28.5.06

Kare Salon, Dikdörtgen Masa

Kare bir salona dikdörtgen bir yemek masası, iki kanape, bir TV-audio sehpası, bir küçük büfe ve bir piano nasıl yerleşir? Hele de salonun bir duvarında (yanamayan) bir şömine ve çapraz köşesinde balkon kapısı olunca... Çizimden çok anlaşılmıyor ama salon kapısı sağ alt köşeden 1 m kadar içerde; üst kenar da boydan boya cam.
Bu iki seçenekte de salonun girişini balkon kapısına bağlayan bir yol olmaması rahatsız edici.
Bu nasıl? Bej kanapenin şömineye sırtını dönmüş hali çok göz okşayıcı değil ama anlamlı, çünkü baca bağlantısı gayet güzelmiş ama içini sıvamadıkları için kimse şöminesini yakamıyormuş, diğer katları duman basıyormuş! Bunu öğrenen kanape de şömineye küsmüş...
Hmm, alışılmadık bir yerleşim ama bu da olabilir. Hem TV oturma grubunun odağı olmak yerine 2. lige düştü, hem de insanın yolunu kesen bir şey yok.
Dünden beri aklım sürekli salonun yerleşimiyle meşgul. Gece de rüyamda eşyaların yerlerini değiştirip duruyordum. Çok yoruldum.

27.5.06

Alaylı Hukukçu

Türkiye'deki mahkemeleri, Amerikan filmlerinde gördükleriniz gibi zannediyorsanız büyük bir yanılgı içindesiniz. Gerçi benimkiler de bilgi olmaktan çok yaşarken öğrendiklerim; kendi başıma gelenleri genelliyor da olabilirim, ama bu hafta iki yeni kural öğrendim.
1. Şüpheden sanık faydalanır. Bu, sanığı suçu işlerken birebir gören yoksa, her ne kadar olayların gidişatı, öncesi ve sonrası tek bir olasılığa işaret ediyor da olsa, suçsuz bulunacak demektir. Mesela evli olmayan bir çift, kadının evinde birlikte yaşamakta olsun. Kadın ayrılmak istediğini, adamın tehditleriyle evden kaçıp annesine gitmek zorunda kaldığını, adam müşterek oğullarını alarak ortadan kaybolduktan sonra da evindeki bütün eşyaların kamyon dayanıp boşaltıldığını, kalan eşyaların parçalanıp bütün eve su tutularak mutfak çekmecelerinden piyanonun içine kadar şişmiş ve küflenmiş bulduğunu söyleyerek şikayetçi olsun. Adam ise kadının kendi evini terk ettiğini, kendisinin orada yaşadığını, sonra oğluyla tatile gittiğini ve döndüğünde kilidi değiştirilmiş bulduğunu söylesin. Bu arada bilirkişi raporları zararın kasti olduğunu belgeliyor olsun(Zaten piyano tuşları ve beyaz eşya kapakları kazara kırılamazdı). Bu arada kadın annesinde kalırken de eve temizliğe gelmeye devam eden kadın evi o halde bulup adama ne olduğunu sorunca "ayrılmaya kalktığı için babam çok kızdı, o yapmıştır" desin ve temizlikçi kadın bunu mahkemede söylesin. Adamsa babasının yaşlı başlı başhekimlik yapmış bir doktor olduğunu, böyle bir şey yapmayacağını söylesin. (Zaten babasının yapmayacağı çok açık olduğundan ondan şikayetçi olunmamış durumda) Ayrıca kapı ve pencerelerde zorla girildiğine dair hiçbir iz yok ve anahtar üç kişide var: kadın, adam ve temizlikçi. Bilmeceyi çözün bakalım. Ha, bu arada adamın tehdit suçu işlediği de bir başka davada sabit görülmüş olsun.
2. Evli olmadığınız birine borç verirseniz mutlaka yazılı belge isteyin. 15,ooo USD toplu paranın banka havalesiyle sizin hesabınızdan onun hesabına aktarılmış olması, bu paranın verildiğini belgeler, ama bunun borç olarak verildiğini kanıtlamaz çünkü. Aile mahkemesi sizin bir aile olduğunuzu kabul eder, ama borç/alacak söz konusu olduğunda şahitlerin ifadesine bakılmaz. Oysa evli çiftler arasında böyle bir konu olduğunda şahitlerin ne dediğine bakılır (mış). Hoş, o parayı geri alabileceğimi de hiç düşünmemiştim zaten. Geri istemekteki amaç sınırları oluşturmaktı. "Benim param senin paran değil" demekti. "Her istediğini yapamazsın, artık beni kandıramazsın" demekti. Yine de davayı kaybedip karşı tarafın avukatlık masraflarını ödemek zorunda kalınca bozuluyor insan.
3. Çok benzer bir karar Yargıtay'dan onanıp geldi diye bir diğerini temyiz etmekten kaçınmayın. "Ne karar çıkacağı hiç belli olmaz" diyorlar. Ülkemin neresi tutarlı ki orası olsun?

21.5.06

Safranbolu

Cuma sabahı yollara düştük. Diyetteyim ya, yanımıza kahvaltı niyetine üstüne light labne sürülmüş birer dilim kepekli ekmek, yolluk olarak da domates ve salatalık aldım, ama daha köprünün üstündeyken acıkıp kucağımda kahvaltıya başladım bile. Anlaşıldığı üzere arabayı Shrek kullanıyordu. Onun için de Bolu dağında kahvaltı molası verdik. Gerede'de otobandan çıktıktan sonra direksiyona ben geçtim. Her taraf nasıl yeşil, nasıl güzel anlatamam. Yol boyunca masal köyleri vardı. Hani ilkokul öğrencilerinin ödev olarak yaptıkları köy resimleri vardır, güzel evler, ağaçlar, bahçede ördekler; o resimler gerçekmiş meğer...
Safranbolu'ya vardığımızda öğle vaktiydi. Yer ayırttığımız Ebrulu Konak iki binada toplam 25 odası bulunan, hoş bir konak. Önce tabelalarını izleyerek bulunduğu sokağın alt ucunu bulduk. Hatta tam o sırada boşalan bir park yeri için başka bir İstanbulluyla kavga ediyorduk ki otelle Bülent bizi almaya geldi, arabamıza binip bize, üç arabalık park yeri de olan üst girişi gösterdi. Odamız biraz küçüktü ama yanda gördüğünüz gibi, manzarasının yanında lafı bile olmaz. Detayları web sitesinden bakabilirsiniz. (http://www.ebrulukonak.com)
Çantalarımızı Ebrulu Konak'a bırakıp Amasra'ya doğru yola çıktık. Shrek daha önce Amasra'da yediği salatayı öve öve bitiremiyordu. Yine yeşilin her tonuyla çevrili yollardan gidip Amasra'ya vardık. Tepeden manzarası insanı büyülemeye yetiyor. Virajlı dar bir yoldan şehre indiğimizde, İstanbul ve Ankara'dan gelen 19 Mayıs turistleriyle dolu çarşıda bir tur attık. En eski ve en güzel olduğu rivayet edilen Canlı Balık lokantasında masa bekleyenlerin sokağa taştığını görünce şöhreti ikinci sırada gelen Çeşmi Cihan'a gittik. Her ikisi de Amasra'nın iki koyundan birine bakan, deniz manzaralı hoş yerler gerçekten de. Açlıktan önce salataya saldırdık, balık geldiğinde doymaya yüz tutmuştum bile. Balık olarak da karışık hamsi-mezgit söyledik. Başka seçeneğim olmadığı için tava balığa razı oldum. (Pek "light" bir menü olmadı yani.) O kadar müşteriye başka türlü yetişemezlerdi zaten. Hemen yanımızdaki masada bir baba-oğul vardı. 10 yaşlarındaki çocuğun koca balık tabağını iştahla silip süpürdüğünü, üstüne de revani yediğini görünce, iki gıpta ettik doğrusu. İstanbul çocukları mı iştahsız oluyor acaba, yoksa bize mi öyle rastladı? Çocuğun iştahı Shrek'i de ayarttı, bizimki bir revaniyi götürdü...
Akşamüstü Bartın'a gidip denizaltı üssünü gördük. Kayaların içine oyulmuş kapısıyla sanki bir James Bond filmi seti. Fotoğraf çekmeye kalkışmadık tabii. Oradan tekrar Amasra'ya döndük. Niyetimiz güneşin batışını seyretmek (ve fotoğrafını çekmekti), ama baktık ki çok geç olacak, üstelik geçtiğimiz yollardan karanlıkta geri gitmek zor olacak, günbatımını beklemeden Safranbolu'ya döndük.
Cumartesi kahvaltıdan sonra (domates-salatalık-haşlanmış yumurta), önce çevrede küçük bir yürüyüş yaptık, sonra Bülent'in tavsiyesiyle kanyona gittik. Kanyona varmadan hemen önce yine bir masal köyünden geçiliyor. Kıvrımlı yolu takip ettiğinizde ise kendinizi doğanın en ihtişamlı eserlerinden biriyle karşılaşıyorsunuz. Dimdik kayalarla çevrili, baş döndüren bir derinliğin kıyısında durup kendinizi küçücük hissediyorsunuz.
Yol, İncekaya su kemerinde bitiyor. Bu kez insan elinden çıkmış mimari bir yapının ihtişamı ile karşılaşıyorsunuz. Yükseklik korkusu olanlara göre olmadığı kesin. Ben sadece uzaktan bakmakla yetindim. Bırakın kemerin üstünden karşıya geçmeyi, korkmasına rağmen fotoğraf çekmek uğruna karşıya geçen, yamacın dibine kadar giden Shrek'in arkasından bile bakamadım; ben havalara, otlara bakıp yakınımdaki insanların konuşmalarını dinledim, hatta annesi korkmasına rağmen babasıyla kemerin üstüne çıkmak üzere bir kıza çözülmüş ayakkabı bağlarını bağlamasını tembihledim.
