6.11.05

Inna

Fay Weldon'un Hatırla Beni adlı bir romanı vardır. Yıllar önce, ilk eşimle işler sarpa sarmaya başladığı sıralarda okumuştum. Bir adam, ilk eşi, ilk eşinden olan kızı, şimdiki eşi ve bu eşinden olan küçük oğlu arasında geçer. O kadar tanıdık duygular vardı ki kitapta... Fazla detay hatırlamıyorum ama kadın kahramanlardan biri tüm diğer kadınları kastederek "kızkardeşlerim" der. O güne kadar fazla kız arkadaşı olmayan ve kendini çok özel zanneden ben, duyguların benzerliği ve evrenselliği karşısında şaşırmış, tüm kadınların özünde "kızkardeşlerim" olduğunu düşünmeye başlamıştım. Elbette istisnalar var, ama bu hafta bir kızkardeşime daha rastladım.
Inna yarı Finli, yarı Rus, Almanya'da yaşayan bir kadın. İspanya seyahatinde bize eşlik eden Inna, ziyaret ettiğimiz firmanın Türkiye ve Doğu Avrupa Satış Müdürü. İlk evliliğinden 15 yaşında bir kızı var.7-8 yıl önce boşandığında Finlandiya'da yaşıyormuş. Şirketi Almanya'daki pozisyonu önerince, hayatında sadece yeni bir sayfa değil, yeni bir defter açmak için fırsat çıktığını düşünerek kabul etmiş. Önce kendinden 12 yaş büyük bir erkek arkadaşı olmuş. Aslında ilişkileri çok kötü gitmiyormuş, ama Inna'nın yaptığı hiçbir program gerçekleşmez, hep son anda bir sürprizle değişiverirmiş. En sonunda bir kez Inna kendi progamını değiştirmediğinde, erkek arkadaşı aralarındaki uyumu kaybettiklerini, Inna için başka tarz bir erkeğin daha uygun olacağını söyleyip kayıplara karışmış. Bir sonraki (ve şimdiki) arkadaşı ile de başta çok iyi anlaşıyorlarmış. Ancak zaman geçtikçe onun çocuk gibi davrandığını, sanki o çocuk, Inna da annesiymiş gibi tüm yükü Inna'nın omuzlarına bıraktığını farketmiş. Birlikte daha büyük bir ev tutup taşınmışlar, ama arkadaşı işini bırakmış ve geçimlerini tamamen Inna'nın karşılamasını bekliyormuş. Inna biriktirdiği paranın üstüne aldığı krediyi katarak ev almış, arkadaşı evin yarı hissesini kendisinin adına çıkarmadığı için Inna'yı bencillikle suçlamış. Şimdi de, beni bırakırsan intihar ederim diyormuş.
Normalde iş ilişkisi içinde tanışılan insanların özel hayatı hakkında bu kadar çok şey bilinmez. Ama birinci günün sonunda, Inna birbirimize çok benzediğimizi hissettiğini söyledi ve hayatını anlatmaya başladı. Gerçekten de özünde o kadar ortak şeyimiz çıktı ki şaşarsınız. Bir ara, kendi evimden beni atan, sonra da evimi talan edip piyanomu parçalayan deliden bahsederken "Ne, sen de mi piyano çalıyorsun?" dediğinde kahkahayı patlattık. Anlatmak, paylaşmak ve onu mutsuz eden şeylerin sadece kendi başına gelmediğini, aynı hataları yapan ve kendine benzeyen kadınların olduğunu görmek sanki bir terapi seansı etkisi yarattı. İki hafta sonra Düsseldorf'a geldiğimde aramam için cep telefonunu verdi ve sarılışarak ayrıldık.
Bugün Gökhan'a anlattığımdaysa "Öff, tipik kadın işte" dedi...

Hiç yorum yok: