Pazar günümü annemle geçirdim. Cumartesi gecesi çorabın tekini bitirip, aynısından bir tane daha örmek heyecanlı olmadığından biraz dinlenmeye bıraktım ve oyuncak ayı örmeye başladım. Gökhan kongreden dönünce onun makinesiyle çeker gösteririm. Bir bacağını bitireceğim diye inat edince 2'de ancak uyudum. Tabii kalkmam 10'u buldu.
Neyse, annemi alıp emlakçıyla randevumuza gittik, o bölgedeki evleri gezdik, bol bol bilgi aldık, yazın teslim olacak evimi şimdiden satmaya kalkarsam bu bölgede istediğim gibi bir daireye paramın yetmeyeceğini anladık. Dönüşte iyice acıkmıştık. Annem evde olanları saydı (kızı masraf etmesin, ne gerek var şimdi), ama benim canım dışarıda yemek istedi. Canım kırk yılda bir başbaşa dışarı çıkıyoruz zaten.. Tepecik Yolundaki Wrap'e götürdüm onu. Ortaya tulum peynirli-cevizli-ballı hardallı soslu salata, bir biftekli chedarlı, bir ızgara sebzeli dürümü yarım yarım paylaştık. Sonra evine bıraktım. Pazar gününü benimle geçirmek çok hoşuna gitti, biliyorum. Ve düşündüm... Ben 39, annem 74 yaşında, yine bizbizeyiz. Dünyanın en sorumsuzu, en utanmazı mamut, babasının ilişkilerine göz yummadı da ayrıldı ve yeniden evlendi diye yıllarca suçladığı annesini almış yanına bakıyor. Kıssadan hisse, yıllar da geçse oğlum sonunda annesine gelecek. Suçlayacak mı, anlayacak mı bilinmez, ama (ben ruh-fizik bütünlüğüne inanırım, bana bu kadar benzediğine göre) en azından dinleyecek. Olan onun çocukluk yıllarına, eğitimine oluyor işte...
Bu arada öğrendim ki, Gökhan'ın kolesterolü 260'a, trigliseridi 365'e çıkmış (ikisinin de max 200 olması lazım). E ben bir senede 12 kg alırken o da boş durmadı, herhalde 10 kg filan almıştır. Tamam işte, beslenme tarzımızı değiştirmemiz ve spora başlamamız için bedenlerimiz alarm veriyor. Duymazlıktan gelirsek daha iyi anlayacağımız bir şekilde anlatırlar, bir hastalık çıkarıverirler valla... Dolayısıyla artık beyaz un, şeker, tereyağ, yağlı et, karides, krema yok. Yalnız mutfağı Gökhan'a bırakırsam iki gün zeytinyağlı ıspanak, taze fasulye yapar, üçüncüsünde kremalı ıspanaklı tagliatelle yapıverir. Adam tahıl ve bakliyat sevmiyor, beyaz ekmekten başkasını yemiyor. Sebze sevdiğini iddia ediyor, ama zeytinyağlıyla kış geçmez ki... Bense bayılırım sebzeyle bakliyatı karıştırmaya. Yanılmıyorsam 2002 yılında, Tijen İnaltong'u Açık Radyo'daki bir söyleşide dinleyip koşa koşa gidip "Mevsimlerle Gelen Lezzetler"i almıştım. Yemek kitabından başucu kitabı olur mu? Olur. Hepsini değil ama yarısını yapmışımdır herhalde. O zamanlar zaten en ince halimdeyim, mamuttan ayrılmak için özgüven depoluyorum. Sonrasında Tak Koluna Sepeti, Zen Mutfağı ve Meyve Ağacından Hikayeler'i de aldım tabii. Ama Gökhan'ın şartlanmış beynine ve damak zevkine hitap etmediğini kabul etmek zorundayım. Halbuki ne kadar sağlıklı ve lezzetliler...
