Bu hafta üç gün sabahtan akşama kadar sunum ve toplantıyla geçti; salı günü gelen üç yabancı misafir perşembe günü gitti, çarşamba gelenler de cuma akşamüstü. İkinci grupta, yabancı ortağımızın benim sorumlu olduğum iki alandaki direktörleri ve birine bağlı bir müdür vardı. İkisi de fonksiyonel olarak bağlı olduğum pozisyonlar yani, ama organizasyonel olarak değil. Çıkılan akşam yemekleri de üstüne gelince yorgunluktan öldüm. Bütün hafta eve erken gelip, üstümü değiştirip ayaklarımı uzatıp TV karşısında kucağımda pizza yemeyi hayal ettim. Cuma akşamı bu hayalimi gerçekleştirebilirdim ama Shrek o sabah seyahate çıktı (Salı gecesi dönecek) ve tek başıma olursam bütün pizzayı bitiririm diye tost yapmakla yetindim.
Ben tek başıma yaşamayı öğrenmediğimi bir kez daha fark ettim. Bu bir şikayet değil, sadece tespit. Sudan çıkmış balığa dönüyorum. Sıkılmıyorum, kötü hissediyor filan da değilim, hatta dünya kadar iş hallediyorum. Mesela bu haftasonu üç koca Ikea torbası dolusu eşya attım, dördüncüsüne de yeğenime gösterilecek giysileri koydum, o beğenmezse atılmak üzere. Cumartesi Juno gelecekti bana, dekorasyon önerileri vermeye, ama rahatsızlandığı için gelemedi. Safrakesesinin neden olduğunu düşündüğü bir takım bulguları var, doktora gidecekti. Ben de ıvır zıvır işleri halletmek üzere yola koyuldum. Önce keten takımlarımı kuru temizlemeye bıraktım, hatta üşenmedim yarı fiyatına olduğu için orduevinin kuru temizleme servisine götürdüm. Manikür vs gibi işleri halletmek için Nilgün'e uğradım, gerçi lafa daldım, iki saat kaldım, hatta kendilerine söylerken bana da kepekli tost ve ayran söylediler, günün ikinci öğününü akşamüstü orada yemiş oldum. Sonraki kaç zamandır bagajımda dolaşan ayakkabımı Hotiç'e götürme ve Nemo'ya söz verdiğim yeşil Barraki'yi almak için Profilo'ya gittim (otoparkı parasız ya). Gerçi oradaki Hotiç kendi dükkanları değil, bayi imiş, o yüzden almadılar ama yeşl Barraki'yi buldum. Neyse, haftaiçi bir öğlen Kağıthane'deki seri sonu mağazalarına götürürüm, iş yerime yakın nasıl olsa. Aslında sadece bir tekinin fiyongu düştü ama fiyong kaybolunca böyle iş çıkardı bana, üstelik en sevgili yazlık ayakkabım sayılır. Cazibelerine kapılıp aldığım yüksek topuklu ayakkabılarım dolapta yepyeni beklerken benim bütün yaz döne döne giydiğim bej-siyah-lacivert kısa topuklu, yuvarlak burunlu üç ayakkabımdan biri.
Oraya kadar gitmişken Profilo'nun karşısında açılan C&A'ya da uğradım. Yurtdışı seyahatlerimde bir C&A'ya bir de H&M'e mutlaka uğrar, çoğunlukla da çocuk bölümünden Nemo'ya alacak bir şeyler bulurdum. Yine öyle oldu, 10 YTL'ye bir kapri, 12 YTL'ye bir mayo aldım Nemo'ya. Geçen sene bol ve uzunca şort mayosuna oranla kısa, bildiğimiz mayo kumaşından, yapışık model mayosunu daha çok seviyordu; o yüzden ikincisini almadım, gelsin hele, bir öğlen alıveririm.
