21.1.08

Yok, kafamı toplayamıyorum, dağıldı bir kere. İşe kaptırmaya çalıştım, olmadı. Belki bir yere içimi dökersem yeniden işime konsantre olabilirim umuduyla bunları yazmaya başladım. Şirketten blogger’a giremeyeceğim için açtım bir word dosyası, yazmaya başladım.
Tedbir talebimizi reddeden karar daha yazılmamış, ama bu arada karşı taraf upuzun bir temyiz dilekçesini dosyaya koymuş. Yeni bir tedbir için başka yere başvurmak (ki kabul şansı çok azmış) dosyanın Ankara’ya gidişini geciktireceği için artık temyiz sürecini hızlandırmaya çalışmamız doğru olurmuş. Benim de aklıma yattı, çünkü bir arpa boyu yol alamadık nasılsa. Bu sisteme karşı duyduğum öfkeyle zehirlenmek ya da bu saçmalığı kabullenmek ve ileri bakmak, gördüğüm iki seçenek bu. Kendimi kandırmakta iyice ustalaştım galiba.
Kabullenmekten bahsediyorum ama verdikleri temyiz dilekçesini okuyunca öfkem gözümü karartmış, sinirimden alnım zonklamaya başlamıştı ki öğlen olduğunu farkettim, inip aşağıda yemek yedim, hatta çorba ve salatayla doymuş olmama rağmen bir tane kepekli top ekmek ve verdikleri muzu da yedim.
Belki avukatlığın “çamur at, izi kalsın” tarzında çalışan, hakimi yanıltma amacıyla gerçekleri saptıran veya alenen yalan söyleyen bir türü olduğunu öğrenmiş ve buna alışmış olmalıydım, ama sindiremiyorum işte, her seferinde tekrar şaşıp kalıyorum. Hiç mi korkmazlar, çekinmezler, nasıl bir hayasızlıktır bu... Ben hakim olsam böylelerine takar, hatta belki kara listeye alırdım herhalde. Dosyada okul servisinden kaçırıldığına dair şahit ifadelerinden çocuğu almaya çalışırken olanlara kadar bunca delil varken çocuğunu terkedip giden anneye velayet verilmeyeceğine dair içtihat kararlarını örnek göstermiyorlar mı deli olmak işten değil. Tabii evli (?) ve 2 çocuklu (?) bir adamla yaşadığım için çocuğa uygun ortam sağlayamayacağım gibi bölümleri saymıyorum bile. Ancak çocuk 6 yaşına geldiğinde dava açmışım (evet, ondan önceki 2 sene savcı kapılarında sürünüyordum çünkü). Hatta bazen çok basit detaylar daha çok canını acıtıyor insanın; “davacı anne çocuğun kendisinde kaldığı haftasonlarında çocuğun eğitiminden kaynaklanan yükümlülüklerinin olup olmadığını müvekkiline hiç sormamış, çocuğun ödevlerinin aksamasına neden olmuş ve sürekli olarak görüş günlerinde çocuğu Cuma akşamları saat 17.00’de alarak tekrardan diğer gün eğitiminin olduğunu bildiği halde Pazar günleri tam saat 22.00’de müvekkilime teslim etmiştir” demişler. Aaaaaay, hiç utanmıyorlar...
Yok yok, bunun bir karşılığı olmalı. İşte bu yüzden insanlar cennete, cehenneme inanıyor zaten; bu ve benzerlerinin cezasız kalacağını düşünürlerse ruhlarının huzur bulması çok zor da ondan...

- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -

Hiçbir şeyi ertelememek lazım. Bu da nereden çıktı derseniz, haftasonu geçirdiğim keyifli zamanları anlatacaktım, Pazar akşamı tembellik ettim, sonra yazarım dedim, şimdi zor geliyor.
Öte yandan, eğlenceli şeyleri anlatırken baştan yaşarım, keyfim de düzelir.
Cumartesi neşeli bir koşturmacayla geçti. Sabah Shrek’le gidip Süzmebal’ı aldık, Nişantaşı’na piyano dersine götürdük. O dersteyken bir cafede kahvaltı yaptık, biraz da çok kaçırdık. Bir Ege kahvaltı tabağı, bir menemen, bir tost söyleyip paylaştık, ama ben yarım menemen ve yarım tostla kesildim, aklım Ege tabağındaki peynir ve zeytinlerde kaldı. Ders bitiş saatinde Shrek gidip Süzmebal’ı aldı, o da kahvaltısını yaptı. Sabah erken kalkamadığı için kahvaltı yapmadan çıkmış; zaten uyandıktan bir saat sonra ancak bir şey yiyebilen cinsten.
Onları 4.Levent’te bırakıp ben Ortaköy’e, liseden kız arkadaşlarımla buluşmaya gittimJ İlk başladığımızda 8 kızdık sınıfta; o gruptan 6’sı oradaydı; eksiklerden biri zaten Avusturya’da yaşıyor, diğerinin işi çıktı. Bana bir de evlilik hediyesi almışlar. Neşeyle kuşlar gibi cıvıldaştık, kah okul zamanındaki hallerimizi hatırlattık birbirimize, kah çocuklarımızın okul durumundan, nasıl yetiştiklerinden filan bahsettik. Ben o sıra fazla konuşmadım, daha çok aktif dinleme yaptım. 12’de sözleşmiştik ama bütün grubun toparlanması 1’i buldu. 2’den itibaren de kalkması gerekenler vardı. Aslında ben de o grubun içindeydim, ama sohbet öyle tatlı geldi ki... “Arkadaşlar, kalkmam lazım, akşama bir arkadaşa gidiyoruz, o pesto sos yapacak, ben de makarnayı yapıp götüreceğim” dediğimde kimse anlam veremedi tabii. İçlerinden “Allah Allah, ne var ki, bir paket makarna alıp haşlamakta” demişler. Bir süre sonra ben tekrar kalkmaya teşebbüs ettiğimde birinde jeton düştü, “ne yani, televizyonda gördüğüm gibi mi?” diye sordu. Çok güldüm... Birinin yanında 14 yaşındaki kızı da vardı, hepimiz “ah, ne kadar güzel, ne kadar tatlı” diye çığlıklar atmamıza rağmen hiç sıkılmadı, kalkarken annesine “ne hoşmuş arkadaşların, çok eğlenceliler” diyordu.
Epey konuşulan konulardan biri de yaşımız oldu. Kızıyla gelen arkadaşımız, kızı sorduğunda 40 yaşlarında olduğumuzu söylemiş, 14 yaşındaki genç kıza 40 çok büyük gibi gelmiş, hatta annesinin de aynı yaşta olduğuna şaşırmış. Bunun üstüne herkes yaşıyla ilgili neler hissettiğinden bahsetti; çoğunluk kendini 25’inde hissediyormuş. Ben galiba tam yaşımda hissediyorum. Hatta tam da 40 yaşında olunması gerektiği gibi olduğumu düşünüyorum. Şu ara yine ağırlığımın doruğunda olduğum için de olabilir tabii.
Sözde 2.30’da kalkacağım öğle buluşmasından bir saat rötarlı kalkıp eve uçtum, üstümü bile değiştirmeden makarnaya giriştim. Bu kez farklı bir tarif denedim, tabii önce olmadı; acelem varken niye yeni şey denerim ki... Neyse, biraz un ekleyip yoğurarak tutturdum sonunda. Akşam 5 kişi olacağız ama ikisi çocuk, 400gr undan yapsam yeter dedim ama Shrek’i gözüne az geldi. Bir bölümünde Süzmebal da yardım etti, makinanın kolunu çevirdi. Sonunda 600 gr undan yapılmış makarnayı alıp gittik Mete’ye. Çocuklar birer tabak, büyükler ikişer tabak yedi ve bitti, Shrek haklıymış.
Ertesi gün de bir başka arkadaşımız çağırmıştı, öğleden sonra geç öğle yemeğinde, galiba 5-6 çifttik. Güzel güzel sohbet edip, güzel yemekler yiyorduk ki Shrek’in “annene uğramak istiyorsan erken kalkalım” diye tehditi üzerine kalktık. Şimdiye kadar hiç benim kalkalım dediğim olmamıştır, hep Shrek benden önce davranır, hatta “se yatıya kal istersen” diye dalga geçer, ki kendi annesine gittiğimizde bile böyle olur. Ben sevdiğim insanlarla sohbet etmeye doyamıyorum galiba. Buna fırsat bulamadığım öyle çok zamanlar oldu ki...
Bu arada gece oldu, yazının son yarısını evde yazdım.
Shrek Pink Floyd’un Wish You Were Here albümünü koydu, biraz yüksek sesle onu dinliyoruz. Tınılar, ritm kalbimi sıkıştırıyor, kanım akarken şarkıya eşlik ediyor. 20 sene önceki gibi. Sanki o zamanlarda da aynı hislerle, birlikte, kendimizden geçerek dinlemişiz gibi.
Yeğenim aramış, duymamışım. Telefonda adını görünce aradım, erkek arkadaşının evinden eşyalarını alacakmış, senin arabanla gidebilir miyiz diye sordu. Tabii dedim, şimdi ne oldu diye sormuyorum, giderken anlatırsın. Tamam dedi. Ayrıldılar herhalde. Çarşamba akşamı iş çıkışı gideceğiz diye sözleştik.
Mammut’un avukatı 10 sayfalık dilekçesinde “davacı anne evli ve 2 çocuklu olduğunu bildiğimiz xxx ile yaşamaktadır, hakim bu durumu inceleme gereği görmeden, annenin ilişkisi olmasının velayeti etkilemeyeceği kararına varmıştır, elbette anne böyle bir ilişkiye girmekte özgürdür, ancak bu durumda çocuğun faydası babanın yanında kalmaktır” gibi şeyler de demiş. Shrek’e anlattım da “e doğru, ben evli ve iki çocuklu bir adamım” dedi; çok güldük.
Ah, şimdi de David Byrne’ün CD’sini koydu. Bu da çok güzel.

3 yorum:

Fulya dedi ki...

Bende jeton cok gec dustu. tabii artik Shrek evli ve iki cocuklu bir adam:)))

Fulya dedi ki...

Birde avukatlik hakkinda yazdiklarini dusundum de dory, cok haklisin. Ben bir davada sahit olmustum bosanma davasinda. Avukatla konusmaya gittik soylememi istedigi seyler cok korkunctu. Yasanmis bir olayi carpitmami isedi. Guclu kelimelerle. Aslinda (karsi taraf) o olaydan sonra ozur dilemisti.Ondan da bahsetmiyecektim tabiki.
Yapmadim ama tam ben mahkemede konusurken durdurdu ve o olayi anlatmami istedi. Hakim superdi durumu anlayip avukati susturttu.
Avukatlar bilmiyorum boyle olmak zorunda mi hissediyorlar kendilerini, aliskanlik mi olmus? Cok sinir bozucu.

dory dedi ki...

Evet, hakimler pekala anliyor aslinda, kandirmak kolay degil. Kimbilir ne kadar cok yalan dinliyorlar; her durumu iki taraftan apayri şekilde dinleyip duruyorlar hayat boyu...