20.9.07

Melengiç

Shrek Antep'ten şamfıstığı ve melengiç getirdi. Şamfıstıklarını oturduk yiyoruz da melengiç ne yapılır? İnternette de bir şey bulamadım; kavurup çekip kahvesi yapılırmış ama içimi ağır ve zormuş, herkes içemezmiş. Başka nesi yapılır peki? Bir bilen var mı?

15.9.07

Nemo'nun Telefonu

Ne haftaydı ama... Burada işten bahsetmeyeceğim diye bir prensip koyduydum kendime, o yüzden detaylı anlatmıyorum ama iş yoğunluğu stresle birleşince, zihinsel yorgunluk öyle bir hal aldı ki bağışıklık sistemim bile düştü, sonunda Perşembe akşamı ateşim bile çıktı. Cumayı da her adımda "ıh, ıh" diye diye bitirdikten sonra bugün iyiyim işte. Ben biliyordum zaten stresten olduğunu.
Bu günler boyunca Shrek bana çok iyi baktı, eve gittiğimde hiç homurdanmadan "sen hemen yat dinlen, bu akşam kahvaltı yaparız, ben hazırlarım" filan dedi, hem hazırladı, hem sonra topladı, daha ne isterim ki ben?...
Perşembe akşamı, ben zaten yarı hasta, yarı -gün boyunca, hiç sorumlu olmadığım bir konuda bana atılan pas yüzünden önce konuyu anlayıp, sonra öneri geliştirip, sonra da genel müdür cc'li bir cevap hazırlamaktan- bitap haldeyken Mammut aradı. Telefonu Nemo açtı. Azıcık konuştuk, sofradaydılar, genellikle İstanbul'daymışlar, iyi olduğunu söyledi, tek kelimelik cevaplar verdi, sonunda "kapatmam lazım, ben yemek yiyordum" dedi, ben baban almak istiyor mu telefonu diye sordum, o da babasına sordu ve Mammut'la konuşmaya başladık. Önce yumuşak yumuşak başladı, Nemo'ya cep telefonu almış ama daha şarjına dikkat etmeyi beceremiyormuş, yine de numarasını verdi, sonra sadede geldi. Düşünmüş de, bu kavga yüzünden zarar gören Nemo oluyormuş, üstelik artık büyüyor, herşeyi anlıyormuş. Onun için olmazsa olmaz iki koşul varmış; biri eşit sürelerle görmemiz - yani bir hafta onda, bir hafta bende kalması-, diğeri de Nemo'nun hayatında üvey anne veya üvey baba olmaması. Nemo'dan tatilimizi nasıl geçirdiğimizi dinlemiş, öyle bir şey olmadığını öğrenmiş. Nemo olmasa ben onun bir numaralı düşmanıymışım, oysa Nemo'nun üstünden düşündüğünde ben Nemo'nun 10 numara annesiymişim.
Ben yeni okuduğum iletişim kitabı ve Satürn'ün yengecin iletişim evine girmiş olması, yani bana iletişim konusunda ders verecek olması aklımda, lafı uzatmaya, açmaya çalıştım kendimce. Prensip olarak neden olmasın, şu anda zaten senin kontrolünde, okul kaydını İstanbul' al, zaten burada evin var, bir hafta sende, bir hafta bende bırak dedim. Sonunda sadede gelindi; tam böyle aramızda uzlaşmışken işyerine bir mahkeme celbi gelirse tabii o tepkilerini kontrol edemiyormuş. Ben şimdiye kadar aramızda anlaşamadığımızı gördüğümüzü, bu yüzden bu konuyudüzenleyen bir mahkeme kararının olmasının uzun vadede sağlıklı olacağını söyledim. Aynı şeyleri tekrar tekrar konuştuk. Geçmişi unutalım diye tutturduğu için dayanamayıp "peki sen geçmişte yaptıklarından pişman mısın?" diye sordum. Tamam, bu pek becerikli bir iletişimci cümlesi değil, kabul ediyorum. "Hiç de değil, hepsinin nedeni vardı" dedi. Ben de "nedeni vardır mutlaka, hatta kendini haklı görüyorsundur, ama yine öyle davranmamalıydım dedin mi hiç?" diye sordum. Hayır, hiç pişman değil, bugün olsa yine aynı şekilde davranacak, kapı tekmelemekten, kafa tekmelemekten geri durmayacak. Zaten o ara bağrınmaya başladı. Mahkeme kararı içine sinmezse uyacağını mı sanıyormuşum! Neyse, sonunda benim de sinirlerim bozuldu, karşılıklı bağrışırken kapattım. Bu iletişim denemesi 1 saat sürdüğü için Shrek de kızdı, çünkü o daha 10. dakikada bir işe yaramayacağını, fazla uzatmamamı söylemişti, ama ben yeni iletişim yolları deneyeceğim ya onu dinlemedim.
Daha esnek olsam, tamam desem, kaydını İstanbul'a alsak (tabii okul parasını bana verdirecek), mahkemeyi geri çekmeyince yine kızsa ve ben yine tedbir kararını icrayla uygulamak zorunda kalsam, en azından Nemo İstanbul'da okur, yollarda sefil olmazdık. Beceremedim...

9.9.07

Satürn Başak'a Geçti

Satürn'ün dramatik Aslan'dan ayrılıp 2,5 sene kalmak üzere çalışkan Başak'a geçmesiyle çalışma hayatında önemli bir değişiklik olacak. Satürn sorumlulukların yöneticisidir; hayatımızı nasıl yapılandırdığımız, sınırlarımızı nereye koyduğumuz, kendi limitlerimizle nasıl yüzleştiğimiz... Şimdi hayatımızın daha çok çalışmamız gereken alanlarını gözden geçirme zamanı. Başak, iş, sağlık ve hizmet burcu olduğu için, öncelikle önemli ilişkilerinizin sağlığını analiz etmekle başlayın, kendinizle ilişkiniz de dahil. Akıl, beden ve ruh olarak ne kadar sağlıklısınız? Hayatınız bunu nasıl yansıtıyor? Ya da yansıtmıyor? Stresten arınma zamanı geldi. Sürekli kovalamaca oynama zamanı geçti artık. Zaman planınızı ele alın ve iyiliğinizi düşünerek yeniden yapılandırın.

Mail adresimi ele geçiren astroloji sitelerinden biri böyle diyor ve sanırım ben ilk etkileri almaya başladım. İş hayatımda stresli ve zorlu bir döneme girdim. Daha çok çalışmamın mümkün olduğunu pek sanmıyorum ama daha organize çalışmalıyım, yaptığımı göstermeye zaman ayırmam gerekiyor. Ayrıca işte enerjimi tamamen tükettikten sonra aklımda bir sürü yapmak istediğim (iş dışı) şeyle işten çıkıyorum; yapacaklarımın hevesi ve iş stresinden kurtulmuş olmanın ekstra enerjisi eve kadar idare ediyor; Radyo Eksen'de Ayça'ya gülerek ve çaldığı parçalara eşlik ederek neşeyle geliyorum ve eve girer girmez tükeniyorum. Gerisi malum, yemek sonrası kucakta laptop.

Başak etkisinden midir bilmem (çünkü bana ara ara gelirler böyle), ortalığı organize edeceğim, derli toplu tutacağım diye panik atak yaşamaya başladım. Dün öğleden önceyi IKEA'da kutu bakarak geçirdim. Dolabın 80 cm genişliğinde 20 cm yüksekliğindeki rafları için derin yayvan kutu aradım, bulamadım. Daha doğrusu var ama ya ayakkabı kutusu gibi küçük ya da bir rafa bir tane sığacak kadar büyük ve yanında bir sürü kayıp yer olacak kadar küçük. Yine de bir şeyler aldım ama eve dönüp yerleştirmeye başlamak yerine Nilgün'e uğradım. Nilgün'den daha önce bahsetmişimdir kesin, o paravan olarak manikürcü-ağdacı dükkanı olarak görünen bir kadın terapi merkezi işletiyor. Şimdi işi büyüttü, yandaki elektrikçi gidince o dükkanı da kiralayıp kuaföre çevirdi. Yani terapi merkezinde sadece analiz ve paylaşımın tedavi edici özellikleri değil saç rengi ve modeli değiştirme özelliği de bulunuyor, ya da en azından bir fön çektirip yaşam gücü arttırmak mümkün. Ben de saçımın rengini biraz koyultmak için fırsat bekliyordum zaten.

