25.5.08

Yalnız Haftasonu

Hayat akıp gidiyor; kayda değer bir şey yok aslında.
Shrek 4 günlüğüne İzmir'de. O olmadığında haftasonu bambaşka bir şekilde geçiyor. Süzmebal da gelmediği için pasta yapmama gerek yok. Hatta yemek yapmama gerek yok. Bugün markete uğrayıp bir şeyler alayım dedim; sepettekileri kasaya indirirken fark ettim ki yalnızken bambaşka şeyler alıyorum. Sepetten doğadan form çayı, göbek salata (Shrek kıvırcık sever), Activia yoğurt, ton balığı konservesi filan çıktı. Shrek buradayken salonda oturup müzik dinleyerek laptop kucakta geçer zaman; o yokken ben doğrudan içerki odaya gidip televizyonu açıyorum, ama laptop yine kucakta, çünkü internette banyo araştırması yapıyorum. Online katalogları devirdim, fiyat listelerini inceledim, beğendiğim modellerin fotoğraflarını indirip bir dosyada topladım, bugün de dükkan dolaşıp fiyat topladım. Of, çok zor bu iş... Evin herhalde 20 yıllık banyosu su koyverdi. Hem bizim salonun duvarı, hem de alt komşunun banyosu kabarmış durumda. Küvet de eski tip döküm olduğu için kırmadan doğru dürüst tamir edilemiyor; öyle büyük bir işe girişmişken de bari hepsini yenileyelim dedik. Şimdi istediğim gibi bir banyoyu en ekonomik nasıl yaptırırız diye kafa patlatıp duruyorum. Dün Koçtaş'a bakmıştım, yarın da Bauhaus'a giderim belki.
Yarın öğleden sonra bizim lisenin mezunlar günü var. Kızlardan biri bana gelecek, buradan birlikte gideceğiz. Shrek burada olsa muhtemelen onunla evde tembellik etmeyi tercih ederdim ama birkaç eski yüzü görmek de fena olmaz. Bu tip buluşmalarda neşeli olmak ve mümkün olduğunca iyi görünmek esastır. Şimdi bilenler bana Nemo'yu soracak diye gitmmezlik etmeyeceğim yine de. Hiç olmazsa iki ay önceki kilomda değilim. Strasbourg'dan sonra ben yine başladım diyete. Orada aldığım 2 kilo gitti, sonra 1 daha gitti, yani en başından bu yana 5 kilo oldu. Hayatımda ilk defa bu kadar yavaş veriyorum, bu yüzden de bu kez kalıcı olacağına dair çok umutluyum.
Shrek yok diye olan bir şey de bu akşamüstü eve gelince duş aldıktan sonra uyuyakalmam oldu. 2-3 saat uyuyunca şimdi oturup bunları yazıyorum. Yarınki buluşmada şiş gözlerim ve mor gözaltlarım olmasa daha iyi olurdu ama neyse...
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
Pazar sabahı önce iyi görünme faktörü olarak fön çektirme ile başladı; sonra Bauhaus, sonra eve gelip üst baş değiştirme, atlayan kahvaltı ve öğle yemeği yerine bir peynirli omlet derken mezunlar gününe birlikte gideceğimiz arkadaşım aradı, hastalanmış. Bir diğeri de piknik alanından aradı, hadi neredesiniz diyor. Hemen fırladım evden, zaten benim evden 10 dk uzaklıkta, park yeri bulmakla uğraşmayayım diye hatta caddeye çıktım, ya minibüs, ya taksi, artık hangisi önce gelirse... İlk geçen -ve durup beni alan- karısı ve çocuğuyla birlikte mezunlar gününe giden eski kocam oldu. İşte, okul arkadaşlarıyla evlenmenin sonu budur, genellikle uzun sürmez ve hayatınız boyunca karşılaşırsınız. Üstünden 10 küsür sene ve çok daha kötü şeyler geçince artık hiçbir şey demek değil bu, ama yine de tuhaf durum. Neyse, çok cici bir karısı ve 2.5 yaşında çok tatlı bir kızı var. 5 dk sonra oraya vardığımızda ben kapıda indim, onlar arabaya park yeri aramak üzere devam ettiler yola. İçeride biri bizim sınıftan, üçü yan şubeden, ikisi de benden iki sınıf büyük topu topu altı kişiye rastladım. Hepsiyle biraz biraz sohbet ettik, grup fotoğrafları çekildi -yakında facebookta görürüz-, hatta bir ara kendimi ex'in kızıyla top oynarken buldum (ben sadece elinden kaçırdığı topu ona geri atmıştım ama o oyuna başlayıverdi). Başka gelen olmayacağı belli olunca ben de biraz oyalanıp eve döndüm. Şimdi Bauhaus'ta not ettiğim fiyatları karşılaştırma tabloma yazacağım.
Piknikten ayrılırken çıkış yolunda yan şubeden bir arkadaşla yürüyorduk; okul zamanı tanımadığım ama sonradan ortak arkadaşlarımız nedeniyle epey görüştüğümüz bir çocuk. Yol boyunca bazı firmalar stand açmış, bazısı tanıtım, bazısı satış yapmaya çalışıyordu. Pek Amerikanvari, bize yabancı bir durum olduğunu konuştuk. "Bizim okullular öyle kolay kolay bir şey almaz, önce araştıracak, hepsine bakacak, ondan sonra" dedi, ve bu özelliğin bizim okulun verdiği formasyon nedeniyle hepimizde olduğunu söyledi. "Hah" dedim "ben de bana has bir şey zannediyordum!". Ne bileyim, daha dün Shrek benimle telefonda dalga geçiyordu "bu banyo işini bu kadar abartacağını düşünmemiştim, annemler de banyolarını yeniledi, Ümraniye'de bir dükkana gittiler, seçtiler, oldu bitti" diyordu. Haklı tabii, çok uzattım ama hem gönlüme göre olsun, hem ucuz olsun derken işler karıştı. Bir markanın lavabosu, öbürünün klozeti, banyoya göre olan başka, küçük tuvalete uygun olan başka marka... öff.
Bir de, Shrek dönsün artık, sıkıldım ben bu yalnız haftasonundan.

10.5.08

Denemeler - Rösti ve Çilekli Cheesecake

Anneler günü yazısı yazamayacağım, kusura bakmayın; onun yerine, hazır Strasbourg'dan yeni dönmüşken, ben size hafif bir gezi-yemek yazısı yazayım.


Strasbourg, Fransa'nın Almanya-İsviçre sınırında bir şehir. Avrupa Parlamentosu, İnsan Hakları Mahkemesi, Avrupa Konseyi olmasa, üye ülkelerin daimi temsilcilikleri olmasa, üstüne üstlük üç tane de üniversitesi olmasa silik bir şehir olarak kalırdı muhtemelen. Yine de Fransa'da olduğuna bakmayın, tarih boyunca bir Almanya, bir Fransa sınırları içinde kalmış. Shrek "bunlar Alman" deyip durdu, onlar da kendilerine Fransız'dan çok "Alzaslı" diyor zaten. Çok kapalı bir toplum, yabancılarla hiç dostluk kurmuyorlarmış, hatta sürekli kendi aralarında evlenmekten özürlü oranı çok yüksekmiş.

Bu coğrafi özellikleri yüzünden Strasbourg'da, biraz güneyindeki Colmar'da, gittiğimiz şarap üreticisi köylerde, Almanya sınırını geçer geçmez rastladığımız Offenburg'da, İsviçre'ye geçtiğimizde gittiğimiz Basel'da, birşeyler yemek üzere oturduğumuz her yerde hep aynı menü çıktı karşımıza. Fransa'da tart flambé olan Almanya'da Flammenkuchen'a dönüştü, İsviçre'nin Rösti'si adı bile değişmeden her gittiğimiz yerde karşımıza çıktı. Gerçi ben aynı şeyin farklı versionlarını denemekten mutlu oldum; tek bir çeşidini yeseydik onu belleyecektik. Oysa şimdi kıyaslayabiliyorum, şuranın röstisi daha iyiydi filan diyebiliyorum.

İşte aşağıda tart flambé ya da Flammenkuchen. Bunu gören Shrek "bu da buranın bazlaması" dedi ama aslında çok ince ve üstü az malzemeli bir pizza demek daha doğru olur. Anlayacağınız gibi benim karbonhidrat kısıtlama rejimi seyahatte bozuldu. Tart flambé heryerde aynı yapılıyor aslında, demin yazdıklarım geçerli değil.



Rösti diye karşımıza çıkanların ortak özelliği rende patatesle yapılmış olmalarıydı, ama birbirlerinden oldukça farklıydılar. En beğendiğim Colmar'da yediğimiz oldu. Rende patates, krema ve peynirle karıştırılıp üzerine sosis konarak fırınlanıp gratine edilmiş. Aşağıda fotoğrafını görebilirsiniz; hemen altında da geçen akşam yaptığım tavuklu versiyonu var. Tabii ben dönünce yine rejime başladığım için benimki sade tavuk, Shrek ve o akşam yemeğe gelen arkadaşı için tavuklu rösti.
Nasıl yaptığıma gelince, üç iri patatesi kibrit çöpü şeklinde doğrayıp biraz suda beklettim. Sıkıp kurulayıp teflon tavada az yağla biraz pişirdim. Krema ve kaşar peyniri rendesi, tabii biraz tuz-biber (ben kara-kırmızı-beyazbiber karışımı kullanıyorum), doğru güveç kaplarına.. Bir yandan kuşbaşı tavuğu kızarttım (bu rejimde yağdan korkmuyorum ya, herşey daha bir lezzetli oluyor, ama hem benim rejim yemeğimden, hem de yanında makarna/pilav/patates/ekmek cinsi bir şey yiyen Shrek 2 kilo aldı:)). Başından tuzunu koydum, sarmısak ve soğan da doğrayıp ekledim, kendime tek başına, onlara patatesin üstüne olmak üzere güveç kaplarına paylaştırdım. Üstüne biraz daha kaşar rendesiyle 5-10 dk fırınlamak yetti.

Bir diğer mutfak macerası da bu haftasonu yaşandı. Süzmebal tatlı/pasta çok seviyor ya -Shrek "sen alıştırdın" diyor- haftasonu geldiğinde tatlı bir şey yapıyorum. Her ne kadar Shrek "al bir pastaban, arasına hazır puding ve çilek, işte tamam, uğraşma" diyorsa da hazır vaktim varken niye uğraşmayayım, benim için de eğlence...
Bu kez cheesecake yapayım dedim, daha önce denediğim bir tarif olmayınca biraz internet karıştırdım, baktım evdeki 500 gr krempeynirle yapabilirim, tabanı için Burçak ve tereyağ, 2 yumurta, bir paket vanilya, 25-30 gr un da ekledim mi bu iş tamam... ama tariflerde krem peynire ek olarak krema da konuluyor, halbuki ben evdeki son kremayı röstiye kullandım. Ben de onun yerine bir paket kremşanti ekledim. Kremşanti kremadan tatlı olduğuna göre iekeri 1 kap değil, daha az koymalıyım diye düşündüm ama sonra boşverdim. Bisküvi tozuyla erimiş tereyağını karıştırıp bastırarak taban yaptım, üstüne kremanın yarısını döktüm, yarımkestiğim çilekleri üstüne koydum, battılar. Aslında o anda bir terslik olduğuna uyanmalıydım. Neyse, üstünde durmadım, kremanın kalan yarısını da üstüne döktüm ve 180 derece fırına koydum. Saate bakmayı da unuttum. Üstü kızarıp ortası hafif sıvıyken de fırını kapattım. Hatta ani soğuyunca çatladığını okuduğum için fırın kapağına tahta kaşık sıkıştırıp kapak aralık şekilde fırının içinde soğuttum.
Her zamanki gibi Süzmebal akşam yemeğinin bir kısmını tabakta bırakıp "tatlıya yer ayırayım" dediğinde, en az 6 saat buzdolabında kalması gerektiğini söyledim; yani gece 3'te hazır olacaktı. İki saat sonra da streç filmle sarıp buzdolabına kaldırdım.
Sabah kalkar kalmaz ilk sözü babasına "3'te hazır olacak olan pasta hazır mı?" diye sormak olmuş:) Ben de hemen buzdolabından çıkardım, streçfilmini açtım, kelepçeyi ve kenarına döşediğim yağlıkağıdı söktüm, ve bir dilim kestim, kahvaltıdan önce tadımlık... Ve aşağıdaki görüntü ortaya çıktı, içi akıp tabağa yayıldı. Ben de "iyi bir aşçı lezzeti iyi olan herşeyi kurtarabilmeli, yeniden sunulabilir hale getirmelidir" gibi birşeyler söyleyip daha çukur kaplara paylaştırdım.
Söylediklerine göre tadı güzelmiş. Süzmebal kahvaltıdan önceki minik parçayla kalmayıp kahvaltıdan sonra birkaç saat arayla iki tabak daha yediğine göre o da beğendi. Shrek'e biraz fazla tatlı geldi.

9.5.08

Gerekçe

Kararın bozulma gerekçesi belli oldu.

Hikayeyi başından alacağım.

Mahkemenin karşı tarafa şahitleri bildirmesi için ilk yaptığı ihtar -ki bu olduğunda 2005 sonu filandır-, kalem tarafından "yanlışlıkla" bildirmezlerse haklarını kaybedecekleri ifadesi eklenmeden tebliğ edilmişti. Onlar da geç meç bir liste vermişlerdi. Babaanne, tanımadığım bir akraba kadın, mammutun yanında dolaşan yamağı, dede, mamutun diğer yamağı... Hakim de hem senede ancak 3 celse yapıyor, hem de her celsede en fazla tek taraftan bir şahit dinliyor. Benim annem, genel müdürüm ve Nemo'nun gittiği yuvanın müdürü dinlenince biz durum belli oldu deyip daha fazla zaman kaybetmemek için diğer şahitlerimizden vazgeçtiydik. Karşı tarafın da bir şahidi dinlenmiş, annesi de Erdek'e gönderilen talimat gereği orada yalanlarını zapta geçirttiydi, ay pardon, şahitlik yapmıştı. Hazirandaki celsede diğer şahitlerini de dinletmek isteyince hakim herbir şahidin hangi konuda şahitlik yapacağını yazılı bildirmelerini ve eğer şimdiye kadar dinlenenlerden farklı bir konu varsa ilk ikisini getirmelerini istemişti. Nitekim birini son celsede dinlemiş, ondan sonra da kararını vermişti.

Şimdi Yargıtay kalan şahitleri dinlemediği için kararı bozmuş.

Demek hakimin "üç şahit yeter" diye bir takdir kullanma yetkisi bile yok. 10 kişi bildirdiyse hepsini dinlemek zorunda. İlk dinlediklerinin herbirinin ilk celsede mazeret bildirmelerinden mahkemeyi uzatmaya çalıştıklarını anlamış olmasının bir önemi yok. Bu kadar kanıtın ışığında, iki taraftan da olsa toplam 6 kişi dinlemiş olmak yeterli değil. Sözkonusu olan da velayeti kanunen annede olmasına rağmen babası tarafından 5 yaşındayken zorla alınan bir çocuk!

Çevremde komplo teorileri dolaşıyor. Kimi hakimin bozulacağını bildiği için şahitlerin hepsini dinlemeden karar verdiğini, kimi yargıtayın böyle uyduruk bir nedenle kararı bozması için güçlü birilerinin bahane bulmaları için etki yaptığını söylüyor.

Şimdi yasal süreler beklenecek, sonra yeniden duruşmalar başlayacak. Haziran'da olsa bari de yeniden tedbir kararı çıkıp yaz tatilinde alabilsem...

7.5.08

Sürpriz Haftasonu

Evvelki Cuma akşamı telefonum çaldı, baktım Mammut arıyor, açtım ki Nemo’nun “merhaba anne” diyen sesi. Herhalde bağırmışım ki, “tamam tamam bağırma” diye devam etti. “Biz babamla anlaştık, beni haftasonu için anneanneme bırakacak” dedi. “Aa, niye bana bırakmıyor?” dedim, dönüp babasına sordu, “Shrek yüzündenmiş” dedi. “Tamam” dedim, “ben anneanneni arıyorum, yarım saat sonra bıraksın”. Hemen annemi aradım, o da markette alışveriş yapıyormuş, hemen elindekileri bırakıp fırladı. Ben de gidecektim ama o sırada Süzmebal Cuma günleri yaptığı gibi bizim tarafa gelen servisle gelmiş, bizdeydi. Zaten ben de onu karşılamak için erken gelmiştim. Shrek eve gelir gelmez anneme gitmek üzere bekliyordum. Telefon tekrar çaldı, bu kez Mammut... “Niye aramıyorsun, annen evde mi diye telefon bekliyorum” diye başladı, niye anneme bıraktığı, Shrek’le aynı çatı altına oğlunu sokamayacağımla devam etti; telefonda en az bir saat tartıştıktan, tekrar tekrar aynı şeyleri konuştuktan sonra eve götürmeyeceğimi, bana inanıp inanmamamın, çocuğun hevesini kırıp kırmamanın onun vicdanına kaldığını, annemin oğlanı evde beklediğini söyledim. Ben Nemo’nun evini özlemiş olacağını söyledikçe, orası onun evi değil, onun evi Erdek’te deyip durdu. Benim oğlanı eve götürmek istememi de “kocandan 2 gün bile ayrılamıyorsun, onu Nemo’ya tercih ettiğin senelerdir belli zaten” diye yorumluyor, ölür müsün, öldürür müsün?! Telefonu kapatıp hemen bir çanta topladım; giyecek bir şeyler, birkaç oyuncak, birkaç film aldım yanıma. Anneme gittiğimde Nemo gelmişti, sarılıştık, öpüştük, konuştuk. Nemo artık benim oyununa katılmamı talep etmeyecek kadar büyümüş, kendi başına oynuyor. Ama hala öyle çocuksu ki... Dersleri iyimiş, bir tek İngilizce’den 70 alması lazımmış ama bir türlü alamıyormuş. Akşamüstü eve geldiğinde önce televizyon seyrediyormuş, sonra ödevlerini yapıyormuş, sonra akşam yemeği, sonra biraz daha televizyon, 10’da yatıyormuş. Babası haftasonları geliyormuş, bazen de daha erken geliyormuş. Karşı komşuları, Emre ve Tarık’lar taşınmış oradan, o evi babasının arkadaşı Ebru Abla tutuyormuş şimdi. Ebru Abla da İstanbul’da çalışıyormuş, galiba bankacıymış. (Mammut’un “benimle de evlenmek isteyenler oldu, ama ben kabul etmedim, oğlumu üvey anne yanında büyütmem” lafları demek buna işaretmiş.)
Cumartesi günü çok eve gitmek istedi, ama bir oyun yerine götürerek, oyuncak alarak, aldığımız legoyu evde birlikte yaparak, sonra sinemaya giderek oyalandık. Babası öğrenirse bir daha bize inanmaz diyerek sözümüzü tutalım dedim. Bagajda götürmemi bile teklif etti... Hem Mammut kesin ağzından alırdı, hem de Shrek’le evli olduğumu, Süzmebal’ın da bir odası olduğunu, evdeki değişiklikleri böyle kaçamak bir seferde görsün istemedim. Çocuk aklıyla bunların sorumluluğunu Shrek’e yüklemesinden çekindim. Belli ki babası “Shrek yüzünden” demiş ama fazla detay vermemiş; Nemo durumu “babam Shrek yüzünden eve gitmeme izin vermiyormuş ama onu çağırmazdık, o zaman gelmezdi, her zaman gelmiyor ki” diye anlattı; ben de şimdilik bozmadım.

Pazar sabahı 10.30'da uçağım olduğu için akşamdan vedalaştık, sabah uyandığında benim havaalanında olacağımı, kalkınca telefonla konuşacağımızı, ona Fransa'da Code Lyoko oyunu arayacağımı, zaten babasının 10.00'da gelip onu anneannesinden alacağını anlattım. Sabahleyin de sabah 6'da öpüp ayrıldım. Eve gidip bavulu topladım ve Shrek'le birlikte alana gittim. 9.30'da aradığımda uyanmış, kahvaltısı ediyordu. Sesi üzgün değildi. Belki de sabahı birlikte geçirmemek iyi oldu, veda sahnesini yaşamamış olduk.

Öğlen annemle konuştuğumda öğrendim, Mammut 10'da gelip almış.

Akşamüstü beni aradı, Nemo'yu çalışır gösterip sigortalı yapabilecek bir reklam ajansı tanıyıp tanımadığımı sordu. Yok, dedim, benim tanıdığım bir ajans yok...