9.10.07

İki Ay Aradan Sonra

Haftasonu dolu dolu geçti; Cuma Nemo’yu babaannesinden aldim. Mudanya üstünden geri döndük. Feribor iskelesinin hemen girişinde akşam yemeğimizi yedik. Çok da acıkmış, zor dayandı köfteler gelinceye kadar.
Okulun açıldığı gün çok hastalanmış, serum vermişler, iğneler yapmışlar; bu kadar anlatabildi. Yüzü küçülmüş yine, tatil sonrası bıraktığım gibi yanakları dolu dolu değil. (Geçen gün kan ter içinde uyandığım rüya geldi aklıma. Mammut beni arayıp “artık sen bak, benim işlerim var” demiş güya, ben de Nemo’yu almaya gitmişim, bir bakıyorum, Nemo’nun yüzü aynı ama zayıflamış, küçülmüş, sanki 4 yaşında bir çocuk boyutuna çekmiş; panik içinde “ne oldu?” diye haykırıyorum, “bu aralar biraz hastaydı” diyorlar ve sıçrayarak uyanıyorum o anda...)
Çok neşeliydi. Yol boyunca İstanbul’a, eve varmak için sabırsızlandı. Sonunda siteye girerken, “oh, çok özlemişim burayı, iyi ki bu evi almışsın” diyordu. Eve girdiğimizde de aynı tezahüratı ev, odası, oyuncakları için tekrarladı. Biraz oynayıp yattık zaten, saat 12.30’u buluverdi.
Cumartesi sabahı erkenden kalktı; halbuki pancurunu, perdesini kapatmıştım sıkı sıkı. İçerden anneannesiyle fısıl fısıl konuşmalarını dinledim bir süre, yarı uyur, yarı uyanık, sonra kalktım ben de. Biraz oyun, derken kahvaltı, sonra onu anneanneyle bırakıp kısa bir market turu, çünkü “buzdolabı tamtakır” deyimi tamamen uyuyordu durumumuza.
Geçen Şubat tatilinde onu götürdüğüm, legolarla robotics’e giriş dersi/kursu/aktivitesi yaptığı SmartKids’i hatırlamış meğer, orayı sordu. Ben de arayıp uygun saat sordum ve 14.00 için randevulaştık. Mert abisi zaten blogumu keşfetmiş, “Nemo’yu her zaman bekleriz” diye yorum bırakmıştı. Yine çok zevkli bir 1,5 saat geçirmiş, ayrılmak istemez halde buldum (çünkü ben o arada gidip birkaç iş halledip geldim). “Bloga devam mı?” diye sordu, “evet” dedim, “ama şu aralar pek vakit bulamıyorum”. Mert abisi de facebook’a takılıyormuş artık. Bana da Shrek bir davet atmıştı ama ben ilgilenememiştim (ona da zaman olmamıştı). İlk fırsatta kurcalamalı...
Oradan gönül rızasıyla ayrılması için eve dönmekten daha cazip bir öner getirmeliydim, Yeniköy’deki Playbarn geldi aklıma. Gerçi orası için artık biraz büyük ama eskiden eğlendiği yerlerin törensel bir anlamı var sanki. Yeğenim ve nişanlısı da bizimle buluşup biraz zaman geçirmek, Nemo’yu görmek istiyorlardı. Nemo içerde oynarken bekleyen anne-baba bölümünde oturup sohbet ettik.
Oradan çıkarken bulduğum cazip program Süzmebal’la oynamak üzere Shrek’lere gitmekti. Markete uğrayıp makarna, sosis aldık, Shrek onlarla bize süper bir tagliatelle pişirdi. İkisine (Nemo’ya ve Süzmebal’a) birer Sünger Bob dergisi aldık; ilk yaptıkları Süzmebal’ın ranzasının üstüne çıkıp onları okumak oldu, sonra da güzel güzel oynadılar. Sonra Nemo’yla Wii oynadılar (daha doğrusu Shrek’le birlikte Nemo’ya biraz gösterdiler). Bütün telkinlerimize rağmen, Nemo’nun başarısızlık toleransı öyle düşük ki, daha ilk kez Wii kumandasını eline almış, ilk kez oynamaya çalışıyorken becerememesi çok doğal olmasına rağmen yenilgiyi hazmedemedi ve oyunu bıraktı. Allahtan o sırada yemek hazır oldu. Süzmebal “biraz acıktım” derken Nemo “ben hiç aç değilim” diyordu, ama Nemo tabağını silip süpürdü, Süzmebal ise yarısını ancak bitirdi. Sonra da Süzmebal’ın nezaketle seçimi Nemo’ya bıraktığı filmi seyrettiler. Ben de Shrek’in hazırlaması gereken tabloya yardım ettim. Öyle farklılar ki, Nemo vodvil havasındaki filme kahkahalarla gülerken Süzmebal gülümsemekle yetinip ara ara da gözucuyla bizden tarafa bakıyordu. 22.30 gibi, eve gidince hemen uyumayacağımızı, daha erken olduğunun sözünü alınca yeni bir oyuna daldılar, 23.00 gibi eve döndük. Bu arada Nemo’nun burnu tıkandı, gözleri yanmaya başladı, ve eve dönünce uyku düzenine geçip yatakta kitap okuyarak günü bitirdik. Nemo’nun derdi günün bitmemesi zaten, “ne çabuk geçti” diye hayıflanıyordu; ben de izafiyet teorisi hakkındaki ilk bilgilerini vermeye çalıştım.
Mahkemeler ne zaman sonuçlanacak diye sordu birkaç kez. Her seferinde bilmediğimi söylüyorum ama sormaktan vazgeçmiyor. Odandaki oyuncakları kutularda toplayalım, raflara yerleştirelim, camın önüne bir çalışma masası koyalım dediğimde de bana “ama mahkemeler daha sonuçlanmadı ki” dedi. Ben de “hazırlık yapmış oluruz” dedim, “şimdi gerek yok, sonuçlanınca yaparız” dedi.
Pazar yine ilk kalkan o oldu, sonra anneanne, sonra ben. Biraz oyun, sonra kahvaltı, sonra ödevler... Cumartesi programı içinde birebir birlikte yaptığımız bir şey olmadığı için suçluluk duymuştum, bütün bir öğleden önce birlikte ders yaparak ben de biraz annelik duygusu tatmin etmiş oldum. Biraz daha oyun, biraz TV derken saatler geçiverdi. Feribot için evden çıkmamıza 1,5 saat kaldığını öğrenince çok bozulup odasına gitti. Az sonra çıkıp “moralimi düzeltecek bir fikir geldi aklıma, dünkü yere gidelim mi yine?” dedi. Yarım saatliğine Playbarn’a uğrayıp oradan gittik Yenikapı’ya. Feribotta da bilgisayarımla oyalandı. En zor kısım olan Bandırma-Erdek arasını da ödev konusu olan 7’şer ve 8’er ritmik sayma (artık böyle diyorlar, ortaya çıkan diziye de örüntü diyorlar!) alıştırması kurtardı. 9’ar ritmik saymayı da çalışması gerekiyordu ama ona vaktimiz kalmadı. Annem de endişesini saklamaya çalışarak “her gün matematik dersi var mı?” diye soruyor (hergün varsa yarın da var ve 9’ar saymayı çalışmaya vakti kalmadı demek; yoksa yarın akşam çalışırsın diyecek, onun zeminini hazırlıyor). Şimdi bu çocuğun başarısızlık toleransı düşük olmasın da kimin olsun?! Belli ki benimki de genetik...
15 dk Bandırma-Erdek arası, 10 dk devir teslim, 5 dk annemin İcra Md ve karısına dert yanması, 15 dk geri dönüş ile 21.30 feribotuna yetişiliyor. Arabası kapının önünde olduğu için mammut'un içerde olduğunu anladık ama kapıyı babaanne açtı, ben de dönüp merdivenlerden indim hemen; icra müdürü tutanağı imzalasın diye babayı çağırdı ama ne yüzünü ne sesini duymadım, iyi oldu. Şimdi annem karşı koltukta uyuyor, ben bunları yazıyorum. Oysa hep ben uyurdum feribotlarda; bu aralar adrenalin düzeyimin yüksekliğini hissediyorum sanki. Eve dönünce bavul hazırlayacağım, uçağım sabahın körü değil bu kez, normal kalkıp gidebilirim. Shrek de iki günlüğüne seyahatte zaten. Haftasonu yazlıklar yıkandı, ütülendi, ama dolaba kalkmak yerine bavula girecekler, çünkü toplantı Fas’ta! Bu uluslararası toplantılar zaten rahat iş kıyafetleri ile yapılır ama bir de Fas olunca aklım karıştı. Rahat iş kıyafeti fazla mı ciddi kaçacak; rahat kıyafet çok mu spor duracak; toplantı salonları yine buz gibi klima soğuğu mu olacak; yanımda cevat kelle fotoğraf makinamı taşırken cüzdan-telefon çantası diye ne alacağım gibi sorunları dengelemek ne zor. Ve erkekler ne rahat; kanvas pantolon-gömlek-rahat ayakkabı, işlem tamam; üstelik gece-gündüz fark etmeden! Neyse, toplantı Fas’ta diye şikayet edecek kadar züppe değilim elbette.
Not: Son başladığım kitapta (ben pek bitirmiyorum da kitapları) “Şişman kadınlar reddettikleri annelerini yerler” diyordu. Unutmadan yazmak istedim. Bunu biraz düşünmem lazım. Ben bu arada geçen sene verdiğim kiloların hepsini geri aldığımı söylemiş miydim? Tartı da bozuk ama aynalar ve pantolonlar yalan söylemez...

7 yorum:

Butterfly dedi ki...

Bu Yeniköy’deki Playbarn nerde ki? benim çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım orada geçti, annemin evi orada her yaz orada geçer ama bu yeri hiç duymadım acaba ben bu yaz gelmedim diye mi yeni bir yer açıldı, yoksa aynı Yeniköy'den bahsetmiyormuyuz:)

Ilgaz Gürses dedi ki...

Ben de şişmanlığın bilinç altında dünyada daha fazla yer kaplama dolayısıyla daha güçlü hissetme isteğiyle ilgili olduğunu okumuştum bir yerde. Gerçi bu kadar karmaşık düşünmeye gerek var mı o da ayrı konu, fazla stres bir şekilde dışarı çıkacak, o da yiyerek ve hareketsizleşerek oluyor genelde.

selma şevkli dedi ki...

Şimdi keşfettim bu blogu ve "vay be" demek istiyorum. Süpersin ablacım, üslubuna hasta oldum, ben de böyle olgun yazarım bi gün belki :)

Turuncu Elma dedi ki...

Memo iyiden iyiye sabırsızlanmaya başlamış, belli. "Hadi bir an önce inşallah" diyorum. Bir kez daha diyorum bunu. Sevgiler Dory.

ttt dedi ki...

Nemoyla birlikte olmanıza çok sevindim.Ben de nemo gibi sabırsızlanıyorum, biran önce olsa mahkeme de nemocuk hep senin yanında kalsa, sevgilerimle

EKMEKÇİKIZ dedi ki...

Doryciğim,
İyilikler diliyorum.
Nemo'yu öpüyorum.
Sevgiler.

dory dedi ki...

İyi dilekler için sağolun hanımlar.
butterfly, Playbarn Macro'nun hemen yanından çıkan yokuşta sağda, iki katlı bir bina. Küçük çocuklular için günübirlik eğlence yeri, haftaiçleri anne-çocuk oyun grupları da yapıyorlarmış. Bizim gençliğimizde (hoş sen daha gençsen ama senin gençliğin için de geçerli herhalde) değil kendisi, böyle bir kavram bile yoktu tabii:)