18.10.10

Ekim, toprağı ekme zamanı...

Topraktan öyle uzak yaşıyoruz ki, Ekim bizim için havanın bozduğu, kışlıkların çıkıp kaloriferlerin yanmaya başladığı ay... Yılsonuna yaklaşırken bitmemiş projelerin hızlandığı, satış hedefi tutsun diye sorunlu malların peşine daha bir şiddetle düşülen ay... Derslerin ilerlemeye başlayıp günlük çalışılıp perçinlenmezse sınavların kötü geçeceğinin belli olduğu ay...
Nemo bu yıl çok daha iyi tolere etti okulu, Pazar akşamları hariç morali fena değil... Geçen sene bir tanıdığın uyardığı, Işık’ta çocuğun başarısına göre gruplayarak sınıf oluşturdukları konusu gerçek gibi görünüyor. Geçen sene seviye sınavı sonrası A şubesine düştüğünde öğretmeni bile şaşırmış, “çok başarılı bir sınıftır, nasıl oraya düştü anlamadım” demişti. Bu sene F’de... Geçen seneden tanıdığım, başarılı çocukların anneleri de okulun ilk gününde koridorun A..D tarafında bekleşiyorlardı. Süzmebal'ın E’de olması da bu teoriyi destekliyor.

Nemo okul çıkışı anneme gidiyor, ben de gidip oradan alıyorum; eve gelişimiz 7. Ödev varsa mutfak masasında yaptırıyorum, ben de bir yandan yemek yapıyorum; en erken hazır oluşu 8-8.30, Shrek'i beklersek 9-9.30... 10'da Nemo yatıyor, 12'ye kadar da biz laptoplar kucağımızda çayımızı içip biraz iş yapıp biraz sohbet ediyoruz; gün bitiyor. Artık sporu geçtim, tv karşısında yürüme bandı bile lüks. Geçen hafta birgün yemeği fırına verip 40 dk yürüdüm; tabii vücut unutmuş, 2 gün belim ağrıdı.
Nemo'nun Star Wars dönemi yavaştan geçiyor; artık Family Guy, Southpark, Simpsons ve Futurama dönemi başladı. Çarşambaları serbest kıyafet günü. O gün giymesi için önü Futurama'daki robot Bender baskılı tişört yaptık. Aslında onun seçtiği resimde Bender "bite my shiny a.." diyordu ama okula bununla gidilemeyeceği konusunda ikna oldu. Biz de aşağıdakini bastık.
Artık havanın oynak zamanları geldi, evler soğuk, dışarılar rüzgarlı... Ben sürekli üstümde bir şalla dolaşıyorum şu aralar; sokakta boynuma doluyorum, içeride sırtıma alıyorum. Fransızlar eşarplarıyla yaşar ya, öğrenci kızlar kucağına açar, üstünde sandviçini yer, elmasını ovalar, güneş geçmesin diye başına dolar, çimende üstüne oturur, üşüyünce omzuna alır; benimki de o misal...

Fransız örneği boşuna değil, izlenimlerim taze, çünkü geçen hafta Paris’teki ilaç hammaddesi fuarındaydım. Kapalı bir hava, sürekli ince ince yağan bir yağmur ve günde 6 toplantıya ben de dayanamadım, ayakta bir soğuk algınlığı atlatıyorum. Tabii bir de akşamları -o yorgunluğun üstüne olabildiği kadar- sokak sokak çevreyi dolaşmak var. Yoruldum ama ortam değişikliği ve günlük görevlerden uzak kalmak iyi geldi. Paris'te yaşayan Amerikalı blogger David Lebovitz'in Paris tavsiyelerinden ikisine gidebildim. Bir akşam Maison L'Abrac'ta yemek yedik ki gerçekten çok iyiydi, ama faturayı şirket ödemiyor olsa gidilmeyecek kadar da pahalı. Diğeri de dondurmacı Pozzetto. Gerçekten çok lezzetli, üç çeşit deneyeceğim diye de kocaman bir dondurma ile sokaklarda dolaşma kısmı özellikle güzeldi.


L'As du Fallafel'e de gittim, zaten Pozzetto ile çok yakın, ama o kadar kalabalıktı ki insanlar önünde bekleşiyorlardı, onu pas geçtim.

