6.5.09

Kanallar Şehrinde 23 Nisan

Bir süredir "ömür geçiyor, gezmek lazım" deyip duruyoruz Shrek'le. 23 Nisan'a birkaç hafta kala, 4 günlüğüne bir yere kaçalım fikri iyice olgunlaştı. Kapadokya soğuk olur, yol uzun sürüyor dedik. Bir de bakmışız, Amsterdam turuna yazılmışız. Şehrin biraz dışında, nehir kenarında, hoş bir otel olan Tulip Inn Riverside'ı seçince adam başı 299 Euro + alan vergileri tuttu.


Kaldığımız otelin arka bahçesinden nehre bakış

Bizim rezervasyon yapmamızın ardından Shrek arkadaşımız bir çifte daha haber verdi; ertesi gün onlar da yer ayırttılar. Ben çok fazla tanımıyorum ama neşeli, içi dışı bir insanlar; ilk gördüğümde kanım kaynamıştı zaten. Hoş ben Shrek'in bütün arkadaşlarını severim zaten...

Bundan sonrası bol fotoğraf, az laf (üstünden zaman geçince böyle oluyor işte...)



Amsterdam deyince insanın aklına laleler geliyor, ama çiçek pazarında binbir çeşit tohum ve bitki vardı. Oğlanlara iki minik sinekyiyen aldık.


Havadan yana çok şanslıydık; 4 günün üçü güneşli, pırıl pırıldı. Hele Amsterdam'ın az kuzeyindeki eskinin balıkçı - şimdinin turistik kasabaları Volendam ve Marken'e gittiğimiz gün hava bulutlu olsa herhalde donardık; Volendam'da marketten peynir-ekmek-süt alıp dalgakıranın üstünde kahvaltı edemezdik; Marken'de açıkhavada oturup bira içip kippeling (bir tür kızarmış balık) yiyemezdik.

Son gün Amsterdam bize yağmurlu bir günle güle güle dedi. Yine de akşamüstüne kadar yağmur altında sokak sokak dolaştık. Tren istasyonundan biraz ilerdeki Nemo Bilim Müzesi'ne gittik. Çocuklar için çok eğlenceli bir öğrenme şekli/yeri... Hemen önünde eski bir yük gemisinin replikası vardı. Hatta eski zaman gemicilerinin top ateşlemesini canlandırdılar. Aylarca deniz üstünde yolculuk yapan gemicilerin çalıştığı, uyuduğu yerlerde dolaştık.


Yediklerimizden yana da şanslıydık. Sadece bir akşam gittiğimiz Arjantin et lokantası pek matah değildi; onun dışındakiler hep çok lezzetliydi. Otelde sabah kahvaltısı pakete dahil olmadığı için nir sabah mendirekte piknik, diğer iki sabah da istasyon çevresindeki turistik yerlerde kahvaltı yaptık. English breakfast zaten severiz. Ayrıca gittiği her yerde kendi ülkesinin mutfağını özleyenlerden, illa kahvaltıda beyaz peynir-zeytin-domates arayanlardan ya da canı kebap çekenlerden değiliz; orada ne bulunuyorsa onu yeriz. Bir akşam orada çok sık rastlanan Endonezya restoranlarından birine gidip "pirinç sofrası" aldık. Bir kase pilav ve küçük küçük, çeşit çeşit tadımlık et ve sebze çeşitleriyle masayı donatıyorlar. Bazıları gerçekten çok lezzetliydi, ama ne olduklarını not almadığım için bir dahaki sefere doğrudan sadece onu ısmarlama şansım yok. Zaten bir daha ne zaman kısmet olur ki...




Oraya kadar gitmişken turistik bir "coffeeshop" ziyareti, bir sex müzesi ziyareti, Red Light District'te bir tur da yaptık, ama Amsterdam'dan aklımızda/ruhumuzda kalan iz bunlarla alakasız ve çok daha hoş anlarla, görüntülerle dolu.

Geçen haftasonunu daha sonra, başka bir yazıda anlatırım; mesela yarınki duruşmayla birlikte. Şimdi kötü şeyleri unutup gezi havasına döndüm ne güzel...

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Bugün yapılacak duruşma için size iyi enerjiler gönderiyorum. Evrenin tüm güzellikleri ve yardımı yanınızda olsun.
Sevgiler,
ElvanS.