27.10.09

Ekim Bitmeden

Bu blog günlük değil, aylık oldu artık... Bir bakıyorum, yine bir ay geçmiş.
15 günde bir, haftasonu 1000km yol yapıyorum. Cuma git-gel, Pazar git-gel, Yalova-Erdek arasını araba ezberledi, neredeyse kendi gidecek. Ekim'in ilk Cuma günü ablam da İzmir'den otobüsle Bandırma'ya geldi, Nemo'yu alıp birlikte döndük; Pazar da tersini yaptık. Kış tarifesi nedeniyle Pazar günü karadan gideceğimizi öğrenince Nemo "her şeyin iyi tarafı var, 2 saat yerine 5 saat birlikte geçireceğiz" dedi. Yavrum oraya bırakılış saatinin aynı oluşuna, evden daha erken çıkacak oluşumuza değil, yolculuk kısmına bakıyor bir tek...
Şeker Bayramı da, sonraki haftasonu da hem çok güzel geçti, hem de sonu çok hüzünlü bitti. Nemo artık iyice sabırsızlanmaya başladı. Gitmek istemiyorum diye ağlarken onu avutmanın hiç yolu yok.
Bursa otobanından çıktıktan sonra, göl manzaralı bir mola veriyoruz hep, birşeyler içip hava güzele azıcık top oynuyoruz. Son iki seferdir Nemo "kendimi salıncağa kelepçelesem... araba bozulsa... fırtına çıksa..." diye diye ne olursa onu götüremeyeceğim üstüne senaryolar kuruyordu.
Ablamlar karı-koca emekli artık. İzmir'de emekli maaşıyla geçinilebiliniyor hala, ama onların gönlünden geçtiği gibi gezilmiyor, hele de sonunda bir ev alıp tüm birikimlerini tüketince... Şimdi son bir şans daha çıkmış, AİHM'de açılan geçici bir kadroya ablamı çağırmışlar, 2 yıllığına Strasburg'a gidiyorlar yine. Hem gezer hem para biriktirirler...
Onların gidiş haberiyle benim AİHM'deki başvurumun Türkiye tarafına sorulup görüş istenmesiyle aynı zamana rastladı tesadüfen. Bu aşamada beni AİHM'de temsil edecek bir avukat bildirmem gerekiyordu; ablam oradayken AİHM'de çalışıp sonra Türkiye'ye dönen bir avukat hanımla onun sayesinde tanıştım. İçerdeki de, dışardaki de çok uzun süreçler, tesadüfen aynı zamanlarda biteceğe benziyorlar; muhtemelen bir senemiz daha var.
Grip aşısına karşı olanlar, düne kadar işe yaramadığını düşünüp artık bir de zararlı olduğuna inananlar, hatta her türlü aşıya kuşkuyla bakanların tarafındayım ben. Özellikle de ilaç sektörünün kıyısında duran işim, ama daha da çok ilaç firmalarına kendi ilaçları ile ilgili eğitim hazırlayan, o nedenle de o ilaçlara dair klinik araştırmaları tarayan doktor eşim nedeniyle, ilaç sektörünün durumlara yaklaşımı hakkında bilgilenirken, başka türlüsü zor... O klinik araştırmalarda kısıtlı sayıda denek alınıp (genellikle 100'den az), yarısına incelenen ilaç, yarısına plasebo veriyorlar ve sonuçta %3-5 farka "plaseboya göre anlamlı ölçüde etkili" deyip yayınlıyorlar. Üstelik bunlar genellikle bir takım hastalık bulgularının düzelmesini esas alıyor; deneklerin ne kadar süre sonra tekrar hastalandığına veya başka hastalıklarla karşılaştığına filan da bakmıyor!
Dini yaklaşımla iyilik-kötülük için kullanılan aydınlık-karanlık analojisi vardır ya, geçenlerde bir yerde okudum, sağlık-hastalık için kullanılmış, çok aklıma yattı. Sağlıklı olmayı ışığa benzetmiş, varlığında karanlığın, yani hastalığın yok olacağı... Sağlık düzeyin ne kadar iyiyse, maruz kaldığın dış etkenler, virüsler, mikroplar o kadar etkisiz anlamında. İçindeki cıva ve aluminyum nedeniyle aşıların bağışıklığı özellikle bozduğuna dair yayınlara rastlıyorum üstelik. Sağlıklı beslenme ve dinlenme hepsinin ilacı...
İki hafta önce bir fuar için Madrid'deydim. Gittiğimiz gün akşama doğru kırıklık ve korkunç bir başağrısı başladı. Akşamüstü otel odasına çekilip yemek için bile dışarı çıkmadım, tam 13 saat uyudum. Hatta o sabah havaalanına gitmek için saatimi 5.30'a kurmuştum. O saatte alarm çaldı; yaklaşık 12 saat uyumuş olmama rağmen alarmı susturup uyumaya devam ettim. Sabah kalktığımda hala hasta hissediyordum, ama öğlene doğru kendime geldim, gözlerim açıldı, sonra da birşeyim kalmadı.
