4.12.05

El Örgüsü Oyuncak Ayı

Bu haftasonu da İstanbul'da geçti. Cuma akşamı gidip gitmemeyi "içime sorarak" (cevap gelmek bilmedi, yeğenim arayıp beraber alışverişe çıkmayı önermese hala düşünüyordum) , Cumartesi günü annem ve yeğenimle alış verişte, Pazar günü de gevşek bir ev haliyle geçti. Yaklaşan yılbaşı nedeniyle bir holdingin diğer müdürleri ve eşleriyle, bir bizim şirketin çalışanlarıyla, bir de bizim şirketin satış grubuyla ayrı ayrı üç kutlama bekliyor beni, ve her yıl olduğu gibi yine giyecek birşeyim yok; çünkü bir türlü aynı bedende kalamıyorum. Gerçi 40-42-44 arasında dolaşıp duruyorum, ama en son yılı 44'le kapatalı 5-6 sene olduğu için o zaman giydiklerim durmuyor haliyle. Muhtemelen zayıflayıp 40 bedene düşünce ablama vermişimdir, oysa geçen sene ben 12 kg alırken o da herhalde bir o kadarını veriyordu. Toplam kilomuz aynı kaldı yani:)) Ben oğlumdan uzakta, karbonhidratların sakinleştirici etkisiyle sağlam kalmaya çalışırken o da evinden, yurdundan, kocasından uzakta (kocasının muhteşem yemeklerinden de uzakta), bol bol yürüyüş yapıp salataya talim ediyordu. Geçen ay geldiğinde bana bu kilonun yakıştığını söyledi, daha yaşıma uygun bir güzellik veriyormuş.
Neyse, benim yılbaşı yemeklerine giyecek bir kıyafete, yeğenimin de yeni başlayacağı çalışma hayatına uygun ofis kıyafetlerine ihtiyacı vardı yani. Marks&Spencer, Faik Sönmez ve birkaç büyük beden butiğine baktıktan sonra kendime bir elbise diktirme fikrine sarıldım, çünkü bu dükkanlarda bulduklarımın hepsi siyah ve 52 beden, annem yaşında kadınların da giyebileceği tarzda. Öncelikle yeğenimin üniversite mezuniyet balosunda giydiği elbiseyi diken terziye uğradık, epey sohbet ve model bakma faslından sonra sıra fiyatını sormaya geldi. 700 YTL demez mi?! Boşuna o kadar konuşmuşuz, keşke baştan sorsaydım. Teşekkür edip dışarı çıktığımızda yeğenimle bir akşam dikiş kursu bulup bulamayacağımızı konuşuyorduk. O güncel Türk dizilerini benden daha iyi takip ediyor. Meğer popülist dizi senaristlerimiz artık kadınlara tekstil işini yakıştırıyorlarmış; kadın çalışacaksa ya terzi, ya stilist oluyormuş. Çok güldüm; dizileri analiz ederek toplumun eğilimlerini anlamaya çalışmak genetik mi acaba?
İkinci durağımız annemin mahallesindeki tadilatçı terzi oldu. Etilerden 4.Levent'e, apartman dairesinden de dükkana geçince fiyat 700'den 200'e düştü. Askılı bir model olsa 150'ye de olurmuş ama ben ya kol ya da cepken istiyorum kollarımı kapatmaya. Üstelik bir önceki, kumaş almamız için Osmanbey'deki Bağzıbağlı'ya gitmemizi önerirken, buradan Eminönü'ndeki bir kumaşçının adını aldık. Yarıyarıya fark ediyormuş. Pazartesi gidip bakacağım, hakikaten iyi bir yerse adresini veririm.
Üçüncü durağımız Metrocity oldu. Biraz bakındıktan sonra ailemin üç kuşaktan hanımları olarak öğle yemeği yedik. (Ablacığım, keşke sen de bizimle olsaydın; ama bu günün alış veriş programı seni çoktan boğmuş olurdu. Seninle sırf keyif için çıkar, yemek yer sohbet ederiz.) Sonra bakınmaya devam ettik. Alışveriş merkezlerinin ne kadar yorucu olduğu konusunda hemfikir bir şekilde ayrıldığımızda saat 6'ya geliyordu. Onları eve bırakıp akşam için palamut ve akdeniz yeşillikleri alıp Shrek'e gittim. (Gökhan'ın blog adı Shrek bundan böyle. Animasyon çocuk filmleri kahramanlarından gidiyoruz zaten. Nasıl ben Dory kadar balık hafızalı ve iyimser değilsem, o da Shrek kadar suratsız ve yalnız değil, ama olsun...)
Pazar gününün yarısı kitaplığı düzenlemekle geçti; kalan yarısında da el örgüsü oyuncak ayımı tamamladım; sonra da Shrek'le füme somon yaptık. İki gün boyunca buzdolabında bekleyecek. Güzel olursa tarifini yazarım. Ayıcığın modeli Düsseldorf'tan aldığım dergilerin birinden. Shrek önce "bunu bir yerden okuyarak değil de tamamen kendim yaptıysam" beni çok takdir edeceğini söylerek biraz kızdırdı ama sonradan beğendiğini söyledi. Sözde artık yünleri değerlendirmek için başlamıştım ama beyaz yünüm kafasının yarısına geldiğimde bitince gidip bir çile daha almak zorunda kaldım. Malzeme olarak yine de çok ucuz tabii, ama bir hafta her akşam örerek ancak bitirdiğim düşünülürse çok değerli. Keşke Nemo daha küçükken bulsaydım bu modeli. (Oğlumun blog ismi de Nemo olsun. Hem Nemo'nun bütün harfleri onun isminde de var. Nemo'yu dişçi kaçırdıydı, babası arıyordu; benimkini babası kaçırdı, ben aradım. Bir sene sonra buldum ama nafile... Nemo dişçinin akvaryumundan kaçtı ama benimki babasının korkusundan bana gelmek istediğini söyleyemiyor bile, değil kaçıp gelmek. Belki 15'ine geldiğinde...)

4 yorum:

ycurl dedi ki...

Ya keske baslayabildigim orguleri bitirebilme yetim olsa da artik yunlerden boyle seyler yapsam. Umarim oglunu daha s1k gorme sansin olur. Ne de olsa bu is sadece baba ile yurumemeli.

Leyleğin ömrü dedi ki...

Umarım kısa sürede kavuşursun.Bizi de şartlar ayırmıştı ama nihayet kavuştuk.Umarım siz daha çabuk kavuşursunuz.

dory dedi ki...

Hepinize iyi dilekleriniz için teşekkürler.
Esracım, sorularında öyle haklısın ki.. Ben en iyisi cevapları burada değil de yeni bir yazıyla vereyim ki gören herkes öğrensin, bilinçlensin.

Adsız dedi ki...

Sevgili Dory,
Seni sessizce takip eden ve kalben destekleyen biriyim. Ben de anneyim...Senin ruh halini anlamamak mümkün değil! Umarım bu günlerin geride kaldığı ve oğluna sıkıca sarılıp güzel düşler gördüğün günler yakında gelir.

Sen den bir ricada bulunsam;
ördüğün ayının açıklamasınıda bloguna ekler misin? Oğluma ve biraz da benim içimdeki çocuğa örmek istiyorum da........