Sol üst: Gülse'nin düğünü modeli; Sol alt: Toplayayım da idare etsin modeli

Sağ: Kendi rengime boyanıp üstüne az röfle atılmış ve rengini anlayalım diye düz fönlü modeli

Tamam, hep düğün modeli olsa güzel tabii ama hep toplamak zorunda kalınca bir anlamı yok; üstelik ten ve göz rengime değilse bile kişiliğime göre fazla sarıydı. Hoş bu fotoğrafa göre yeni hali de az sarı değil ama radikal değişikliklere cesaretim yok benim, herşey yavaş yavaş. Bir de kabul etmek lazım, her ne kadar ben aşağıdaki fotoğraftaki halimi geri istesem de (saç rengi ve babamın kucağında güvende olmak, babamın bakışındaki kadar beğenilmek, onaylanmak) aradan 40yıl geçti, geri dönüş yok.

Ben yoruldum galiba ve oğlumu özledim.

Geçen hafta en sonunda Nemo'nun psikoloğuna anne seansına gittim. Nemo'nun bu yaz geçen seneye oranla çok büyümüş, olgunlaşmış olduğunu, duygularını açıkça söyleyebildiğini, hayal gücünün çok geniş olduğunu anlattı. Oyunlarında babasına karşı çıkmanın mücadelesi görülüyormuş; büyüdükçe babasına istediklerini söyleyebilecek kadar cesaretleneceğini konuşmuşlar. Hikayelerinde anneyle çocuk mutlu yaşıyorlar, akrep onlara saldırıyor, anne çok mücadele ediyor ama sonunda akrebi öldürüyor. Dede de var ama ya TV seyrediyor, ya uyuyor, onları koruyamıyor (Mammut'un babası herhalde). İşin ilginci bir de baba var oyunda, Fransa'da, anneyle araları iyi. Hatta bir de kardeş var. Sonnur bunu tam bir aile olma isteği olarak yorumladı. Babaanneden bahsetmek istemiyormuş. Ayrıca "Mahkeme bir psikoloğu Nemo'yla görüştürürse onun babasından korktuğunu rahatlıkla anlar, merak etmeyin" dedi.
Kaybetmeye karşı gösterdiği sabırsızlık, her ne yaparsa en başından iyi yapmak istemesi, yapamıyorsa denemeye devam etmemesi, bunların hepsi mükemmeliyetçiliktenmiş. Aslında ben de biraz öyleyimdir; Nemo'ya kendimden örnekler verip mükemmeliyetçiliğim yüzünden kaçırdığım eğlenceli şeyleri anlatmalıyım. Yaz ödevini yapması için zorlamamakla iyi etmişim; nasıl olsa yazın ikinci yarısında yeterince vakti olacak. Son seansta ( tam tatile çıkacağımız gün gitmiştik) tatile çıkacağımız için çok heyecanlı ve çok mutluymuş, döndükten sonra ayrılacağımız için de çok üzgün.
Sanırım bunları konuşmanın beni ağlatacağını bildiğim için anne seansına gitmeyi 1 ay geciktirdim.
Sonnur bana kendim için bir şey yapmam gerektiğini (bununla psikoterapiyi kastediyor) söyledi ve birini tavsiye etti. Şu aralar ne zamanım, ne de param var; zamanım hiçbir zaman bol olmayacak tabii ama param olduğunda gidebilirim. Tavsiye ettiği adamın çalıştığı merkezin web sitesini buldum, Hellinger metodunu uyguluyorlarmış, yani aile dizimi. Bunu bana üç sene önce tesadüfen tanışıp hikayemi öğrenen bir Alman kadın da tavsiye ettiydi ama bu yönteme saçmalık gözüyle bakanlar da çokmuş. Böyle bir kendini deşme durumunu isteyip istemediğimden emin değilim aslında. Gerçekten çözemezseniz (ya da olumlu konuşalım, çözene dek diyelim) deşmek çok daha kötü yapıyor. Mesela biz bu aralar evlenir, evleri birleştirirsek salonda TV olsun mu, olmasın mı diye konuşurken bir bakıyoruz tartışmaya başlamışız, altından Shrek'in benim evimi benimsemeye hiç niyetli olmaması, hep onda kalışımız, daha önceki evliliğindeki duygularını tekrar yaşamaktan korkması çıkmış. O tüm evin ve yaşantımızın Nemo’ya göre düzenlenmesinden, onun varlığının gözardı edilmesinden endişe ediyor; ben de düzgün bir aile, düzenli bir yaşam için duyduğum ihtiyacın karşılanmayacağından korkuyorum. Konuşarak çözebiliyor muyuz? Hayır, sadece günün kalanı somurtarak geçiyor... Ya da bir kısmı. Çözümsüzlük yüzünden çaresiz hissedince, hele bir de hava birden soğuyunca en iyi çözüm öğle uykusu. Sabahki gibi sevecen cıvıldaşarak devam etmiyor gün ama kriz atlatılıyor. Sonra gecenin 1'inde hala kucakta laptop oturuluyor tabii.

4.9.07

Yaz Bitmeden Son Bir Tatil Daha

Ne oldu bilmiyorum, yazasım yok. Ama günlükler bu yüzden yarım kalmaz mı zaten? Kendimi zorlayarak, hem sonra hatırlayabilmek için, hem merak edenleri merakta bırakmamak için son iki haftayı özetleyeceğim yine de.

Bodrum tatilinden sonraki hafta lise grubu buluşup bir akşam yemeği yedi yine; bu kez ben de gittim. Haylaz da geldi, arada ortada konuşulan konuya katıldığımda konuşmuş olduk ama birebir değil. Bir ara birşeyler sormaya bizim tarafa geldi; bir ara da ortadaki bir konuya yorum yaparken eskiden birlikte seyretmiş olduğumuz bir filme atıfta bulundu, "dory, sen hatırlarsın, hani ... filminde" filan dedi; söylediği filmin de konuyla bir ilgisi yoktu. Bizim bir hukukumuz yok; oradaki herkesle var ama onunla yok. Çünkü ondan başka oradaki hiç kimse için içimden "sana ne olduğu onun umurunda olmadı" demiyorum. Çağla sonradan "senin bir ışığın var, o da hala çevrende vızıldayarak o ışıktan kendine pay çıkarmaya çalışıyor" diye yorumladı.

Haftasonu Shrek'in eski bir işyerinden tanıdığı bir arkadaşının düğününe gittik. Tuzla'nın tepelerinde, Aydınlı'da bir çiftlikte kır düğünü yaptılar. Pek hoştu. Kız 30'larının başında, oğlan 8 yaş küçük bir Fransız. 4 ay önce tatilde tanışmışlar. Umarım mutlu olurlar.

Bu ara okuduğum bir kitabın etkisindeyim; neredeyse satır satır ezberleyeceğim; her gün rastladığım pek çok durumu o kitapta okuduklarımın çerçevesinde farketmeye ve yorumlamaya, herkese de oradan örnekler vermeye başladım. Marshall Rosenberg'in Şiddetsiz İletişim adlı kitabından bahsediyorum. Kişisel gelişim kitaplarını genellikle iki bölüm okuyup bırakırım ama bu başka. İletişim konusunda uygulamayı beceremediğim çok şey olabilir; bilmediğim pek bir şey yok diye düşünürdüm. Aslında bilmediğimiz çok şey de söylemiyor ama akılda kalıcı ve uygulanabilir metodlar öneriyor. Geçen hafta Shrek'le tartıştığımızda, daha doğrusu ona kızdığımda kendime uyguladım. Niye kızdığımı, kızgınlığımın ardındaki duyguları kendi kendime sorguladım, hatta yazdım ve eve gittiğimde kızgınlığımın geçmiş olduğunu fark ettim. Rosenberg diyor ki, "her yargının ardında karşılanmamış bir ihtiyaç vardır". Gittikçe daha didaktik oluyorum, ne sıkıcı.

Shrek, 30 Ağustos tatilini haftasonuna birleştirerek oğluyla tatile gitme programı yapmıştı ya, Bodrum'dayken de bir an durup "ya, sen niye gelmiyorsun? hem Antalya'ya kadar tek başıma arabayla gitmek gözümde büyüyor, seninle dönüşümlü kullanırsak çok kolay olur" demişti. Böylece çook büyük bir adım atılmış oldu ve bir "ilk" gerçekleşti. Çarşamba gecesi onda kaldık ve sabah 5'te benim arabamla (çünkü uzun yolda daha rahat ve güvenli) yola çıktık. Süzmebal Bilecik'te kahvaltı molası verene kadar uyudu. Burdur'da gözleme molası verdik ve öğleden sonra Antalya'ya vardık. Odamıza yerleştikten sonra denize girecek vakit bile kalmıştı. Üç tek yataklı bir odada kaldık; biri klima hattında kaldığı için Shrek orada yattı, biz de Süzmebal ile bir karış aralıkla duran iki yatakta uyuduk; uyanıp üstünü açtığını gördüğümde örtmek için doğrulmam yetti.

Ben hep biraz geride durup başrolü onlara bıraktım elbette; rolüm kahvaltıya erken inip masa tutmak, ortaya alınacak domates-salatalık tabağı ve ekmek sepetini hazır etmek, onlar aqua-park'tayken deniz kenarında kitap okumak, denize girmeye geldiklerinde hep beraber yüzmek olarak özetlenebilir. Cumartesi günü ben de fotoğraf makinemi alıp aqua-park'a gittim, onların baba-oğul bir sürü fotoğrafını çektim ki bu Shrek gibi fotoğraf çekmeyi seven, fotoğraf çekenin o olması doğal kabul edildiği için hep kamera arkasında kalan biri için büyük lüks. (Ben de hep aynı roldeyimdir, o yüzden iyi biliyorum.) Annesi üç kişi geldiğimizi ilk gün akşamüstü Süzmebal'la telefonda konuşurken öğrendi, tepkisini Shrek'e mesaj çekip "aşk çifti oğlumla aynı odada mı yatacaksınız pes" diyerek bildirdi. Önce kızacak gibi oldum, "yok banyoya kilitleyeceğiz deseydin" dedim ama Shrek "o alıp oğlumu sevgilisiyle tatile gitse ben ne tepki verirdim düşünsene" dedi; e haklı, ben herkesten benim gibi olmasını bekleyemem ki... Ertesi günlerde de her telefon konuşmasında detaylı rapor aldı ama Shrek'le konuşurken bu konuyu açmadı sanırım. Korktuğu gibi bir ortam olmadığını, oğlunun iyiliğinin gözetildiğini anlamıştır belki de.
Süzmebal öyle tatlı, duyarlı, kibar bir çocuk ki zaten. Son sabah son bir daha denize girelim, sonra da biraz daha su kaydıraklarına gideriz dediğimizde "bu kez belki daha önce kaymayanlar da kayar" dedi imalı imalı; "beni mi kastediyorsun?" diye sordum, "evet" dedi. Daha sonra denizdeyken de babası "hadi artık kaydıraklara gidelim" dediğinde "dory abla da kayacak bugün" dedi:) Böylece ben de katıldım eğlenceye. Hep Nemo da bizimle olsaydı diye düşünmekten kendimi alamadım, biraz hüzünlendim ama yine de çok güldüm.
Dönüş yolunda yolunda epey midesi bulandı, Afyon'da sadece ekmek yedi; Bozüyük-Bilecik arası virajlı yolda kustu; sonra rahatlayıp uyuya kaldı. Gece 12 gibi Shrek onu kucağında annesinin evine bıraktı.
Ah bu kuzular nasıl da arada kalıyor...
Sonra da hayat normal ritmine döndü.