Bu ruh haliyle eve gelirken aşağıdaki marketten pırasa ve havuç aldım. Yarın kongreden döndüğünde zeytinyağlı pırasa ile karşılayayım bari. Sonra da marifetli blog kardeşlerimin sebze yemeklerini sırayla deneyeyim.
Neyse, annemi alıp emlakçıyla randevumuza gittik, o bölgedeki evleri gezdik, bol bol bilgi aldık, yazın teslim olacak evimi şimdiden satmaya kalkarsam bu bölgede istediğim gibi bir daireye paramın yetmeyeceğini anladık. Dönüşte iyice acıkmıştık. Annem evde olanları saydı (kızı masraf etmesin, ne gerek var şimdi), ama benim canım dışarıda yemek istedi. Canım kırk yılda bir başbaşa dışarı çıkıyoruz zaten.. Tepecik Yolundaki Wrap'e götürdüm onu. Ortaya tulum peynirli-cevizli-ballı hardallı soslu salata, bir biftekli chedarlı, bir ızgara sebzeli dürümü yarım yarım paylaştık. Sonra evine bıraktım. Pazar gününü benimle geçirmek çok hoşuna gitti, biliyorum. Ve düşündüm... Ben 39, annem 74 yaşında, yine bizbizeyiz. Dünyanın en sorumsuzu, en utanmazı mamut, babasının ilişkilerine göz yummadı da ayrıldı ve yeniden evlendi diye yıllarca suçladığı annesini almış yanına bakıyor. Kıssadan hisse, yıllar da geçse oğlum sonunda annesine gelecek. Suçlayacak mı, anlayacak mı bilinmez, ama (ben ruh-fizik bütünlüğüne inanırım, bana bu kadar benzediğine göre) en azından dinleyecek. Olan onun çocukluk yıllarına, eğitimine oluyor işte...
Bu arada öğrendim ki, Gökhan'ın kolesterolü 260'a, trigliseridi 365'e çıkmış (ikisinin de max 200 olması lazım). E ben bir senede 12 kg alırken o da boş durmadı, herhalde 10 kg filan almıştır. Tamam işte, beslenme tarzımızı değiştirmemiz ve spora başlamamız için bedenlerimiz alarm veriyor. Duymazlıktan gelirsek daha iyi anlayacağımız bir şekilde anlatırlar, bir hastalık çıkarıverirler valla... Dolayısıyla artık beyaz un, şeker, tereyağ, yağlı et, karides, krema yok. Yalnız mutfağı Gökhan'a bırakırsam iki gün zeytinyağlı ıspanak, taze fasulye yapar, üçüncüsünde kremalı ıspanaklı tagliatelle yapıverir. Adam tahıl ve bakliyat sevmiyor, beyaz ekmekten başkasını yemiyor. Sebze sevdiğini iddia ediyor, ama zeytinyağlıyla kış geçmez ki... Bense bayılırım sebzeyle bakliyatı karıştırmaya. Yanılmıyorsam 2002 yılında, Tijen İnaltong'u Açık Radyo'daki bir söyleşide dinleyip koşa koşa gidip "Mevsimlerle Gelen Lezzetler"i almıştım. Yemek kitabından başucu kitabı olur mu? Olur. Hepsini değil ama yarısını yapmışımdır herhalde. O zamanlar zaten en ince halimdeyim, mamuttan ayrılmak için özgüven depoluyorum. Sonrasında Tak Koluna Sepeti, Zen Mutfağı ve Meyve Ağacından Hikayeler'i de aldım tabii. Ama Gökhan'ın şartlanmış beynine ve damak zevkine hitap etmediğini kabul etmek zorundayım. Halbuki ne kadar sağlıklı ve lezzetliler...
Bu ruh haliyle eve gelirken aşağıdaki marketten pırasa ve havuç aldım. Yarın kongreden döndüğünde zeytinyağlı pırasa ile karşılayayım bari. Sonra da marifetli blog kardeşlerimin sebze yemeklerini sırayla deneyeyim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder