9.5.07

Yorucu Günlere Devam

Bir hafta geçti yine. Birkaç gün daha yazmazsam ipin ucu kaçacak. Öyle yoğun geçti ki gündüzler ve akşamlar, günler yorgun argın bitip dinlenemeden başladı. Kötü bir şey yok, yazamayışım sadece yoğunluktan.
Önce çok hoş bir yerden, Klasik Otomobil Müzesi'nden bahsetmeliyim. Feraevler'de, Ural Ataman'ın sahip olduğu koleksiyonu için kurduğu bir müze burası. Çok renkli, bakımlı,pırıl pırıl: bu tarif hem otomobiller, hem de müzenin bütünü için geçerli. Çok hoş, çok. Çeşitli organizasyonlar için de kiralıyorlar o alanı. Lansman toplantıları için çok uygun bence. Hatta orada düğün bile yapılır. Geçen perşembe, biz de mal ve hizmet aldığımız firmalarla buluştuğumuz yıllık tedarikçi toplantısını orada düzenledik. Bu sene 11.sini yapıyoruz ve bence en güzeli buydu. Müzenin müdürü de çok ilgili, her an işin başında, çok efendi bir bey, oranın güzelliğinde payı büyük. Benim de 10 dk.lık kısa bir sunumum vardı. Hoş, 1 saatlik sunumu kısa kısa bölümlerden oluşturduğumuz için 7 kişi sahneye çıktık. Sonrasında Nasuh Mahruki'nin Risk Yönetimi konulu bir sunumu vardı. Onu da herkes ağzı açık seyretti. Çok hayran kalıp, çok saygı duyduğumuzu söylemeliyim. Karşımızda sanki başka bir boyuttan konuşan, deneyimlerinden örnekler veren, çok bilinçli, çok etkileyici bir adam mükemmel bir Türkçe ile konuşuyordu. Liderlik ve Takım Çalışması konulu bir eğitimi daha varmış; eminim o da çok iyidir. O sunumunu dinleyecek bir fırsat çıkar umarım.
Perşembeyi ve sahne stresini atlatınca sıra Cuma stresine geldi. Annem hastaneden çıktığı için Erdek'e birlikte gittik, Nemo'yu babaannesinden aldık, döndük. Cumartesi günü ev çok hareketliydi; gelen giden eksik olmadı. Bir tek Lego almaya çıktık; çıkmışken bir de spor ayakkabı aldık; babaannesinin giydirdiği burnu delik eski okul ayakkabıları da torbaya koyup aldık; çünkü giyip geldiklerini geri götürmezse babannesi kızıyormuş. Akşam yaklaşırken Nemo'ya, bu gün tanıştığı yabancı misafirlerin Shrek'in evinde kaldığını, bu yüzden de Shrek'in gece bizde kalacağını söyledim; kanapeyi göstererek "ama burada yatsın" dedi, "benim yatağımda yatmasın, orada ben yatacağım". Çocukların ne kadar da naif, önyargıdan uzak bir yaklaşımı oluyor... Shrek geldiğinde de gayet normal karşıladı, ama bir süre sonra "kulağına bir şey söyleyeceğim" dedi, eğilip Shrek'in kulağına "babam suratına tükürmemi istedi" diye fısıldadı, Shrek doğrulunca da tu diye bir sesle tükürme efekti yaptı. Ben geçirdiğim şoku atlatı atlatmaz, bunun hakaret demek olduğunu, çok kötü bir davranış olduğunu, babası söylediği için yaptığını bildiğimi, ama Shrek'i üzmüş olabileceğini anlattım tabii.Nemo da, ama babam söyledi diye yaptım, hem yüzüne tükürük gelmedi diyordu. Babasının bazen çok yanlış şeyler söyleyebildiğini, onun söylediklerini yapıp yapmama, neyin doğru,neyin yanlış olduğu konusunda kendisinin karar verecek kadar büyüdüğünü söyledim. Gece biz film seyrederken Shrek bilgisayarıyla meşguldü; biz bir film daha koyunca ona kendi yatağımı verdim, ben kendime salonda yatak yaptım; sabah erkenden de gitti zaten. Nemo kalktığında salona yanıma geldi; kabus görmüş, ağlamaklıydı, sonsuza kadar ayrı kaldığımızı görmüş. Korkularımızın kendini bize kabus olarak gösterdiğini, korkacak bir şey olmadığını söyledim. Sonra hayat normal düzenine döndü. Ödevler, banyo, oyun, film, oyuncakçı üstünden Yenikapı. Yeni tarifeye göre Bandırma'ya sadece sabahları arabalı feribot gidiyor. O yüzden Mudanya üstünden gittik. Babaannesine bıraktığımızda saat 20.30'du. Nemo yüzüne yapmacık bir gülümseyen maske yerleştirip içeri giri. Biz yine yola koyulduk, 2,5 saat daha araba kullandıktan sonra Topçular'a vardığımızda öyle kalabalıktı ki gişelerden içeri bile giremedik. Araba kullanacak halim kalmadığı için mecburen bekledik; eve vardığımda saat 2'ydi. Yorgunluğum iki gün sonra hala geçmemişti.
Çarşamba sabahı da Sultanahmet'e gidip ifade verdim. Hani Şubat tatilinde ek tedbir kararı ile ilk gününden itibaren 10 gün süreyle alabilecektim; bir hafta geç verip üç gün sonra icrayla geri almaya kalktıydı ya, yetinmemiş, tedbir kararına uymadığıma dair savcılığa şikayet dilekçesi vermiş. Bir şey olacağı yok; savcıya durumu anlattım; ifadem yazıldı, suç işleme kastım olmadığı, geç aldığım için o tarihte geri vermediğim, okul başlarken teslim ettiğim yazıya döküldü. Savcı beni 8 yaşında çocuğun velayetinin anneye verileceğini söyleyerek uğurladı.
Perşembe Shrek seyahatte olacağı için Juno'yla buluşup Badem'in takı sergisine gitmeyi planlamıştık, ama o akşam galeride sohbet toplantısı olduğu için sergiyi toplayıp ertesi sabah tekrar kuruyorlarmış. Bu programı Cumartesi gününe bırakıp iş çıkışında sekreterimle birlikte Bahçelievler'e gittim. Departmandaki kızlara eşofman altları, tişörtler aldığı bir semt pazarı evinin 50 metre ötesinde kuruluyor. Bana ve anneme de birer eşofman altı istemiştim. Annem daha bol durdu diye benimkini beğenince benimkini değiştirmek gerekiyordu. Bu tabii bahanesi. Bir tezgahtan oğluna çok güzel şeyler aldığını duyduğumdan beri aklımdaydı zaten. Nemo'ya baharlık, yazlık bir şeyler almam lazım.
Pazar gerçekten de çok güzeldi. Nemo'ya iki tişört, bir üst, bir kapri, bir atlet-şort takım, kendime de iki tişört aldım. Esas aklım sebzelerde kaldı; benim eve yakın böyle bir pazar olsa gözüm dönüp elimi kolumu brokoliler, iç baklalar, fasulyelerle doldurur, sonra da yarısı bozulup çöpe giderdi herhalde. Yemeğe kalmam için ısrar edince ben de hayır demedim. Geçen haftasonu Swisshotel'in davetiyle katıldığı bir mutfak etkinliğinde öğrendiği bir tarifi biraz basitleştirerek yaptık. Somon filetoları tuzlayıp karabiber serptik; asma yaprağına sardık ve üstlerin milföy hamuru kapatıp kenarlarını altına çevirdik. Yumurta sarısı sürüp fırınladık. Esas tarifte somonun üstüne ince kıyılıp sotelenmiş mantar-soğan karışımı da konuyormuş, ama böyle de çok güzeldi. Biz pazardan döndüğümüzde saat 20.30 olmuştu, eşi kucağında uyuyakalmış oğluyla geldiğinde ise 21.00. Balkonda kurduğu pembeli sofrada somonlu böreklerimizi ve sosunu kocasına yaptırdığı muhteşem salatayı yedik, mum ışığında çayımızı içtik, çilekler, erikler yedik, sohbet ettik. Kalktığımda neredeyse geceyarısına geliyordu. Eve gidip biraz gevşeyip uyumam yine 1'i buldu. Sabah yine sürünerek kalktım ama olsun...
Cuma da bir koşturmacadır geçti işte. Akşam Shrek Eskişehir'den döndü. Birlikte gittiği arkadaşının bıraktığı yerde buluşup eve döndük. Önce benim eve gidip kahvaltı yaptık, sonra onunkine geçtik; ben bu satırları yazarken o da içerideki bilgisayarda bir şeyler yapıyor. Meditatif bir ruh haliyle donuk bir duruş var üzerinde. Az önce Shrek de iyi olup olmadığımı sordu, iyiyim dedim. Evet iyiyim, sadece şiş bir halim var, aldığım birkaç kilo kendimi çok ağır ve çirkin hissetmeme neden oluyor; üstelik bu durum karşısında ne bulursam yiyesim geliyor. Sofrada yaptığımız hangi durumda zayıfladığım, hangi durumda kilo aldığımla ilgili ufak bir psikanaliz seansı sırasında, geçen yaz başındaki rejimimin başarısıyla o aralar "bu adamdan bana hayır yok, ne kadar birlikte kalacağımız belli değil" diye hissetmem arasında ilişki kurdum. (Çocuklu bir kadınla aynı çatı altında yaşarsam boğulur ölürüm dediği zamanlardı.) Ben böyle deyince o da "bu adamdan bana hayır yok deyince zayıflıyorsun yani, adamdan hayır varsa şişmanlıyorsun, böylece senden adama hayır olmuyor" dedi. Zehirini akıttı, sonra da unuttu gitti; şimdi keyifli ve sevecen. Geçen seneki bundan da 6-7 kg daha fazla halim onu çok zorlamış olmalı. Düşünsenize, sevdiğiniz insan gözünüzün önünde çirkinleşiyor, artık beğenmediğinizi belli etmek de yakışık almaz, sevmediğinizden de değil, seviyorsunuz ama beğenmiyorsunuz; ne zor bir durum.
Sanırım bu yaşamımda almam gereken dersin ne olduğunu anladım: söze değil davranışlara bakmak ve özünde ne olduğunu görmek. Sözlerin güzel, beni kandırmak için söylenmiş yalanlardan ibaret olabileceğini, özündeki kaypaklığı, sahterkarlığı görmem gerektiği dersini Mammut'tan aldım. Şimdi Shrek ile, sözlerdeki zehrin yüzeyde kalabileceğini, sadece hırçın bir ruhun dışavurumu olabileceğini, esas davranışlardaki sevginin, uyumun, birlikteliğin önemli olduğunu öğrenmem gerekiyor. İyi de, ters tepiyor işte... Ben pohpohlanınca gaza gelen, kınanınca çöken bir yengecim sonuçta.
Belki de çok yorgun olduğum için alınganlaştım. Şimdi iyi bir uyku, sabah eve gidip bir banyo, biraz süslenip Juno'yla Badem'in sergisine gitme programı beni kendime getirir.

5 yorum:

EKMEKÇİKIZ dedi ki...

Evet, Doryciğim haklısın; dinlenince, arkadaşını görünce kendine gelirsin de, ben gene şu Mammut adamına sinir oldum. Şimdi de çocuğunun üzerinden kin akıtıyor! Aman yani, nedir bu adamın hastalığı? Akrep mi sokmuş kendisini? İnanılır, akla gelir gibi değil yaptıkları...
Sevgiler.

müzi dedi ki...

ne guzel anlatmissin binbir turlu duyguyu tek bir yazinin icinde. tam da hayattan bir kesit olmus. cesit cesit duygular birlikte. ne zamandir takip ediyorum seni de yorum yapmiyordum. ama bu sefer bisi demek istedim. demek istedigim sey de, bosver sen mammut'u. sen sonucta annesin. o da omur boyu kiskanacak seni ve oglunu.

Adsız dedi ki...

Kendin icin zayifla Dory. Ya da kendin icin sismanla. Gerisini ittiret.

www.elifsavas.com/blog

Turuncu Elma dedi ki...

Bana ne ya, ben senin hak ettiğin erkekleri asla bulamadığını düşünüyorum. Shrek de buna dahil. Kimseye muhtaç olmadığını ve her an hepsinden ayrılıp gidebilecek durumda olduğunu düşünerek yaşa. Biraz da onlar düşünsün.

dory dedi ki...

ekmekçi kız, iyi benzettin, onun kendi akrep zaten...
müzi, yorum bıraktığına sevindim, böylece ben de iade-i ziyaret yapıp yeni bloglar keşfediyorum.
elifcim, öğüdüne uyacağıma hiç kuşkun olmasın:)
turuncu elma, elbette muhtaç değilim, artık mutsuz olduğum yerde fazla oyalanmamayı da öğrendim. Ama Shrek'i yanlış tanıtmak da istemem, biraz huysuzdur ama iyidir (ya da ben seviyorum diye öyle geliyordur:)