Ben tek başıma yaşamayı öğrenmediğimi bir kez daha fark ettim. Bu bir şikayet değil, sadece tespit. Sudan çıkmış balığa dönüyorum. Sıkılmıyorum, kötü hissediyor filan da değilim, hatta dünya kadar iş hallediyorum. Mesela bu haftasonu üç koca Ikea torbası dolusu eşya attım, dördüncüsüne de yeğenime gösterilecek giysileri koydum, o beğenmezse atılmak üzere. Cumartesi Juno gelecekti bana, dekorasyon önerileri vermeye, ama rahatsızlandığı için gelemedi. Safrakesesinin neden olduğunu düşündüğü bir takım bulguları var, doktora gidecekti. Ben de ıvır zıvır işleri halletmek üzere yola koyuldum. Önce keten takımlarımı kuru temizlemeye bıraktım, hatta üşenmedim yarı fiyatına olduğu için orduevinin kuru temizleme servisine götürdüm. Manikür vs gibi işleri halletmek için Nilgün'e uğradım, gerçi lafa daldım, iki saat kaldım, hatta kendilerine söylerken bana da kepekli tost ve ayran söylediler, günün ikinci öğününü akşamüstü orada yemiş oldum. Sonraki kaç zamandır bagajımda dolaşan ayakkabımı Hotiç'e götürme ve Nemo'ya söz verdiğim yeşil Barraki'yi almak için Profilo'ya gittim (otoparkı parasız ya). Gerçi oradaki Hotiç kendi dükkanları değil, bayi imiş, o yüzden almadılar ama yeşl Barraki'yi buldum. Neyse, haftaiçi bir öğlen Kağıthane'deki seri sonu mağazalarına götürürüm, iş yerime yakın nasıl olsa. Aslında sadece bir tekinin fiyongu düştü ama fiyong kaybolunca böyle iş çıkardı bana, üstelik en sevgili yazlık ayakkabım sayılır. Cazibelerine kapılıp aldığım yüksek topuklu ayakkabılarım dolapta yepyeni beklerken benim bütün yaz döne döne giydiğim bej-siyah-lacivert kısa topuklu, yuvarlak burunlu üç ayakkabımdan biri.
Oraya kadar gitmişken Profilo'nun karşısında açılan C&A'ya da uğradım. Yurtdışı seyahatlerimde bir C&A'ya bir de H&M'e mutlaka uğrar, çoğunlukla da çocuk bölümünden Nemo'ya alacak bir şeyler bulurdum. Yine öyle oldu, 10 YTL'ye bir kapri, 12 YTL'ye bir mayo aldım Nemo'ya. Geçen sene bol ve uzunca şort mayosuna oranla kısa, bildiğimiz mayo kumaşından, yapışık model mayosunu daha çok seviyordu; o yüzden ikincisini almadım, gelsin hele, bir öğlen alıveririm.
İyice yorulduktan sonra pet shoptan (ölenin yerine) kırmızı japon balığı, marketten kendime bir paket pita ekmeği, çilekli yoğurt, yasemin kokulu tütsü (hayatımda ilk kez tütsü alıyorum) ve iki dergi aldım, biri Lezzet (çünkü içinde Tijen'in ve Elif'in yazıları oluyor, ayrıca Nemo börek seviyor ve bu ayın konularından biri bu), diğeri Evim (çünkü kafayı evi düzenlemekle bozmuş durumdayım). Sonra eve gelip pitanın içine izmir tulumu ve közlenmiş patlıcan koydum, bir de çay yaptım, kucağıma dergilerimi alıp kuruldum kanapeye. Neredeyse unutuyorum, o arada bir de aklıma takılan bir tatlı ekmek tarifini kuru kayısılı ve cevizli hazırlayıp makinayı çalıştırdım. Hatta salonun birkaç fotoğrafını çektim ama makinanın ara kablosu Shrek'in evinde kalmış herhalde, o yüzden bu yazı böyle fotoğrafsız; hayal etmeniz gerekecek. (Sonradan ekledim fotorafları, fazla hayal payı kalmadı:) Dergileri karıştırmam (o gecelik) bitince biraz da blog dolaştım, televizyonda bir filme takıldım (ne olduğunu hatırlamıyorum şu anda), uykum geldiğinde saat 2.30'du. Garip değil, haftasonu evde yalnız olduğumda genellikle olan bir şey bu.
Haliyle pazar günü ancak 10.45'te başlayabildi; yatmadan önce böyle olacağını tahmin edip panjurları kapattığım için müteşekkir uyandım. Çay-tatlı ekmek kahvaltısı, başka bir aptal film, biraz blog gezintisi derken gün geçiyordu ki salonda kalmış bir şeyi içeri götürdüğümde kendimi dolap temizlerken buldum. İşte bahsettiğim dört Ikea torbası dolusu eşya o arada dolaptan gün ışığına çıktı. Zayıflasam da giymeyeceğim ve daha çok kilo alsam da giymeyeceğim giysiler bir torbaya girdi, sadece az miktarda yok etmeye kıyamadığım şey kaldı. Artık sevmediğim çantalar da başka bir torbaya girip kapının dışındaki köşede yerini aldı. Ohh, çok iyi oldu, çok ferahladım. Birkaç parça da gittigidiyor'a koyacağım şey var, atmaya değil ama satmaya kıyabileceğim. Şimdi yoruldum, onların fotoğraflarını da yarın çekerim. Nasıl olsa bilgisayarıma şimdi aktaramayacağım.
Not: Henüz okumamış olanlar için fotoğrafları sonradan ekledim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder