23.12.10

The Proposal


Nerede? O popüler herşeye burun kıvıran, bir şey ne kadar zorsa o kadar değerlidir diyen, uzun, durağan, derin anlamları olan filmlere kombine bilet alan genç kız nerede?!? Madem şimdi en sabun köpüğü romantik komedileri seyrederek, ağzı kulaklarında, keyif içinde, koşu bandında yürüyecek, zoru neydi?!? Niye gençliğini büyük bir ciddiyet içinde çarçur etti?
Bilmiyorum. Herşeyin zamanı var diye geçiştirelim en iyisi...
Ayrıca ciddi olmakla gençliği harcamak arasında, ikisinin de benim gençliğime dair özellikler olmak dışında birbağlantı yok; siz bana bakmayın...
Bu seferki koşu bandı filmi "The Proposal". Başından sonuna eğlenerek iki yürüyüşüme eşlik etti ki, hatta ikincisinde "az kaldı, ha bitti, ha bitecek" derken 1 saat 15 dk yürümeme neden oldu.

Bundan böyle işte böyle... Hayatı hafife alma zamanı, ciddiye alma zamanı değil. Babacığım son yıllarında acıklı, içinde üzüntülü şeyler olan filmlere gitmezdi; hele savaş filmi filan, asla. Mesela Julia&Julia'ya gitmemişti, çok iyi hatırlıyorum. 2.Dünya Savaşı zamanlarında başlıyor, üzüntülü şeyler oluyordur demişti. Çok da rahat, sözde kaygısız bir adamdı ama 71'inde pankreas kanserinden gitti işte...

Benim kendimi eşime endekslemek gibi çok kötü bir huyum var. Nemo'nun bebekliği hariç, her dönem böyle oldu. Seviliyorsam mutlu, birlikte program yapıyorsak meşgul, uyurken sarılışıyorsak huzurlu vs. Mutlaka ortak bir konumuz olmalı, ya bir hobi, ya bir spor dalı, ortak bir ilgi alanı. Bunlar olmadığında, kendimi boşlukta, yapayalnız buluveriyorum. Nereden aklına geldi bunlar derseniz, sanırım tek başıma seyrettiğim filmler yüzünden... Aslında güzel ve onun da seveceği bir filme rastlarsam media player'dan rastgele film seçerken, bunu beraber seyrederiz deyip değiştiriyor(d)um ama bu romantik filmlerde öyle bir kaygım yok tabii. Hem pek sevmez, hem de vakit bulamaz, film seyretmeye vakit bulsa bile bunlara sıra gelmez. Sandra Bullock'u da pek sever diye aklımdan geçti ama bencillik bulaşıcı...
Haftasonu Nemo babasında, üstelik Cuma'dan gidecek. Cumartesi akşamı bir yılsonu partisine gideceğiz; Shrek'in muhasecilerinin ofis partisi. Bahaneyle evlilik yıldönümünü de eğlenerek geçirmiş oluruz belki. Cumartesi gündüz ne yapsam acaba?

21.12.10

Kış Kahvaltısı

Tipik bir sabah 08.15 fotoğrafı...
Ne bu böyle, klavye klavye üstünde derseniz, laptopu masada 3M'in laptop sehpası üstüne koyduğum için, bir de masaüstü klavye kullanmam gerekiyor. Böylece laptopun ekranı göz hizasına yükseliyor, boyun ağrısı, duruş bozukluğuna karşı...
Önündeki de sabah kahvaltım, bir yandan e-postaları okuyup, bir yandan kahvaltı yapmak için...
Güne hafif, vitamin dolu, yaşam enerjisi dolu bir başlangıç için...
(İş günü demek daha doğru, çünkü haftasonu günleri genellikle peynirli-maydonozlu omletle başlıyor)

Yazın domates-salatalık-beyaz peynirle hazırladığım kahvaltımı getiriyordum ama bir süredir buna döndüm:
brokoli çiçekleri, kırmızı biber, salatalık, portakal, ekstra bir meyva (elma veya armut veya yarım avokado veya bir kivi)
üstüne az tuz, az limon suyu, az zeytinyağı, sızma tabii
Sabahları Nemo'ya omlet yapıp o yerken ben de mutfakta kendime bunu hazırlıyorum; ofiste ilk iş de yiyorum, bir keyif, bir keyif...

Tavsiye ederim:)

16.12.10

"The Notebook"

Koşu bandında iki yürüyüş seansını sıkılmadan geçirmeyi sağlayan bir aşk hikayesi...
Fazla romantik, ama seyretmekten de kendimi alamadım; hatta itiraf ediyorum, son 10 dk gözyaşları içinde yürüdüm. Sanırım ruhumun derinliklerindeki "öyle" seviliyor olmak arzusu yüzünden, daha doğrusu özlemi, ve mümkün olmadığının farkındalığı.
Sonradan farkettim de yönetmeni Nick Cassavetes'miş, John Cassavetes'in oğlu; yaşlı kadını da zaten annesi Gena Rowlands oynuyormuş. Tanıdık geliyordu ama çıkaramamıştım.
Shrek 4 günlüğüne gittiği Romanya'dan gelip 2 günlüğüne İzmir'e gitti. İlginçtir, bir tek o yokken televizyonu açıyorum; o evdeyken aklıma bile gelmiyor. Şimdi de televizyon karşısında, ama kucakta laptop, önce Fatmagül, sonra Türkan, zaman öldürüyorum. Bugün böyle...

11.12.10

Naturel, Pringles, Merkür vs.



Naturel 2010 üzerimden kasırga gibi geçti; beni devirdi, üstümde tepindi; yorgunluktan ayacıklarım, konuşmaktan çenem ağrıdı... Ama yine de çok zevkliydi. İnandığın, güvendiğin bir şeyi tanıtmak çok zevkli, satmak daha da bir zevkli! Bir hanım Shrek'le bana "sizin satışınız zayıf"dedi, ama onun güvenmesine neden olan şey tam da buydu zaten; çocuklarını Shrek'e götüreceğini söyledi. Gerek homeopati, gerek biofeedback cihazı için çok etkin bir tanıtım oldu bence. Organik cilt bakım ürünlerinin tanıtımı da hiç fena değildi; fazlası zaten mümkün değildi, zaten daha fazla konuşacak halim kalmamıştı. O sırada satın alanlar oldu ama sonra online satış sitesinden bakarız, önce broşürleri inceleyelim diyenler de oldu. Web sitesinin hala (!) açılmamış olmasına kızmayayım da ne yapayım...



Fuarın son günü iki önceki hayatımda çok yoğun görüştüğüm bir arkadaşıma rastladım. O zamanlar ikimiz de başkalarıyla birlikteydik tabii. Evlerimizin çok yakın olduğu bir dönem de olmuştu; hafta iki görüşür, hemen her Pazar birlikte kahvaltı yapardık; birlikte tatillere bile çıkmıştık. Önce onlar taşındı, sonra biz; boşanmalar ise ters sırada, önce ben, sonra o... (nereden duyduğumu hatırlayamıyorum bir türlü; ortak arkadaşımız da hiç yoktu) Ben o aralar, oğlum 1 yaşlarında, o yanımda ya dünya umurumda değil ruh halinde, boşandığını duyunca iş adresine bir kart atmıştım, üstünde Nemo ve ben, kısaca, "insanın dünyası tepetaklak oluyor bazen, hiç geçmeyecek gibi geliyor ama herşey düzeliyor sonra" gibi bir şeyler yazmıştım, artık bir karta ne kadar sığıyorsa. Cevap gelmeyince biraz bozulmuş, ukalalık ettim gibi mi geldi acaba diye düşünmüştüm. Şimdi rastlamak iyi geldi, neşeyle öpüştük, ikimizin de yanında yeni kocaları, ayaküstü konuştuk, kartlarımızı verdik; Akmerkez food court'ta bir yer açmışlar, gelin bir şeyler yiyelim dedi. Shrek'in muayenehanesi de iki adım ötede olduğuna göre bu mümkün olabilir, lafta kalmama olasılığı çok yüksek.


Aslında iki çok eski arkadaşa daha rastladım fuarda, ama biriyle daha önce facebook'ta buluşmuş, azıcık sohbet etmiştik, sanal manal, ne yapalım... Diğeriyle de ara sıra yazışıyoruz. Aslında arkadaştan çok abimiz, eniştesi Erdek'te olduğu için adliye işlerinde yardımı da olmuştu. Fuarda bir ürün almak istedi, dalgınlık ve yorgunluktan çok az iskonto yaptım; çok ayıp oldu...


Haftasonu standda geçince bu hafta ofiste de zor geçti. Ama geçti. Perşembe Nemo'yu etüdden aldığım için işten biraz erken çıktım; erkenden (17 gibi) evde olduk; hazır yemeğimiz de vardı, gün bitmek bilmedi; iyi geldi. Normal zamanda onu annemden alıp eve gitmemiz 19'u buluyor; yemek hazırla vs derken gece oluveriyor.


Benzinciye uğradığımızda Nemo inip marketinden Pringles aldı. Çok zararlı, biliyorum, anlatıyorum, ama tamamen önlenilmiyor, ancak azaltılıyor, kontrol altına alınıyor. Hatta paketin üstünden 1-2 tane ben de aldım. Sonra da "benim eskiden bir arkadaşım vardı, Pringles çok severdi, diyette olmasına rağmen Pringles yiyebilmek için fazladan bir saat spor yapardı" dedim. "Ne oldu peki? Artık görüşmüyor musunuz?" dedi. Ben de "yok" dedim "ben babanla birlikte olunca, onunla koptuk; o babanın karakterini anlayıp beni uyardı; ben dinlemedim". Nemo "facebook'tan bulsana" dedi... İyi fikir. Akşam facebook'tan bulup mesaj attım ben de. Bunları aynen anlattım; "Hani oturup görüşelim filan demiyorum ama kalbimde yerin hep ayrı, bilesin istedim." dedim. Ertesi gün, nazik, kısa, konuyu kapatma cevabı geldi.


Ben bütün bu eski kız arkadaşlarla yeniden, bir şekilde -bu lafı da hiç sevmem ama neyse- bağ kurma işini Merkür'ün geri gitmesine bağladım doğrusu.



"Merkür gerileme dönemlerinde eski arkadaş ve akrabalarla biraraya gelmek oldukça sık rastlanan bir durumdur ve bu gezegenin gerileme yörüngesinde olmasının en olumlu ve eğlenceli taraflarından biridir. Eğer Merkür gerilemesi sırasında eski bir arkadaş ya da tanıdıktan haber alırsanız, bunun önemli bir nedeni olacağını hissediyorum. İkinizin birlikte yapması veya planlaması gereken bir şey olabilir. "