Madrid'in kara iklimi sabahları buz gibi, öğleden sonra yaz sıcağı, akşam ılık bir bahar gibi. Sabah üstüste fanila-gömlek-ceket-şal giyip gün boyunca yavaş yavaş soyunmak gerekiyor; akşamüstü otele dönerken gömlek kolları sıvanmış, fanila, şal çoktan çantada, ceket kolda, ayakkabılarımı elime alıp yalınayak yürüme arzusuyla doluyordum. 3 gün kalıp Perşembeden döndüm, çünkü Cuma Nemo'yu almaya gidecektim yine.
Son Erdek seferimde Cuma 18.30 feribotuyla Bandırma-Yenikapı, Pazar 18.00 feribotuyla Mudanya-Yenikapı yaptım; gidişler eski usül Eskihisar üstünden. O arabalı vapurun tadı da başka... Bu sefer Erdek'e giderken yüreğim ağzımdaydı çünkü 13 Ekim'deki celsede pedagog raporu dosyaya girdi; Nemo'nun annesiyle kalmak istediğini, orada huzurlu olacağını, babaya karşı kızgınlık ve korku karışımı hisleri olduğunu öyle açık yazmış ki adam, babası mahkemenin sonucundan ümidini kesip, haftasonu görüşmemize engel olursa diye korka korka gittim. Hakim sadece bir ay sonraya tarih vermiş bir de, bu artık kararını verip bitirmeye niyetli demek. Tabii daha temyiz edecekler... bu okul yılı Erdek yollarına devam. Neyse ki korktuğum gibi olmadı...
Güle oynaya döndük eve, başbaşa bir Cumartesi geçirdik -çünkü Shrek bir seminer için İzmir'deydi-, lego oynadık, evde film seyrettik, sinemaya gittik, kitapçıda, oyuncakçıda gezdik, çocuklar için yaratılmış yapay yağmur ormanlarında limonata içtik. Sinemadan çıkarken Nemo'ya "bak animasyon bir çocuk filminde ağlayacak kadar duygusal bir annen var" dedim, "eh, gülü seven dikenine katlanır... ama ben bunca zamandır hiç diken bulamadım sende" dedi... (Ağladığım film de Up! Ama yaşlı adamın karısına duyduğu sevgi, bir ömrü paylaşıp tüketmeleri bana çok dokunaklı geldi.)
Okulda test yapmışlar, Nemo sağ beynini kullanıyor çıkmış, bende o testler hep sağ-sol eşit çıkar. Bir de Sosyal Bilgiler öğretmeni babaannesine "çocuk annesiyle kalmak istiyor, siz aradan çekilin, istismar etmeyin" demiş; babaanne de öğretmene kızan bir tavırla bunu Nemo'ya anlatmış! Herhalde kadın hiç anlam verememiş öğretmenin sözlerine... Oğlan da "öğretmene ben bir şey anlatmadım ki, aklımı mı okuyorlar" diyor...
Pazar günü yine aynı hüzünlü dönüş yolculuğu ile geçti ve haftasonu böylece bitti. Ekim 5 haftasonu çeken kötü aylardan; o yüzden bu kez üç hafta sonra görüşebileceğiz.
29 Ekim'den hayır gelmiyor, haftasonuna birleştirip 4 günlüğüne bir yerlere kaçılırdı ama Shrek'in vermesi gereken bir eğitim var yine; ilaç firmaları eğitim alacak mümessillerine 29 Ekim'i yar etmiyor.
24-25 Ekim haftasonu için "Batı Karadeniz'de sonbahar renkleri ve mantarlar" diye bir tura yazıldık. Cumartesi Yedigöller, Safranbolu'da konaklama, Pazar günü Yenice ormanları... Turları sevmeyiz normalde ama tur lideri Yard.Doç.Dr. bir orman mühendisi, flora ve vejetasyon üstüne yayınları olan, botanik bahçe kurma çalışmaları olan, belgesel danışmanlığı yapan vs. Ama bu eğitimin hazırlığıyla uğraştığı için iptal etmek zorunda kaldık. Gitsek de aklı işte olacağı için huzurlu geçmeyecekti nasıl olsa...
İşte bunlarla dolu olunca günler, korkutucu bir hızla da geçiveriyorlar.
Bu arada, Saturn yakında Başak'tan Terazi'ye geçiyormuş. Yani önümüzdeki 2,5 yıl boyunca orada kalmak üzere, Koç'un ilişkiler (evlilik veya ortaklık) alanına, Yengeç'in ise ev ve aile alanına...
Saturn, insana girdiği alanda sorumluluklarını ve görevlerini hatırlatan, zorlayan, sınayan, temelin sağlamsa sarsılmadan atlatacağın, temelin zayıfsa çok şey öğreneceğin bir dönem getiriyor ama bence biz bu sefer güvendeyiz:))