 75 gr Burçak bisküvisi unufak edilerek üstüne serilip, sonra tekrar bir tabakla ters çeviriliyor. Bütün bu işlemler sırasında problem çıkmaması mucize gibi, değil mi? Tarifte en az 3 saat, tercihan 1 gece buzdolabında soğutun diyordu. Biz ertesi akşam yedik, ama bu meret durdukça güzelleşiyor, her yediğimizde daha güzeldi.

Peki stres nerede? İşte burada. Ben parti planları yapadurayım, öteki mahkeme dosyasına yeni bir dilekçe koymuş. Efendim, öncelikle annesi olarak görmek elbette benim hakkımmış, ancak kocamla aralarında derin husumet varmış; bu nedenle oğlumun kocamla bir araya gelmesi oğluma duygusal ve fiziksel zarar verirmiş. Ayrıca ekine okul müdüründen alınmış bir yazı koymuş; Cumartesi günleri etüdler ve seçmeli sosyal etkinlikler varmış; Nemo kendi isteğiyle binicilik seçmiş; ailesi bir yıllık etkinlik ücretini ödemiş; bu kurs ve etkinliklere katılmaması çocuğun başarısını olumsuz yönde etkileyecekmiş. Bunlar dikkate alınarak tedbir kararı, kocamla bir araya gelmeyecekleri ve etüd ve etkinliklerinden geri kalmayacağı şekilde düzenlensinmiş. Aaaagh!!#$&!!! Yok, kızgınlık duygumu yok edemiyorum işte! Hakimin bu zırvayı dikkate almaması gerekir, ama bu ülkede ona da güven olmuyor ki!

16.11.08

Kısacık da Olsa

Gecen hafta gitgide şiddetlenen grip Çarşamba işten erken cikip Perşembe günü de bütün gün uyuduğumda ancak biraz hafifledi. Cuma biraz daha iyi gibiydim. Yine de yola çıkmadan Erdek İcra'yı aradım, rapor getirip getirmediklerini sordum. İcra memuru da dışarılarda hacizdeymiş. Mammutu arayıp sormuş, "zahmet edip gelmesin, rapor getireceğim" demiş, veya kulaktan kulağa bu kadar geldi. Dosyada rapor olmadığına göre belki de beni atlatmaya çalışıyor diye düşünüp yola çıktım yine de. 15:15 Pekdik-Yalova, oradan da Erdek 2,5 saat, 18:30'da oradaydık. Annemle oturup sahilde birer kuzu şiş yedik. Sonra adliyede icra memuru ve rehber öğretmenle buluştuk, saat 20.00'de kapılarındaydık. Babaanne kapıyı açtı, Nemo arkadan göründü, yüzü aydınlanarak "Anne, aklıma da gelmişti çünkü rüyamda görmüştüm" dedi ve boynuma sarıldı. O içeri hazırlanmaya gitti, babaanne "yolda rahat etsin diye üstünde eşofman var, yarın dışarıda giymesi için de kıyafet hazırlamıştım, onlar vereyim mi?" dedi; baktım, kapının dibinde bir torba içinde birkaç giysi, yanında okul çantası hazır. "Cumartesi günleri dersaneye gidiyor, iki haftada bir de sınavları oluyor, geçen haftalarda o yüzden öyle oldu; bu sene biraz sıkı tutuyoruz, notları da çok iyi" gibi birşeyler dedi. Dinlerken gözlerinin içine baktım dosdoğru, cevap vermedim. İki yanlış bir doğru etmiyor hayatta. Çocuğun orada ve onunla olması yanlış, şimdi dersleri aksamasın diye annesiyle görüştürmemek de hepten yanlış!

Biz pür neşe yola düştük yine, ama bu kez 21.30 Bandırma-Yenikapı feribotuna bindiğimiz için rahat geldik. Annemi eve bıraktık. Bizim eve gidene kadar da ben Nemo'ya görüşmeyeli neler olduğunu anlattım, Shrek'le evlendiğimizi, artık onun da bizimle yaşadığını, Süzmebal'ın da haftasonları geldiğini bir bir anlattım. Biraz bozuldu. Ben de şu anda büyük bir değişiklikle karşı karşıya olduğunu ve nasıl olacağını bilmediği için endişelendiğini, ama onunla olan yaşamımızın bu durumdan etkilenmeyeceğini, bunu gördüğünde onun da hoşuna gideceğini, onun yine benim bir tanem olduğunu anlattım. Bana "tek bir şartla kabul ederim, o da ben istemediğim sürece kimsenin benim odama girmemesi" dedi; ben de "tamam, zaten bu her zaman ve herkes için geçerli" dedim. Yine de eve biraz tedirgin girdi; önce Suzmebal'ın odasına girip şöyle bir baktı, o uyumuştu bile; sonra kendi odasına gitti, "oh neyse, herşey bıraktığım gibi, odamı çok özlemişim" dedi. Odasında oyuncakları ortaya çıkardık birlikte. Sonra Shrek gelip biraz sohbet etti onunla, sinema odasını gösterdi. Projeksiyon perdesinin motorunun sesine Süzmebal da kalktı, merhabalaştılar, sabah oynarsınız dedik, tekrar uyumaya gitti. Biz Nemo'yla daha uzun süre oturduk, biraz oyun oynadık, biraz film seyrettik, yattığımızda 2:30 olmuştu.

Sabah 8:00'de kalkıverdi. Ben zaten bütün gece bir gözüm açık uyudum desem yeridir. Ben kahvaltı hazırlayana kadar Nemo'yla Süzmebal kaynaşmışlar, birlikte oynamaya başlamışlardı bile. Bütün gün de kah benimle oynayarak, kah onlar wii oynarken ben yanlarında oturarak, kah film seyrederek geçti. Bir ara İstinye Park'a gidip geçmiş doğumgünü-yılbaşı- karne hediyelerinde birini aldık. Shrek'in de Süzmebal'a pantolon alması gerekiyordu, onlar da o işi halletti. Sonra oturup fast food birşeyler yediler. Biz yalnızken bir ara Nemo hafif kinaye bir tonla"senin de artık iki çocuğun oldu, onunla da ilgilenirsin artık" dedi. "Yok" dedim, "onun kendi annesi var, ben onun sadece Dory ablasıyım. Aynı Shrek'in senin Shrek abin olması gibi. Sen benim bir tanecik sevgili oğlum, biricik aşkımsın."

Birlikte uzun zaman geçirebilsek bunun doğruluğunu hissedecek, ama şimdi sözlerin gerçekliği ne kadar olacak, bilemiyorum. Babasının bu durumu öğrenirse çok kızacağını düşünerek de endişelendi. Onun zaten bildiğini, bundan çekinmemesini söyledim ama babası sorarsa buradaki yaşamı hakkında mutlu, coşkulu konuşamayacağını biliyorum. Yazın gizli gizli beni aradığında babasının telefon faturasından fark ettiğini ve çok kızdığını da anlattı. Oldukça üstü kapalı geçti ama sonra yalnızken annem sıkıştırdığında, oda hapsi cezası verdiğini, ama en kötüsünün bağırması olduğunu anlatmış.
Pazar günü 14:00'te bırakmam geektiği için 10:00'da yola çıktık, anneanneyi alıp Pendik-Yalova, Bursa üstünden gittik yine. Daha önceki tedbir kararı Pazar akşamına kadar olduğu için öğleden sonraya kadar vaktimiz olurdu. Gerçi çok buruk, çok hüzünlü geçerdi ama yine de burada ve birlikte geçirdiğimiz zamandı işte. Bu kez Cumartesi akşamından "yarın ne yaparız?" diye sorduğunda "Hayatım, yarın sabah kalkınca yola çıkmamız gerekiyor, çünkü bu son mahkeme kararına göre seni öğlen 2'de Erdek'e bırakmalıyım" dedim. Suratı asıldı yine, "neyse, ne yapalım, bir sonraki sefer Cuma alıp Pazar bırakacaksın ama bayram olduğu için Salı tekrar alacaksın nasıl olsa" dedi. Her durumda iyi bir taraf bulma huyunu kesin benden almış.
Yolun yarısını uyuyarak geçirdi, sonra bir yerde durup bir şeyler içtik, ayıldık. Bütün haftasonu fotoğraf makinasından kaçmıştı ama giderayak cep telefonuyla birkaç poz çekmeme izin verdi, hatta güzel bakıp gülümsedi.

Erdek'e vardığımızda, babasının arabasını evin önünde görünce omuzları iyice çöktü, ama yüzüne sahte bir gülümseme yerleştirdi. Arabadan inince sarılıp öpüştük, vedalaştık, kapılarını çaldık. Babası açtı, "vay Nemo, nerelerdeydin?" dedi, o da aynı ses tonunu taklit ederek "buradayım" dedi ve içeri girdi ve bir daha bana dönmedi. Ben de "çantalarını da al" dedim ama sonra "buraya bırakıyorum" diyerek elimdeki çantaları kapının içine yere bırakıp "hadi hoşçakalın" dedim ve dönüp merdivenlerden inmeye başladım. Mammutun sesi duyuldu "adam yok mu? hani şu icracılar" dedi. Birkaç basamak aşağıdan "yok, bırakırken gerek yokmuş" deyip uzaklaştım. Sonra da 15.30 feribotuna binip döndük annemle. Motorlar çalışmaya başlar başlamaz uyuyup Yenikapı açığında motorlar yavaşlayınca uyandım.

1.11.08

Yeniden Mutfakta

Geçen haftasonundan bu yana iyiyim. Gerçekten. Haftasonu Süzmebal'ın gelişiyle ister istemez toparlanmıştım. Sonra Pazar günü geleceğini haber veren arkadaşlar için hazırlık yapmak da iyi geldi. Salı günü terapiste tekrar gittim. Ona da anlattım neler hissettiğimi. "Ben vazgeçin demedim. Zaten böyle bir şey demeye hakkım da yok. Ama tecrübeme dayanarak olanı kabul ettiğinizde yeniden yaşama katılacağınızı, yaşamın akmaya başlayacağını söyledim. Siz bunu pes etmek gibi algıladınız herhalde" dedi. Bir de -başka kelimelerle söyledi, bu benim anladığım- mücadele ederek karşı tarafın davranışının sorumluluğunu kendi üstüme aldığımı söyledi. Ne değişik bir bakış açısı... Ben kendimi paralayarak onun yaptığı şeyi iyi etmeye, iyiye döndürmeye çalışıyorum ve onun yükünü sırtlanmış oluyorum. Diğer bir aydınlanma anını da öncelikleri sıraladığında yaşadım. "Önce insan, sonra evlat, sonra kadın, sonra eş, sonra anne, sonra iş sahibisiniz. Beşinci sıradaki önceliğinizi en öne almaya çalışmayın" dedi.

Perşembe günü lise kız grubu akşam yemeği için buluştuk. Ortaokula başladığımızdaki sınıfımızda 8 kızdık. Sonra gidenler ve gelenler oldu ama bu sekizlinin bağları kadar güçlü olamadı. Hoş şimdi o zamankinden daha yakın hissediyoruz, o da ayrı mesele... İşte bu 8 kızın altısı o akşam Nişantaşı'ndaki Hünkar'da buluştu, sofrada memleketi kurtardı. Kimimiz liberallikten yerden iki karış yukarıda, kimimiz kötümser, ümitsiz, kimimiz neredeyse politikaya atılacak, konuştuk durduk. Garsonlar epey bir beklediler, biz de kalkalım da kapatsınlar diye. Baktılar ki bulmuşken bırakamıyoruz birbirimizi, sonunda kibarca belli ettiler. Biz de kalktık ama onlar ortalığı toparlayıp kapıyı kilitleyip çıktığında biz hala kaldırımda çene çalıyorduk. Sohbetin, arkadaşlığın tadı damağımızda kaldı.

Cuma günü, bu haftasonunun Kasım'ın ilk haftasonu olması nedeniyle Erdek yolları göründü bana. Saat 14 gibi işten çıktım, annemi almaya gidiyordum ki Erdek İcra'ya telefon edip geleceğimizi haber vereyim dedim. Babaanne aldıkları 3 günlük raporu peşin peşin getirmiş bile. Geçen sefer sözde hasta çocuğun evde değil de babasıyla başka yerde olduğu tutanağa geçtiydi ya, bu kez yüzleşmeden engellemek istemişler demek ki. Yine de oraya gidip kös kös dönmektense kös kös eve dönmekten şikayetçi değilim.

Bu kez daha çabuk atlattım. İyi hissettiğim her anın üstünde bir "ben şimdi çocuğumdan uzakta kahroluyor olmalıydım" gölgesi vardı ya, galiba terapistin sözleri bunu hafifletti biraz. Erkenden eve gitmiş oldum. Zaten Süzmebal okul servisiyle bize geleceği için Shrek de erken gelmişti. O oğlunu karşıladı, banyo yaptırdı, ben biraz uyudum. Yemekten sonra onlar film seyretti, ben internette dolaştım. Akşamüstü uyuyunca gece uykum gelmek bilmedi tabii. Shrek'in çok sevdiği, kaç zamandır sayıkladığı kurabiye tarifini buldum. Meğer istediği "shortbread"miş. Gece gece oturup "shortbread" pişirmeyi denedim.

Cumartesi ne kadar evcimen bir aile olduğumuzu bir kez daha kanıtladık. Bu güzel güneşli havada neredeyse bütün gün evde oturduk. Önce Süzmebal'a biraz piyano çalıştırdık. Sonra da ben biraz çalıştım. Geçen gün aklıma hem CD'si hem notası olan ne var diye bakmak geldi. Beethoven sonatlar bu tarife uyuyordu. Notaları kucağıma alıp izlerken bir yandan da dinliyordum. Sonra ilk sayfasındaki indexte hocamın işaretlerini gördüm. Birden bire unuttuğum -daha doğrusu bilinçaltıma ittiğim- bir şeyi hatırladım. Bazılarının başında kurşunkalemle atılmış tek çarpı, bazılarında ise çift çarpı vardı. Senenin başında hocam hangilerinin o sınıfa uygun olduğunu işaretler, ben evde bakıp o sene hangisini çalışacağımı seçerdim. Bu sahne 3 sene filan yaşanmıştı. Bir sene ben Pathetique sonatı çalışmak istemiştim, o da işaretli, ama çift çarpılıydı. Hocamsa "yok, o senin için zor" demişti, ve onu seçememiştim. Tüm öğretmenler çocuk psikolojisinden anlayacak ve duyarlı olacak diye bir şey yok ki... Neyse, sonuçta ben iki gündür Pathetique'in ilk sayfasını çalışıyorum.

Sonra Süzmebal'ın Almanca ödevini yaptırdım. Çocuk çok iyi sabretti, 2 saate yakın sürdü. Piyano dersine gitmeden önce babasıyla gidip aşağıda biraz futbol oynadılar. Onu derse bıraktığımızda biz de İstinye pazarına uğradık, sebze-meyve alıp geldik. Öncesinde evde neli sorbe yapacağımızı konuşmuştuk zaten. Sonunda Trabzon hurmasında karar kılınmıştı. Bu haftasonu Shrek'in favorileri oldu, en sevdiği meyvanın sorbesi, yanında en sevdiği tereyağlı bisküvi...





Trabzon Hurması Sorbesi


3 olgun Trabzon hurması (3 cup püre)
3/4 cup tozşeker
1 cup su
1 çorba kaşığı limon suyu
1 çorba kaşığı Martini (tarifte rom yazıyordu)


Hurmaların içini kaşıkla çıkarın, blender ile püre yapın. Kısık ateşte 5 dk pişirin.
Şeker ve suyu ocakta karıştırarak şerbet yapın, 5 dk kısık ateşte pişirin. Şerbetle meyva püresini karıştırın. Soğumaya bırakın. Buzdolabında iyice soğuyana kadar bekletin. Dondurma makinasına koyup bir limon suyu ve martiniyi ekleyin. Dondurma makinası yoksa metal veya payreks yayvan bir kapta buzluğa koyup yarım saatte bir çatalla karıştırarak da yapılabilir.



Shortbread


2 cup (=280 gr) un
1 tutam tuz
226 gr tereyağı (oda sıcaklığında)
1/2 cup (=60 gr) pudra şekeri
Yarım çubuk vanilyanın içi


Unla tuzu birlikte eleyin, bir kenara koyun. Tereyağını 1 dk krema olacek şekilde mikserle çırpın. Pudra şekerini ve vanilyayı ekleyip 2 dk daha çırpın. Un karışımını ekleyip ancak yetecek kadar karıştırın. Disk şekli verip streçfilmle sararak buzdolabında 1 saat soğutun. Çıkardığınızda hafif unlu yüzeyde açın. Kalıpla kesin. Kalıbı her seferinde una batırın. Yağlı kağıt serilmiş tepsiye dizin. Tezgahtan spatula yardımıyla kaldıracağınız kadar yumuşak bir hamur olmuş olmalı. Tepsiyi buzdolabına koyarken fırını da 175 dereceye ısıtmaya başlayın. 15 dk sonra buzdolabından çıkardığınız tepsiyi fırının orta rafına sürün. Hamuru 0,5 cm kalınlığında açtıysanız 10-12 dk, daha kalınsa yaklaşık 15 dk sonra hafifçe renk değiştirdiklerinde fırından çıkartın. Tel üstüne alarak soğutun.