Ben yokken oğlan annemde kaldı, anneanne keyfi yaptı. Bir haftalığına benim ödev kontrolü ve bahaneyle konuyu anlamış mı anlayıp eksik kaldıysa öğretmeye çalışma baskımdan da kurtulmuş oldu.
Babadan uzun süre ses çıkmadı. Yazın zamanında getirmeyip beni icra ile Erdek’e gitmek zorunda bıraktığından beri almaya gelmemişti. İki Cumartesi önce bir sms attı, “Nemo nerede?” diye, ben cevap vermeyince devamı gelmedi. Geçen hafta ise çat kapı geldi, ama bu sefer de ben vermedim. Niye derseniz, birincisi, bir kere bile zamanında getirmediği için icrayla gelip almasını istiyorum; ikincisi, kolayca alıp sözde iletişim içinde olunca daha fazlasında hak görüyor kendinde. Amacı kavgalı olmak, didişmek olduğuna göre, ben de ona savaş alanı yaratıyorum. Yoksa geç getirerek ya da getirmeyerek o savaş alanı yaratıyor.
Pazartesi okula gidip Nemo'yu görmüş, Cuma öğlen okuldan alacağını söylemiş; sonra ses yok derken, Cumartesi sabahı yanında icrayla geldi. Talimatta karar gereği 3.haftasonu diye yazılı (talimatı veren İstanbul İcra kendini sağlama almış). "E bu haftasonu Ekim'in 4.haftasonu dedim"; Sarıyer'den gelen memur "hafta 7 gündür, ben ayın başından sayınca 3 hafta olmuş" diyor. Neyse, epey bir konuştuktan sonra müdürünü aramak üzere aşağı indi; durumun yaş olduğunu anlayan Mammut adama bağırıp çağırmaya başladı. İcra memuru da kimin ne olduğunu anladı herhalde ama haftasonlarını saymayı şaşırması muhtemelen araya giren torpillerdendir. Hem doğru zamanda uygulamaya gelmemişler, hem de pedagog çocukla konuşmakta çok ısrarlı. Ben de zabtı tutun, sonra konuşursunuz diye ısrarlıyım. Sonunda pedagog Nemo'ya (oldukça da yönlendirici şekilde) sordu, baban aşağıda bekliyor ama bak, seni özlemiş filan diye diye. Oğlan "bu haftasonu hukuken alma hakkı yok, o yüzden gitmek istemiyorum" dedi. Pedagog "baban Shrek Bey'in yanında mutsuz olduğunu söylüyor; Shrek Bey nasıl?" diye sordu; Nemo "o kadar da kötü değil aslında, benimle fazla ilgilenmiyor" demez mi! Sonra da, pedagog odadan çıkarken yüksek sesle ve gayet neşeli "Shrek Abi, kahvaltıda ne var?" diye seslendi. Olay bitip, icra memuru ve pedagog gittikten sonra kahvaltıya oturduğumuzda biraz sıkıştırdım tabii. "İdealindeki ShrekAbiyle gerçek Shrek Abi arasında ne fark var? Shrek Abinin şu anda olduğundan farklı nasıl olmasını isterdin?..." Bir şey çıkmadı tabii, başka birşey istemem, böyle iyi dedi. Seni mutsuz eden bir özelliği, davranışı var mı? Yok. Demek ki "o kadar da fena değil" değil, "Shrek Abi iyi, onun yanında mutsuz değilim"miş.

İcra memuruyla pedagog aşağı inip onun beyanını da zapta almak isteyince Mammut yine bağırıp çağırdı, adamlar sonunda onun arabasındaki paltolarını alıp yürüyerek gittiler. Arabasının da camları siyah, arka koltukta biri oturuyor, kahverengi deri ceketli, zayıf elli biri, Mammut kah onunla konuşuyor, kah telefonla. Sitenin güvenlik görevlilerinden ikisi de apartman kapısında, iki saat Mammut'un hikayesini dinlemek zorunda kaldılar. Arka koltukta oturan (herhalde avukat hanım) çıkıp bir sigara içti. En sonunda, ama icra gittikten en az yarım saat sonra gittiler.

Yazmayı erteleyip duruyor, hatta biraz yazıp taslağını kaydedip kapatıyordum kaç zamandır. Şimdi de yazmazsam hiç yazamayacağım diye oturdum başına. Terapi niyetine. Eskisi gibi.

1 yorum:

Adsız dedi ki...

yazilarinizi seviyorum..arada aklima gelince ugruyorum blogunuza...cok birikimli bi insan oldugunuzu dusunuyorum...ugramaya devam edicem..sevgiler size ve nemoya...
CeReN