Bir sonraki durağımız Yörük Köyü. Tipik Safranbolu evleriyle dolu köyün sokaklarında bol bol fotoğraf çektik. Bir ara baktım, ben fotoğraf çekerken Shrek bir amcayla sohbete başlamış. Evlerinin kapısındaki "kurşun dökülür" yazan bir levhanın peşinden içeri geçtik. Amcanın hanımı ikimize de kurşun döktü, dualar okudu; ikimize de sağlığımızın iyi, ama üstümüzde çok nazar olduğunu söyledi. Artık hayatımızda herşey rast gitmeye başlayacak, önümüzde yollar açılacak... Biz inanırsak olur zaten, değil mi?
Safranbolu'ya döndüğümüzde öğle saatini geçiyordu. Açlıktan bayılmak üzereyken Shrek beni daha önceden bildiği Kadıoğlu restoranına götürdü. Kenarlarda sedirler, ortada küçük tabureler ve sini masalarla dolu bir avlu hıncahınç insanlarla dolu; garsonlar masaların arasında vızır vızır. Kurşun işe yaradı galiba, biraz bekledikten sonra kenardaki sedirli masaların köşede yer alan, en güzeli boşaldı bizim için. Yine çok güzel bir salata, benim için kiremitte mantar, Shrek için Safranbolu bükmesi geldi. İçi ıspanaklı, çok hafif bir kapalı pideymiş. Bükmeden bir dilim, safranlı zerdeden de bir kaşık tadımlık aldım. Yine de her tarafta birbirinden cazip gözlemeciler, lokumcular varken bu kadarı bile büyük başarı; kendimle gurur duyuyorum.
Akşamüstünü çarşıda dolaşarak geçirdik. Demirciler loncasında Kazım ile tanıştık; bize kapı tokmaklarını ve anlamlarını anlattı. Konakların kapısında üç ayrı tokmak olurmuş; birinin sesi ince, hanım misafirler geldiğinde onu çalarlarmış ki kapıyı evin hanımlarından biri açsın. Bir diğeri kalın sesliymiş, gelen misafirin erkek olduğu anlaşılırmış. Bir diğeri de ailecek oturmaya gelenler içinmiş. Bazı tokmakların şeklinden de evsahibinin Ermeni veya Yahudi olduğu, bir çeşidinden de evde gelinlik çağında bekar kız olduğu anlaşılırmış. Hah dedim, ben yeni eve bundan alayım:)
Otele dönüştürülmüş Cinci Konağı'nda bir resim sergisi gezdik. Tabloların bir kısmı Safranbolu görüntüleri, bir kısmı da deniz altı görüntüleriydi. İlk fırsatta resim yapmaya başlamam gerektiğini bir kez daha anladım. Ukalalıktan vazgeçip takdir etmem için ne kadar zor olduğunu idrak etmem lazım herhalde.
Akşam yemeğini Ebrulu Konak'ta yedikten sonra tekrar dolaşmaya çıktık. Arasta çarşısındaki kahvede hiç yer yoktu. Yanından geçip diğer tarafından döndük ki tam önümüzdeki masada oturan anne-kız toparlanmaya başladı. "Kalkıyor musunuz?" diye sorduk, sinirli bir şekilde "evet, çünkü iki saattir bekliyoruz, çayımız hala gelmedi" deyip gittiler. Biz yerlerine oturduktan iki dakika sonra elinde tepsi, üstünde demlik ve iki çay bardağıyla garson belirdi ve çevresine bakınmaya başladı. "Bizden önce oturanları arıyorsanız, yerlerini bize bıraktılar, çaylarını da bize bırakabilirsiniz" dedik. Bu kurşun döktürme gerçekten de işe yarıyor galiba:))
Pazar günü kahvaltıdan sonra bir kez daha kanyona uğradık, Shrek bu kez güneşli havada fotoğraflarını çekti; sonra da dönüş yoluna koyulduk. 4,5 saatte gittiğimiz yerden nasıl olup da 3 saatte döndüğümüzü hala anlayamadım ama 12'de benim evdeydik. Kalan iki koliyi de toplayıp giysileri eski çarşaflara sararak denk yaptık ve yorgun argın Shrek'in evine geçtik. 40 yaşından sonra yol yormaya başlıyor demek insanı. Dayanamayıp akşamüstü kısa bir şekerleme yapınca da gece oturup blog güncelleyebiliyor insan:) Ama daha geçe kalmasam iyi olacak; yarın günübirlik bir iş seyahati için Antalya'ya gidiyorum. Uçağım 8.25'te olduğuna göre 7'de evden çıkmam lazım. Saati 6.30'a kurup yatmam lazım...

18.5.06

Gergin Günler

Bir baktım, tam 10 gün olmuş yazmayalı! Hayatımın en gergin 10 günüydü sanki. Damarlarımda sanki kan yerine adrenalin dolaşıyor, biri elini daldırmış midemi avucunun içinde sıkıyor gibi hissediyordum. Geceleri sözde uyuyordum ama sabah alarm çaldığında zınk diye gözlerim açılıyordu, sanki gözlerim kapalı, uyanık bekliyormuşum gibi. Ama bu akşam hepsi geride kaldı, artık yeni bir sayfa açıldı hayatımda. Artık işime, anneme, Shrek'e yakın, güzel bir evim, dünya kadar borcum var ve meteliğim yok.
Geçen Pazartesi kolları sıvayıp kredi için bankayla konuştuğumdan bu yana her günün ayrı bir hikayesi var. Kaporoyu verdiğimde 1.33 olan USD kuru 1.54'e kadar çıkıp 1.41'e inip 1.49 ile kapattı bu 10 günü. Kaporo operasyonu sırasında bakiyenin adını YTL cinsinden koymuştuk, ama ertesi gün kur hızla çıkmaya başlayınca evsahibi hemen aradı tabii. Sonuçta kur farkını paylaşmak üzere anlaştık. Bunu atlattık derken, bankanın eksperi %10 düşük bedel biçti. Meğer kredi geri ödenemezse evi rahatlıkla satıp paralarını kurtarabilecekleri bedeli verirlermiş. Bu bedelin %80'i de beni kurtarmıyor. Temmuzda teslim alacağım ve satarak kredinin büyük bölümünü kapatacağımı düşündüğüm evimin de henüz ne tapusu, ne kat istihkakı var, ona da ipotek koyulamıyor. Sonunda 5 ay sonrasına %20'lik bir ara ödeme koyarak krediyi çıkardılar. Sonra kredi tutarı kadar hayat sigortası yapılması gerektiği ortaya çıktı. Sigortanın ön koşulu check-up'tan geçmekmiş. Allahtan check-up'ı beklemeden krediyi kullandırdılar. En sonunda bugün saat 16.00 için randevulaştık. Evsahibi, emlakçı, muameleci, bloke çeki getiren banka görevlisi tapuda buluşup hep beraber bankanın avukatını bekledik. Başvuru tarihimi esas alarak benim kredimi %1.03 faiz oranıyla çıkardılar ama Pazartesiye kalsaydı %1.20'den kullanabilecektim. Tapunun kapanmasına 15 dk kala avukat çıkageldi de işlem tamamlandı. Ben de bu arada dokuz doğurdum tabii... Sonunda, neredeyse arkadaş olduğumuz emlakçımız benim için aldığı nazar boncuklu anahtarlığa takılı anahtarlarımı verdi ve 10 günlük maraton hayırlısıyla bitti.
Shrek'le kutlamak üzere yemeğe çıkmadık, çünkü artık hiç paramız yok:) Evde et ve salatadan oluşan bir yemek yedik, yanında şarap bile içmedik, çünkü ben hala rejimdeyim ve alkol çok kalorili:)) Ben kendimi çok zayıfladım sanıyordum ama 10 gün önceki yazımda 3,4 kg vermiş olduğumu görünce biraz moralim bozuldu şimdi. Çünkü 10 günde ancak 4 kg'a tamamlayabildim. Ama