21.1.09

Çocuklar, hangi sebzeyi seviyorsunuz?

Geçen haftasonu da Nemo'yla birlikteydik:))
Cuma akşamı gittiğimizde babaannesiyle evde bulduk, aldık geldik.
Az uyuduk, çok oynadık (aslında artık daha çok Süzmeballa oynadılar, ben seyrettim).
Geçen sefer bana ısmarladığı Bionicle serisi lego robotuna çok sevindi; bir yenisini ısmarladı:)
Oyuncaklarını toplamadığıma da çok sevindi; "yaşasın, aynı bıraktığım gibi, toplasaydın yeniden hepsini düzenlemem gerekecekti" dedi. Halının üstünde saçılmış oyuncaklar meğer film seti gibi bir savaş oyunu dekoruymuş.
Cumartesi gecesi sinema düzenine geçerken -ben mutfakta mısır patlatıyor, Shrek ve çocuklar film seçiyorken- Nemo dönüp Süzmebal'a "bugünden üzülmüyorum, yarın üzülürüm nasılsa" demiş. Telkinlerim işe yaramış...
Şubat tatilinin ikinci haftasında yine geldiğinde neler yapacağımızın hayalini kurduk.
Meğer o da -benim onun yaşında yaptığım gibi- gece yattığında, seyrettiği filmlerin başrolüne geçip oynadığını hayal edermiş.

Pazar sabahı 9.30'da yola çıktık. 14'te Erdek'teydik, tam tedbir kararında yazan saatte. Babası açtı kapıyı, ama o kadar geride duruyordu ki suratını görmedim bile (ben de merdivenin son basamağından ileri gitmedim doğrusu). "Hoşçakal oğlum" dedim ve döndüm. Yine peşimden seslendi "icra memurları nerde dory?", "bilmem, yerlerindedirler herhalde". Ne saçma dialog değil mi?
15.30 Bandırma-Yenikapı feribotuyla döndük. Yol boyunca uyudum; iki gecelik uykusuzluğu telafi ettim.
Bu kez daha az sarsıldım.

Cumartesi sabahı kahvaltıdayken Shrek çocukları sevdikleri yiyecekler üstüne sorguya çekti. Nemo hemen hemen hiçbir şeyi sevmiyor, ama aslında hiç de fena yemiyor. Süzmebal brokoli, ve karnıbahar bile yiyor, ama herşeyi yarım bırakıyor. İkisi de köfte seviyor. Ispanak hem Süzmebalın hem Nemonun sevdiği tek sebze.

Ben de akşam yemeği için onlara Ispanaklı Çanak Köfte yaptım. Bizim şirketin yemekhanesinde son zamanlarda yapılmaya başlandı. Ben de o kadar severek yiyordum ki evde yapmak için fırsat kolluyordum zaten.

Sofraya çağırınca ikisi de gelip oturdu, bizi beklemeden başlayacaklardı, zor durdurduk. Shrek Süzmebala, ben Nemoya "dur oğlum, hep birlikte başlayalım" diyorduk. Bir yandan Shrek fotoğraf çekiyor, bir yandan Süzmebal elinde çatal pilava dalmak üzere bekliyor; Shrek "dur başlama" dedikçe "başlamıyorum ki" diyor, Nemo bu sahneye kıkır kıkır gülüp o da başlayacakmış da eli havada donmuş gibi duruyor (ve Recep İvedik mimikleri yapıyor). Ben de katıldım eğlenceye tabii. Sonunda havada donmuş çatallarımızla bir fotoğrafımız oldu.


Köftenin tarifini de vereceğim tabii:)

Ispanaklı Çanak Köfte

500 gr kıyma, 1 soğan rendesi, 1 yumurta, 2 dilim bayat ekmek, tuz, karabiber, kimyon ile köfte yoğrulur. 8 parçaya bölünüp enginar çanağı gibi şekil verilir. Yağlanmış tepsiye dizilip 180 derece fırında 20 dk pişirilir.

Köfteler fırındayken 350 gr ıspanak ince doğranır. Küp doğranmış soğanla zeytinyağında kavrulur. İki yemek kaşığı kadar un eklenip rengi dönene kadar kavrulur. Yarım çay bardağı kadar da süt eklenip yedirilir.

Bir yemek kaşığı salça biraz zeytinyağında kavrulur. Bir su bardağı sıcak su eklenip karıştırılır.

Köfteler fırından çıkarılıp ıspanak püresi üstlerine paylaştırılır. Birer tutam kaşar peyniri rendesi konur. Salçalı sos dibine dökülür. Yarım saat daha fırında pişirilir.

Süzmebal uyandı hemen, "sabah biz köfte ve ıspanak seviyoruz dedik diye ikisini birlikte mi yaptınız?" diye hayretle sordu. Aç değilim diyen Nemo o sırada başlamıştı bile.

9.1.09

Her Çıkışın Bir İnişi Var

Benim oğlum büyümüş de annesinin kucağına ancak sığarmış; yine de anneciğini kırmamak için kucağına oturup poz verirmiş. Annesi gibi çok çabuk büyümüş, yaşıtlarından en az iki yaş büyük dururmuş benim oğlum. Annesi gibi iyi öğrenciymiş hem de, iki günlüğüne İstanbul'a geldiğinde bile ödevlerini yapıverirmiş iki arada bir derede. Koca bebek, hala zıplaya zıplaya koşarmış sevindiğinde.
Kasım ortasından beri kah raporlarla, kah gidip de bulamayarak katlanan özlemimize ilaç oldu geçen haftasonu. 1 Ocak Perşembe akşamı Mammut aradı, evine götürmemen koşuluyla anneannesine bırakırım dedi. Yok dedim, söz möz vermem, onun yeri benim yanım, benim yerim evim, ne yapacağıma da karışamazsın. 1 saat sona gidip anneme bırakmıştı, ben de hemen gidip aldım, eve getirdim. Hadi eve gidiyoruz dediğimde nasıl korktuğunu, ağlamaklı bir yüzle, ya babam öğrenirse, ya bir şey yaparsa diye endişelendiğini, şimdi beni bir daha hiç getirmeyecek diye endişelendiğini bir görseniz.. Bak ben korkuyor muyum? hayır. peki en kötü ne yapabilir? bağırır, kızar.. kızsın, ne olacak? vurursa? yok canım, daha neler? ama daha önce sana vurduydu.. o çok önceydi, yıllar geçti; hem şimdi herşeyin suçunu Shrek'e atıyor nasıl olsa, ona sataşırsa da cevabını alır. Böyle diye diye biraz yatıştırdım, ama ertesi akşam babasının aradığını telefonun ekranından gördüğünde panik atak geçiriyordu neredeyse. Cuma gününü evde birlikte geçirecektik, ama annemin de babası ararsa, ben size bıraktıydım, niye orada değil derse diye korktuğunu anlayınca dışarı çıktık, uğrayıp annemi de aldık, bir alışveriş merkezine gittik, oyuncak aldık, hamburger yedik, petshop vitrinindeki kedi ve köpek yavrularına üzüldük, sonra çıkıp annemi evine bıraktık, biz de eve döndük. Tesadüfen ablamların gelip haftasonunu annemlerde geçireceği zamana rastladığı için rahattık. Nitekim Cumartesi akşamı Mammut annemi aradığında ablam konuşmuş; o gece annemin evine gittiğinde de eniştem konuşmuş. Konuşmuşlar da ne olmuş derseniz, hiç... Ama hiç olmazsa annem heyecanlanmamış, benim de aklım onda kalmamış oldu.
Cuma akşamüstü Süzmebal da geldi, birlikte oynadılar, konuştular, akşam hep beraber yemek yedik, çiftli blöflü pişti oynadık, film seyrettik. Cumartesi sabahı ablam, eniştem, kızları, onun kocası ve annem bize kahvaltıya geldi. Tesadüfen Bursa'lı bir arkadaşımız da oğluyla günübirlik gelecekti. Çocuklara sehpada kahvaltı sofrası kurdum, büyükler masaya geçti. Nemo diğer çocuklara kahvaltıda film seyredelim mi diye sordu, onlar olur dediler elbette. Ben tam "ama şimdi TV içeride, gak guk" diyecekken Nemo gidip portatif DVD oynatıcısını getirip sehpaya koydu. Kahvaltı kalabalık ve gürültülü geçti, sonrasında biraz oturup sohbet edildi, kahveler içildi, sonra da gittiler zaten. Sonradan düşündüm de, herkes sanki Nemo hep bizimleymiş, hayat tamamen normal akışındaymış gibi davranıyordu; sanki haftaya gelseler yine Nemo orada olacakmış gibi, sanki görmeyeli bir sene olmamış gibi. Belki ablamlar da bir süredir Fransa'da yaşadıkları içindir.
Cumartesinin misafirler gittikten sonraki kısmı kah oyun oynayarak, kah sohbet ederek geçti. Akşam Nemo'nun çok özlediği bir eğlence yerine gittik; yine bir oyuncakçı turu attık haliyle; sonra da eve döndük. Döndüğümüzde artık iyice ayrılacak olmanın hüznü çökmüştü üstüne, hiçbir şeye tutunamaz oldu. Biraz oyun, sonra hep beraber bir film seyredip Shrek'le Süzmebal'ı yatırdık, biz oturmaya devam ettik ama sonra ben de onun yatağının üstünde uyuyakaldım.
Pazar sabahı babasına mesaj attım, "annemden kaçta alacaksın? almayacaksan Erdek'e götüreceğim" dedim. Cevap gelmeyince yola çıktık. 11:30 gibi, biz Yalova feribotundayken "neredesiniz" diye mesaj attı, "Erdek yolundayız" dedim, "tamam" diye cevap geldi. Nemo'ya da gösterdim, bak dedim, baban seni Erdek'e götürüyor olmamdan memnun, herhalde onun da işi vardı, belki akşam arabasız gelecektir o tarafa; biz de memnunuz, çünkü yol boyunca, daha üç saat birlikte olacağız; gördün mü bak, korkmazsan herşey yoluna girer. Sonra zaman geçti, yol bitti, boynubükük ayrıldık. İcra memuru da "bu sefer üzgün gördüm Nemo'yu" diyor. E tabi geçen sefer bırakırken değil, alırken gördüydü, o zaman neşeliydi; bırakırkenki üzgün halini görmediydi ki...
Önce 15.30'daki Bandırma-Yenikapı feribotunu iki dakikayla kaçırdık. 17.30 Mudanya-Yenikapı feribotuna giderken cep telefonumla bilet almaya çalıştım. Yarım saat bir müşteri temsilcisinin açmasını bekledikten sonra bilet aldım, kredi kartı, güvenlik numarası filan verildi, 95 ytl teyid edildi, tam bankadan teyid beklenirken telefon kesildi. Mudanya'ya gittiğimde kredi kartımla alınmış bilet yok, bilet de kalmamış!@#&! Yalova'ya geldiğimde Pendik feribotu da iki dakika önce kalkmıştı; gidip Topçular'da sıraya girdim. Neyse, orada biraz sakinleştim, ne de olsa Gebze-Tarabya, sadece 1 saat filan yolum kalmıştı!Bende birşeyi yaşarken değil, sonradan çıkıyor acısı; bu hep böyle oldu.
O sırada -her neyin sırasındaysa- ya yukarıdaki dayanma gücü veriyor, ya güçlü görünmek işime geliyor, bilemiyorum artık... Sonraki bir hafta boyunca bunları yazacak gücü bile toplayamadım. Hasrete bile alışılıyor, çok neşeli olmasa da bir ritm tutturup gidiyor insan da böyle bir araya gelip çok mutlu olunca sonrasındaki çöküntü çok daha derin oluyor. Sonraki dibe vurma halini göze alıyorum elbette, yoksa sonra üzülmeyeyim diye sevinmemek, ayrılırsak üzülürüm diye aşık olmamak gibi saçma bir şey olurdu, ama aynısını oğlumun da yaşadığını düşününce kötü oluyor işte. Hem o şimdi gün sayıyordur.
Babaannesinden hiç bahsetmiyor buradayken. Konuşturmak için "babaannenin hangi özelliği farklı olsun isterdin?" dedim; düşündü taşındı bulamadı. "Peki, mesela sana yemek yemen için daha az ısrar etmesi olabilir mi?" dedim; "hah, nereden de bildin" dedi. "Başka?" dedim, "bir de seni bu kadar sevmememi istiyor" dedi...
Shrek'in de canı sıkkın bu aralar. Süzmebal'ın okul halleri, babasının söylediklerini umursamaz halleri; üstüne bir de bu haftaki gözaltı dalgasının içinde bir tanıdığın yer alması, gelecek endişesini iyice arttırdı. Başım sersem gibi, hep yorgun dolaşıyorum diyordu, bir de baktık tansiyonu 17/11! Dün akşam normale indi, ama bu sefer de sol tarafında uyuşma hissetmeye başladı. Sabah önce nörolog bir arkadaşıyla konuştu, sonra gidip mr çektirdik, bir şey yokmuş allahtan, ama artık bu kadar stresi ve hareketsiz yaşantıyı kaldıramayacak yaşta olduğumuzu bir kez daha idrak ettik. Bundan böyle her gün yarım saat yürüyüş bandı! Gıdamız zaten temelde sağlıklı ama yılbaşındaki gibi Gaziantep'ten hediye de gelse bir tepsi baklavayı yemeyeceğiz, hemen bir yere verip kurtulacağız diye diye dolanıyoruz.