2.5.07

Karışık Günler

Pazar resmi haftasonu ne yaptığımı değil, sadece nasıl hissettiğimi anlatıyor sadece; biraz da Pazar gününün gündemini hatırlatıyor, hepsi bu. Fulya, hayal kırıklığına uğratmadım umarım.
Çok yoğun günleri aklım karmakarışık geçiriyorum şu aralar. Beynim Windows gibi ekranına döndü; üstüste bir dolu pencere açılmış, her birinde başka konular, başka uygulamalar, önemlilerle aciller birbirleriyle yarışıyorlar. Hele ofiste... Odamın kapısından çıkıp departmanın kapısına gidene kadar niye gittiğimi unutuyorum. Genellikle de orada yeni bir konuyla karşılaşıp aklımda bir gündemle gittiğimi bile unutuyorum. Şansım varsa, odama döndüğümde masamda veya ekranımda ilk konuyu hatırlatacak birşeyler oluyor. Mesela bunları yazarken Cumartesi ne yaptığımı hatırlamaya çalışıyorum, olmuyor.
Shrek'e sordum, o hatırlattı. Cumartesi o Süzmebal'ını alıp babaannesine götürdü; ben de öğlene kadar evde oyalanıp sonra "dışarı" işlerini hallettim. Shrek'in diplomasını çerçeveciye, akıtan semaveri Arçelik servisine, daralması gereken baharlık bir eteği terziye bıraktım; fermuarı bozulmuş diye ayakkabı tamircisine götürdüğüm botlarımın bir şeyi yokmuş, sadece astarı içine kapmış, bırakmadan alıp çıktım. Sonra anneme, hastane ziyerete gittim. Fransa'dan haftasonu için gelen ablam, İzmir'den haftasonu için gelen eniştem, kızları ve nişanlısı hastanede buluştuk. Ablam annemle ilgilenirken ben, eniştem ve prenses memleketi kurtardık. Annem Kasımpaşa Askeri Hastanesi'nde yattığı ve orası 16-18 saatleri arasında olan ziyaret saatlerini ciddiyetle uyguladığı için 18'de hep beraber çıkıp Beyoğlu'na gittik. Bir Balık olan Prenses Asmalımescit'e mi gitsek acaba derken bir Koç olan eniştem Pano'ya gidelim dedi ve tabii öyle yaptık. Güneşli havalara birayı, kapalı havalara ve kapalı yerlere şarabı yakıştırıyorum. Kapalı bir mekanda bile olsak güneşli bir gün olduğu için bira içtik, yakışıp yakışmadığına bakmadan midye dolması, patlıcan salatası, ciğer, patates kızartması yedik. Akşam çok geç olmadan Sash'ı evine, ablamları annemin evine bırakıp ben de eve gittim. Sonra bir şey için Shrek'e uğradım (neydi acaba? tamamen unuttum). Süzmebal hafiften alışmaya başladı sanki bana, çok gerilmedi. Ben de bir bardak çay içip kalktım.
Pazar sabahı ablamı ayakkabı alabileceği bir yere götüreceğimi planlamıştık. Ayağında gelen ayakkabı vurmuş mu, altı mı açılmış, öyle bir şey işte (onu da iyi dinlememişim), prensesin ayakkabılarını giymiş, ama onlar da 2 numara büyük geldiği için çok rahatsızdı. Öyle yeni sezon olsun, şık olsun gibi merakları yoktur ablamın, tercihan eski sezon veya seri sonu, yani ekonomik, rahat, spor bir günlük ayakkabı istiyordu. Aklıma Gültepe-Cendere kesişimindeki seri sonu Hotiç geldi, ama gittiğimizde oralardaki bütün mağazalar kapı duvar. Normalde Pazarları açık oluyorlar halbuki. Pek anlam veremedik ama oradan Profilo'ya çıktık. Ne zaman ki Profilo'nun otoparkına arabalarını bırakıp omuzlarında Türk bayraklarıyla yukarı doğru yürüyen insanları gördük, o zaman uyandık. Herkes mitinge giderken biz ayakkabı peşinde dolaştığımız için biraz tuhaf hissettik, ama öğlen eniştem İzmir otobüsüne, ablam gece uçağa gidecek, 16-18 arası annemi ziyeret edecekken böyle bir maceraya atılamazdık (ya da çok tembeliz). Ablam birkaç dükkan sonra işe de giyebileceği bir spor ayakkabısı bulup aldı; biz de geri döndük. Perşembe günü (yani yarın) yapacağım sunumu hazırlamak üzere, onları bırakıp eve döndüm. Bu arada Süzmebal da babasından kendisini eve bırakmasını istemiş. Günün kalanı bir yandan mitingi televizyondan seyredip bir yandan sunum hazırlamakla geçti. Yetiştiremeyeceğimi anlayınca hatta, anneme gitmekten bile vazgeçtim.
Pazartesiden beri koşturmaca aynen devam ediyor. Pazartesi annem hastaneden çıktı. Arayıp haber verdiğinde gidip onu alacağımı söyledim; sonra öyle bir telaş başladı ki, arayıp "taksiyle gitsen olur mu?" diye sordum. O da hiç gocunmadan tamam dedi. Bizim ailenin kadınları öyledir zaten. Öyle biri bizi doktora götürsün, yanımızda beklesin, destek olsun, doktordan getirsin, hiç beklemeyiz, alışmamışız tabii, kimseyi de alıştırmamışız -ya da ben fena halde anneme benzemişim-. Sonra biri salt destek olmaya yanımda gelince de çok mutlu, müteşekkir fian oluyorum. Hatta son benzer durumda Shrek benimle gelememişti, ama çıkışta gelip alacaktı; ben kıyamadım, "Bu trafiğe girme, ben Nişantaşı'ndan Osmanbey'e yürür, metroya binerim, sen beni metro durağından al" dedim. Marifetmiş gibi de anlatıyorum. Halbuki sevgilim hiç şikayet etmeden geliyordu işte beni almaya, nazlı nazlı beklesene...
Ah, neredeyse unutuyordum anlatmayı. Son iki günde Shrek'le benim evdeki eşyaları birbirine kattık, evlerin altını üstüne getirdik. Shrek'in kızkardeşinin eski evinden açığa çıkan gardrobu ve büfesi benim evde bekliyordu zaten, o büfenin masa ve sandalyeleri de onun evindeydi. O masa ve sandalyeleri, ve yatağını benim eve getirdik, bendeki balkon masası ve sandalyelerini ona götürdük. Gardrop ve yatağı benim boş odama yerleştirdik; benim yemek masası, dev yeşil kanapeyi ve yeşilli kilimi eski yatak odasına koyduk; yemek masasını aynı zamanda sahibinden.com'da satılığa çıkardık; eskiden yatak odasında duran küçük mor kanapeyi ve mor halıyı salona çıkarttık. Koşu bandı da en sonunda salondan yeni yatak odasına geçti. Biliyorum, çok karışık, ve kimsenin bunları anlamasını, hayalinde canlandırmasını beklemiyorum. Sadece nasıl bir işe kalkıştığımız anlaşılsın, sonra hatırlansın diye bu satırlar.
Gardrobu, onu getiren taşımacılar kurmuştu, ama tam becerememişlerdi. Arka tahtasını ve kapaklarını da Shrek'le ben taktık, ama biz de beceremedik. Sonunda dün akşam marangoz çağırdık eve. Benim site yönetimi akşam 18'den sonra ve haftasonları siteye çalışmak üzere adam girişini yasakladığı için neredeyse giremiyorlardı. Her evde çalışmayan kadınlar veya yardımcılar var herhalde. Gürültülü bir işleri olmadığını, matkap filan kullanmayacaklarını söyledim ama hiç işe yaramadı. Shrek arabasıyla site kapısına gidip adamları arabasına alıp içeri soktu sonunda. Beni de hemen "18 yıldır bu sitede oturan yönetim kurulu üyesi" bir bey aradı telefonla. Bu yaptığım etik değilmiş. Rapor tutuyorlarmış, yazı gelecekmiş! Hah, benim hukuki konularda sıkı bir hayat eğitiminden geçtiğimi bilmiyorlar tabii. Neyse, adamlar çıt çıkarmadan bitirip gittiler. Şimdi sıra iki eski dolabın içini tek dolaba indirip kalanından kurtulmakta. Salon da salona benzedi sonunda:)

7 yorum:

Fulya dedi ki...

Hayal kirikligi olur mu hic, daha cok umut:))) Herkesin orda olamamasi dogal sizin de mazeretiniz varmis.
Hem bayrak ve Ataturk resmi konuya duyarliligini gosteriyor.
Annenin hala hastane de olmasina uzuldum, acil sifalar dilerim.

enne dedi ki...

Annene geçmiş olsun Dory. Hafıza konusunda tam Dory olmuşsun:))

Keşke evin resmini de görseydik, salonun filan, ben hayalimde canlandıramadım tam:))

Adsız dedi ki...

evet dory,bize resim borçlusun..

Adsız dedi ki...

darilma ama saat 18`den once ya da sonra farketmez, insanlarin calisiyor olup olmamasi da farketmez. Insanlarin evlerinde baslarini dinlemek, haata senin farketmedigin evden calisan insanlar icin birilerinin 'uygun gordugu veya gormedigi' saatlere baglanmasi tuhaf.Bu birilerine senin gibi birinin dshil olmasi daha da tuhaf.

dory dedi ki...

tamam kızlar, ortalık biraz daha toparlansın, fotoğraflarını koyarım. ama sonuçta bunlar beğenip aldığımız, seçtiğimiz şeyler değil, bizi yansıtmıyor, sadece bu sıkışık zamanımızda elde olanlarla idare ediyoruz.
evden çalışan, valla neye içerlediğini bile anlamadım. benim bütün istediğim, komşuların birbirine yaşam alanı tanıması. tabii bir de dolap kapaklarımın düzgün çalışması...

Turuncu Elma dedi ki...

Umarım yaşamaktan (iyi şeyler yaşamaktan ama) yazmaya fırsat bulamıyorsundur Dory. Eğer öyleyse keyfini çıkar bol bol. Sevgiler,

ttt dedi ki...

Sevgili Dory, sesin çıkmıyor, umarım herşey yolundadır.sevgiler