9.4.07

Spyro Haftasonu

- Nemo, kahvaltıda ne istersin oğlum?
- Şokellalı ekmeklerden yap, ama şu şekilli olanlardan.
- Nasıl yani?
- Hani sen yapıyorsun ya, kurabiye gibi şekilli, ondan.

Tost ekmeklerini kızartıp kurabiye kalıbıyla kesmek, üstüne şokella sürüp yanlarından renkli kokteyl çubukları batırıp hazırladığım lokmalardan bahsediyor. Ben süslü tabaklar hazırlayacağım diye uğraşırım hep ama hiç fark ediyormuş gibi tepkiler vermezdi, meğer hepsinin farkındaymış.
* * *
- Anne ne yapıyorsun?
- Hani sen sevmiştin, pasta gibi süslü patates salatası yapmıştım ya doğumgününde, ondan yapıyorum.
- Haa, şu yeşil zeytinli olan. E ama aynı yemeği bir daha yapamadığını söylemiştin?
- Yapamıyorum değil, yeni bir şey denemek daha cazip geliyor, o yüzden aynılarını bir daha yapmıyorum demek istemiştim, ama senin sevdiğini bilirsem hep yaparım.
- Tamam, sen benim sevdiklerimi yine yap.

Ben bu "aynısını bir daha yapamıyorum" lafını -yanlış hatırlamıyorsam- yemeğe konuklarımız varken, gayet kalabalık bir ortamda söylemiştim, onun odada olduğunun bile farkında değildim. Demek kaydediyor her duyduğunu...
* * *
Şu aralar çevremde bir çok insan "Secrets" diye bir filmden bahsediyor. Şirkette ERP takımı lideri stres altındaki takım üyelerine seyrettirmiş; şirketten başka biri de seyredip çok etkilendiğini anlattı. Badem de bir arkadaşından ödünç alıp seyrettiğinde çok etkilenip 5 kez üstüste seyretmiş. Geçen hafta sonunda benim de elime geçti; daha doğrusu etkilenenlerden biri benim de faydalanmama vesile olmak istedi. Ben de seyrettim ama doğrusu aynı etkiyi almadım; daha çok vasat bir TV belgeseli gibi geldi bana. Düşünce gücüne inanmadığımdan değil, tam tersine olumlu düşüncenin gücüne fazlasıyla inanıyorum, sadece bana bilmediğim bir şey söylemedi. Tabii hatırlatması bile önemli aslında, çünkü bilmek yetmiyor, içselleştirmek, o sistemde yaşamak gerekiyor. Bir de doğallıkla -öğrenmeye gerek kalmaksızın- böyle olanlar, böyle yaşayanlar var ki onlardan olmadığım kesin. Potansiyelim var ama...
Mesela filmde deniyor ki, istediğiniz şeyin gerçekleştiğini hayal edin, gözünüzde canlandırın, sanki gerçekten olmuş gibi o duruma, o duyguya uyumlanın; sahip olmadığınız şeye odaklanmayın. Ben de ekranımın duvar kağıdına Nemo'nun bakınca beni gülümseten bir fotoğrafını koydum. Tüm annelerin öyle değil midir zaten? Yaz tatilimiz bitip de ayrılınca, bana yoksunluk duygusu verir diye onun fotoğrafını kaldırıp kendi çektiğim bir deniz-iskele-günbatımı fotoğrafını koymuştum oysa.
Susan Miller da çok iyi şeyler söylüyor zaten. Nisan'ın ortasında Mars Yengeç burcundan geçeceği için girişimci ruhum kabaracak, bağımsız olmak veya kendi işimi kurmak için çok iyi fikirlerim olacakmış. 2 Nisan civarında ev arkadaşı, aile, ev alanlarında mutlu olacağım gelişmeler olacağını da söylüyordu; bu kısmı gerçekleştiğine göre diğer dedikleri de olabilir. Geçen hafta gerçekten de Shrek kardeşinin dev gardrobunu getirip arkadaki boş odaya kurdurdu. Yatak odasını o odaya taşımayı planladık. Ayrıca bir receiver, benimkinden daha kaliteli ama kopyaları göstermeyen bir DVD player ve bir dolu hoparlör getirip kurdu; hepsinin fonksiyonlarını bir uzaktan kumandaya tanımladı.
Ayrıca 2005 yazından bu yana Yengeç'in "kazanılan para" evinde dolaşan Saturn 2007 yazında çekip gidecekmiş. Yaşasın:)
Bu haftasonu hiç fotoğraf çekmemişim; hemen hepsini evde ve Spyro (Nemo'nun sevdiği tek Playstation 1 oyunu) oynayarak geçirdiğimiz için herhalde. Ayrıca Nemo Cuma akşamı hafif ateşliydi, genzi de doluydu. Cumartesi, gece birikenleri öksürerek atmaya başladı. Kali bichromium verdim, dramatik bir iyileşme olmadı ama antibiotiksiz iyileşme sürecini başlatabildim sanırım. Pazar günü burnu akıyordu ama öksürük durmuştu. Haftasonuna özel programımız İş Sanat'taki "Hayvanlar Karnavalı" idi. Ayla Algan'ın anlatıcı rolüyle çıktığı, iki piyanolu küçük bir orkestra ve boy boy (5-6 yaşlarından 15'lere kadar) çocukların hayvan tasvirleri yaparak dans ettiği, şarkı söylediği bir gösteri. Özellikle 4-7 yaş grubu çocuklar ve her yaştan anne-babalar için çok uygun bir konser-gösteriydi bence. Yalnız çocuklar sahneye çıkıp dans ederek şarkı söylemeye başlayınca ben niye ağlamaya başlıyorum, onu çözemedim. Öyle duygulandım ki anlatamam... Şef de Serdar Yalçın'dı; benim piyano hocamın büyük ve bana özel ders veren öğrencilerindendir kendisi. Bu aralar çok andım ya o günleri, o zamandan imgeler kopup geliyor, çıkıyor karşıma. Geçen hafta azıcık çaldım bile, ama çalışmadan "iyi" çalınmıyor, benim de o kadar sabrım yok artık.
Cumartesinin ikinci programı benim departmanımdan bir çocukla üretimden bir kızın nikahıydı; hatta Nemo'nun adını da davetiyenin üstüne yazmalarını rica etmiştim ki gitmemize itiraz etmesin. Ama bir yandan hastalık, diğer yandan ev özlemi birleşince konser çıkışı eve dönmek istedi, ben de onu kıramadım elbette. "Büyüdüğüme pişmanım, yoksa Cevahir'deki piramitte oynardım" dedi zaten... Geçen ay aldığım 36 numara üstü cırt bantlı pumalar ayağına küçülmüş bile, ama babaannesi ayakkabıları yıkadığı için de olabilir tabii, çamurlanmış da... İcra memuruyla öğretmen hanıma "ay babası İtalya'dan 10 çift ayakkabı almış, 2 tanesi daha giymeden küçüldü" diyor bir de. Aman neyse... Şimdi onları hatırlayıp keyfimi kaçıramam. Ben keyifli şeylerden bahsetmek istiyorum.
Evi daha normal bir hale getirme operasyonunun bir diğer adımı da Shrek'in kardeşinden gelen -yoksa atılacaktı- kocaman büfe ve onun takımı olan Shrek'in evinde duran masa ve sandalyeleri benim salona getirmek. Benim açığa çıkacak, sandalyeleri olmayan -ve balkon sandalyeleriyle idare ettiğim- masamı da çalışma odası yapacağım yere koyup atölye masası yapabilirim. Hayalimde hep üstü muşambayla kaplı kocaman bir masa, bir tarafında boyalar, Nemo'nun elişi projeleri, öbür tarafında Shrek'in tamir ettiği maket trenler, üstünde yayılı projeler var. Böylece, toplamak zorunda kalmadan yapılacak yaratıcı çalışmalara yer açmış oluruz. Benim şu anda atölye masası gibi kullandığım eski mutfak masam da Shrek'in evine gider, şimdilik idare etsin diye. İki önceki dairemdeki balkon için aldığım balkon masası ve sandalyelerini de satmayı denerim. Bir de eski yer minderlerini yapacak bir şey bulmam lazım. İşe yarar bir hale sokamazsam da verip yok etmeli, ama ben kıyamıyorum işte... 1-2 tanesinin bir kenarda durması, yerde oturarak veya diz çökerek bir şey yapmak gerektiğinde çekip alınıvermesi için iyi olur, ama o bir kenarda durma sırasında insanın ayağına dolaşmaması veya köşede istiflenmemiş olmaları gerekir. Burayı okuyup fikir vermek isteyenlere şimdiden teşekkür:)
Bu ne daldan dala atlayan bir yazı oldu böyle...
Bir yandan da -aklımı kurcalayan değil ama- duygu durumumu meşgul eden bir başka konu var; o da önümüzdeki cumartesi, lise grubunun bir arkadaşın evine davetli oluşu. Ev sahibi benim yıllar sonra bulduğuma çok sevindiğim en yakın arkadaşlarımdan biri; üstelik tarihi benim müsait olduğum haftasonuna rastlattı. Gitmemezlik edemem, ama organizasyon maillerinden gördüm ki bu kez Haylaz da gelmeye niyetli. Eski eş konumuna geçeli 10 sene oldu ama aslında sınıf arkadaşı olalı 30 sene geçti; artık rahatsız olmamam gerekir; yine de onunla aynı ortamda bulunmak fikri iyi gelmiyor. Biraz da Shrek'in bu durumdan hoşlanmayacağını bildiğim için, onu huzursuz etme fikri beni rahatsız ediyor sanırım. Neyse, zorlandığıma göre yapmalıyım; demek ki aşacak duygusal engellerim var hala.
İşte durum böyle.

4 yorum:

ttt dedi ki...

Sevgili DOry, sen o minderleri en iyisi birsine ver, belki kırk yılda bir ihtiyacın olacak, evde sürekli birikiyor birşeyler atmaya vermeye kıyamayıp bir gün kullanırız diye. Benim de niyetim çok bozuk, şööle etraflıca evi bir elden geçiresim var:))Nemoya sevgiler

Ilgaz Gürses dedi ki...

Ben de çok duydum Secret'ı, hatta kitabı da piyasaya çıktı sanırım. Ama dediğin gibi mesele bunu otomatiğe bağlamakta.

Adsız dedi ki...

3x3 oyununda bir tarifimi sana ithaf ettim sevgili Dory, oyuna davetlisin, sevgiler :)

Adsız dedi ki...

Herhalde herkesin lise veya üniversite yıllarında bir "haylaz"ı olmuştur. Çok azıda evlenmiştir, pek çoğununda aklında ve belkide kalbinde takılı kalmıştır.
Sen en azından biraraya geldinizde ne yaşadığınızı(devam ettirememiş olsanız da) bilen şanslılardansın. Bir de bunun bilinmezliği içinde hayata devam etmek, bu sorunun ne zaman önüne çıkacağını bilemeden ve bunlarla beraber aynı ortamlarda bir araya gelmek....

aynı ortamda bulunduğunuzda belki yaşadığın endişenin yersiz olduğunu göreceksin. ama bir nebzecikde olsa bir burukluğu taşıman kadar da doğal ne olabilir ki............

Sevgiler,
Fatma