pantalonlar bollaştıkça keyfime diyecek yok. Üstelik bu Pazartesi ve Salı günleri iş yemeklerine davetliydim, orada bile bozmadım. İlk gün masada tereyağlı karidesler, kalamar tavalar dururken ben salata ve ızgara balıkla kalktım. Hele ikinci gün gidilen kebapçıda dumanı tüten ekmekler, ezmeler, çiğ köfteler, soslu etler yenilip rakı içilirken ben salata ve közlenmiş domates eşliğinde bir parça sade ızgara et ve bol su ile geceyi bitirdim ya, kendimle gurur duyuyorum. Diğerleri "ay, of, çok yedik, patlıyoruz" derken ben midemi içeri çekebiliyordum ya, herşeye değer...
Yeni ev işi ortada yokken, daha haftalar önce, 19 Mayıs'ta Safranbolu'ye gitmek üzere rezervasyon yaptırmıştık. O zaman çok küçük gibi gelen, ama şimdi değere binen bir meblağ da para yatırmıştık. Yarın sabah arabaya atlayıp, aklımız evde, Safranbolu'ya gidiyoruz yani. Gidince oranın keyfini çıkarırız yine de. Bol bol fotoğraf çeker döneriz.
Bu akşam hemen karşı apartmana taşınan bir arkadaşımıza çaya gittik. O da beş parasız bir döneminde. Dedik ki, bu darboğazdan geçmenin iki temel prensibi var, ya masrafları kısacağız, ya da gelirimizi arttırmanın bir yolunu bulacağız. Masraf kısma konusunda çok yaratıcı olamadık doğrusu. Gelir yaratma konusunda daha da beterdik, en elle tutulur olanı tercüme yapmaktı. Ben bir de fotoğrafçılık yapabilir miyim acaba diye düşündüm. Gerçi artık herkesin dijital makinesi, hatta 1.3 MP fotoğraf çeken cep telefonları var, ama çok özel düğün ve doğum fotoğrafları çekebilirim mesela. Standart piyasa fotoğrafçısı işi istemeyen birilerine hitap edebilirim. Ama önce bir portfolio oluşturup ne yapabildiğimi göstermem lazım.
"Bu fikri hayata geçirmek için önerisi olan ve başka fikri olanlar heyecanla dinlenir" diye bir ilan versem buradan... Gerçi "kelin ilacı olsa kendi başına sürer" yorumlarını görür gibiyim ama olsun.
Duruşmadan hiç bahsetmediğimi fark ettim. Bu da, yaşarken en stresli olan şeylerin, yaşanıp bittikten sonra unutulup gittiğine örnek olsun. Görmeyeli iyice maganda bir görünüm almış Mammut, aynı ortamda olmak bile nasıl iğrenç geliyor anlatamam. Çıkıp hakime "Evet çocuk benim yanımda, annesi örf ve adetlerimize uygun yaşamadığı için... Kendisi 2 senedir beni mahkemeler açarak, polis baskınlarıyla hukuki yoldan taciz etmektedir" dedi, iyi mi? Hakim tabloyu çok net anladı aslında. Şahit olarak annem dinlendi, yeni şahitler bir sonraki celseye çağrıldı, Ekim ayına yeni bir gün verildi! "Operasyon başarılı, hasta komada"

8.5.06

Hafifliyorum:)

13 gün oldu. Bu akşam tartıda, 26.04 Çarşamba, yani diyete başladığım günün sabahına göre 3,4 kg daha hafif çıktım:) E insan gaza geliyor tabii... Yeğenim de baktı ben bu kez pek azimli gidiyorum, neler yiyorum, nasıl o da kilo verebilir diye sordu. Ben de mail atıp anlattım, ama o kadar yazmışken copy/paste ile buraya da koyayım bari dedim.

"Diyetlerin aslında kişiye özel olması çok önemli. Mesela ben her sabah işyerinde kepekli ekmekten bir tost yediğim için öğlen ve akşam yemeklerinde 1'er dilim kepekli ekmek yiyorum. Gün içinde bir light meyvalı yoğurt hakkım var, ben onu eve gelince, akşam yemeği öncesi yerim de sen onu sabah kahvaltısı olarak kullanabilirsin vs.

Benim kendime yaptığım liste şöyle :
Sabah : kepekli ekmekten 1 adet tost
Öğlen : salata (istediğin kadar yeşillik+ renkli olarak sadece domates (havuç, mısır yok) + limon, 1 çorba kaşığı zeytinyağ)
160 gr diyet ton veya 2 haşlanmış yumurta veya 60 gr light beyaz peynir veya 100 gr haşlanmış göğüs tavuk
1 dilim kepekli ekmek
salata imkanın olmadığı günler, mesela dışarıdaysan
1 simit + ayran veya 1 hamburger+ayran veya 5 köfte+ 1 ayran + 1 dilim kep.ekmek de olabilir.
Akşamüstü : 2 adet kepekli diyet kurabiye (aldığında minik naylon poşetlere ikişer ikişer bölüm ağızlarını zımbala ve hergün bir paketi yanına al)
Akşam : salata (öğlenki dediklerim geçerli)
3 servis kaşığı sebze yemeği (1 kg sebzeye 1 çorba kaşığı zeytinyağ ile pişmiş, istediğin kadar soğan-domates eklenmiş, fasulye, kabak, pırasa, ıspanak, semizotu, lahana vs.)
1 dilim kepekli ekmek
veya salata + 2 servis kaşığı sebze yemeği + 1 servis kaşığı yoğurt + 1 dilim kep.ekmek
veya salata + 1 servis kaşığı sebze yemeği + 100 gr tavuk + 1 dilim kep.ekmek
Gece : 1 elma veya 1 portakal veya 1 kivi veya 150 gr çilek
Gün içinde 3 lt su (çok zor, biliyorum) + 3 poşet Doğa PhytoSlim çay iç.
1 adet light yoğurt hakkın var, ister sade ister meyvalı, yemek zorunda da değilsin, dayanamazsan veya çok istersen ye.
Aralarda istediğin kadar salatalık, domates serbest. İşe yanında salatalık götür.
Zaten akşamüstü için de 2'li pakette diyet kurabiyen olacak.
Bu iş "ya hep ya hiç"le oluyor. Canım çeken şeyler var ama bir dilim kek ya da bir dilim pasta nasıl olsa kesmeyecek ve de değmeyecek, benim canım 1 bütün cheesecake'i ısırarak yemek istiyor, onu da yapamayacağıma göre bozduğuma değmez deyip geçiştiriyorum."

Ya, işte böyle... Salata hazırlamaya üşenmeyince oluyormuş demek ki:) Kaldı 11 kg. "Aa hiç 40 yaşında göstermiyorsunuz" diyenler de çoğaldı, keyfim yerine geldi.

Cumartesi sabahı spora gitme düşüncesiyle uyandım, ama sonra kurtlar gibi acıkacağımı ve irademin zayıflayacağını düşünerek vaz geçtim. Onun yerine markete gidip gazete aldım, dönüp kendime domates-salatalık-light beyaz peynirden oluşan bir salata yaptım, 1 dilim kepekli ekmeğimi kızarttım ve gazetemin üstünde kahvaltı keyfine başladım. Ara ara yaptığım gibi ev ilanlarını da tararken gözüme bir ilan çarptı. Tam istediğim yerde, tam istediğim özelliklerde, kredi kullanarak erişilebilecek bedelde bir satılık daire ilanı vardı. Hemen aradım, randevulaştım, baktım ve işte bu:) dedim. Shrek şehirdışında olduğu için emlakçı ile ertesi güne onunla beraber bakmak üzere yeniden anlaştım ama bu arada ilk opsiyonda olma sözü de aldım tabii. Pazar günü Shrek de beğendi, bugün krediyi ayarladım, evsahibiyle buluşup kaporo verdim. Herşey ışık hızıyla oluyor sanki. Hayırlısı olsun, hayırlıysa olsun ama bu kadar rast gittiğine göre hayırlı olacak galiba. İçim içime sığmıyor dünden beri, midemde kelebekler uçuşuyor... Hiç param kalmayacak ve epey borca gireceğim ama olsun (hafifliyorum başlığı bu konuya da uydu:)

Ama bu kadar keyfin arkası gelecekti tabii. Bu Pazar Mammut yine kapıya dayandı (yani Shrek'in kapısına). Evde yalnızdım ve açmadım elbette. Komşular da konudan haberdar artık, biraz tartıştıktan sonra çekip gitmesini sağladılar. 10 dk sonra telefon etti. Klasik saçmalıklardan sonra mahkemeye uzlaşarak gitmemizi önerdi. Ben koşullarını sorunca söylediklerine gelince, Nemo onun yanında kalacakmış, İstanbul'a gelirlermiş ama okul parasını ben ödermişim, haftasonlarında tek başıma veya annemle görebilirmişim, başka bir erkekle birlikteyken yanımda kalamazmış, evlenmem fark etmezmiş, istediği çocuğa sadece kendinin model olmasıymış. Aynı kabul edilemez koşulları yeni birşey öneriyormuş gibi ısıtıp ısıtıp önüme koymuyor mu deliriyorum. Gerçi yine çok sakin konuştum, ciddi ciddi dinledim. Sonunda o "sen hele bir düşün, çok ani oldu" deyip kapattı. Hoş, kabul edecek olsam bu kadarına bile uyacağına inanmıyorum. En çok 1-2 celse sonra karar çıkacak tabii, babaya en fazla haftasonu bir gün veya iki haftada bir gece kalmalı alma hakkı tanıyacaklar. Bu kadar dayandıktan sonra gidip mahkemeye bu koşulları kabul ettiğimi söyleyemem zaten. Yarınki duruşmada karşılaşacağız belli ki...
Bu sabah işe yetişme telaşıyla görmemişim, şirkette söylediler, arabamın sol yanı boydan boya çizilmiş, kasıtlı olduğu aşikar dediler. O zaman anladım, örnek baba hırsını arabamdan almış demek ki...