19.4.07

Anneannesiz Haftasonu

Annemin hastalığı geçen Cuma sesi kısılıp burnu akarak başladı; sonra öksürmeye başladı. Gece gündüz öksürüp beyaz balgam söküyor; ateşi 38.5'a çıkıp çıkıp iniyor; ateşi çıkarken hafif titreme geliyor. Öksürmekten gece uyuyamıyor, hiçbir şey yiyemiyor bir halde bir hafta oyalandı; hastaneye yatıracaklarını hissettiği için doktora gitmedi. Derdi bu Cuma da Nemo'yu her zamanki gibi birlikte almak; Pazar günü onu bıraktıktan sonra bir gün dinlenirmiş, sonra Salı otobüse atlayıp Bodrum'daki evine gidecekmiş, marangoza söz vermiş, parasını verip işe başlatacakmış. Dün gittiğimde evde de olsa, hastanede de olsa benimle Nemo'yu almaya gelemeyeceğini söyleyince çok bozuldu, ama ben ısrar edince bu sabah benimle doktora gelmeye razı oldu. Bir yandan da, doktorun onu görünce bırakmayacağını, hemen yatıracağını bildiği için "bütün programımı bozdunuz, sözümü tutmama engel oluyorsunuz" diye sitem etmeye başladı. Yaşlandıkça insanların çocuklaşması böyle bir şey herhalde. Yarını değil, sadece bugünü düşünmek de ortak yaklaşımları. "Bu haftasonu Nemo'yla olayım, sonrasını boşver" diyor bilinçaltı. Annecim, daha bir sürü haftasonu var önümüzde, tedavini geciktirirsen, sağlığını daha uzun süreli olarak tehlikeye atarsan daha kötü değil mi? Marangozu da arayıp söyleriz hastalandığını. Sen sağlığını kaybedersen, Bodrum'daki evin balkonu tamir olsa kime yarar?
Sonunda razı oldu da ertesi güne randevu aldık. Sabah onu alıp hastaneye götürdüm. Muayeneden sonra bırakmadılar zaten, röntgenlerini çektirdik, dosyasını çıkardık, odasına yerleşti. Doktor söylemedi ama Shrek'in dediğine göre bu atipik pnömoni imiş, yani zatürree. Bu haldeyken bütün derdi Cuma Nemo'yu almaya nasıl gideceğim. Bunlar olduğunda, hatta bu satırları yazıp taslak olarak kaydettiğimde günlerden Perşembeydi.
Şimdi Pazar gecesi. Cuma ben tek başıma yola çıkmaya hazırlanırken Mammut arayıp "bugün dersleri erken bitti, boş duruyorlar, söyleyeyim atlayıp gelsinler, sen gitme, bu akşam 6-7 gibi benim ofisten al" dedi, ben de kabul ettim. Gerçi 7'de aradığımda "şimdi yemeğe oturduk, dışarıdayız" dedi, ben kaçta geleyim diye üç kez sorunca 8'de ofisten al dedi. Ben de annem endişelenmesin diye yeğenim ve nişanlısıyla buluşmuştum, yeğenimin çalıştığı binanın altında oturmuş çay içiyorduk. Bir saat daha oyalanıp öyle gittik ofisine. Elbette orada değillerdi ama arayınca yürüyerek geldiler. Arabanın içinde Sash'ı görünce bu kim dedi, ben de yeğenimin nişanlısı dedim ama dinlemeyip arabanın yanına gitti ve kapıyı açtı, arabadan inmesini söyledi. Ben bu arada "ne yapmaya çalışıyorsun? rahat bıraksana" filan gibi şeyler söylüyordum. O arada Nemo arabaya girip oturmuştu zaten. Sash ters ters baktı ama çıktı arabadan. İki erkek dipdibe durdular bir an. Sash Mammut'tan bir kafa boyu uzun boyuyla tepeden baktı sakince. Mammut "tamam bin arabaya" dedi. Sash biraz duraksayıp sonra yavaştan geri bindi, kapıyı kapattı. Mammut "ne o, niye duraksadı bu? iyice it tipli birini bulmuş yeğenin, bunlarla mı geziyorsun artık?" gibi şeyler söyleyip ağız dalaşına sokmaya çalıştı ama cevap vermedim; iki kopya teslim tutanağının birini ona verip bindim arabaya. Sash'a it diyene bak sen...
Haftasonu oğluşla her zamanki gibi geçti. İlk akşam eve giderken "Anneannen biraz hasta, daha iyi bakılsın, daha çabuk iyileşsin diye hastanede kaldı" dedim, "ölüyor mu yani?" dedi. "Yok canım, o kadar kötü değil durumu, biraz sesi kısık, çok öksürüyor, hepsi bu, haftaya iyileşir, bir dahaki gelişinde bizimle olur" dedim. Ertesi gün "Anneanneyi hastanede ziyaret edelim mi?" dedim, "yok, bana da bulaşır belki" dedi...
Cumartesi günü önce oyuncakçıya, sonra Robinson Ailesi filmine gittik. Günün kalanı da genellikle bilgisayar oyunu oynayarak geçti; bir de evde film seyrettik. Sinemadan sonra benim başım ağrımaya başladı, ama öyle böyle değil. Başımın sol tarafı zonkluyor, gözlerimin dipleri acıyor, çene kemiklerim sızlıyor; akşamı kanapede gözlerim kapalı geçirmek zorunda kaldım. Gece yatarken sabah erkenden kalkmasın, biraz geç kalkabilelim diye benim yatağımda uyumasını önerdim, tamam dedi. Bana Salih Memecan'ın Canım Annem kitabında birkaç sayfa okudu, sonra uyuduk. Sabah uyandığımda ben yatağın bir kenarında, kolumu yastığın üstüne uzatmış, C şeklinde, Nemo ise bana sırtını dayamış, kafasını koltığumun altına sokmuş şekilde yatıyorduk. Ama bu sayede 9.30'da kalktık ki bu bir rekor. 1'de yatıp 7'de fırlıyor yoksa...
Pazar günü tekrar Robinson Ailesi'ne gitmek istedi; sonra da Parkorman'daki şişme oyuncakların olduğu oyun bölümüne gittik, iki saat de öyle geçti. Öğlenden itibaren "kaç saat kaldı?" diye sormaya başladı zaten. Parkorman'dan çıkınca eve gitmek istedi; biraz daha bilgisayar oyunu, bu haftasonunun üçüncü patatesli börek öğünü, banyo yerine biraz televizyon derken çıkma vakti geldi. Önce yeğenimi aldık, oradan Mammut'un ofisine gidip Nemo'yu bıraktık.
Bir haftasonu daha bitti.
Haftasonunun en komik olayını da yazmalıyım. Cumartesi günü sinemadan çıktığımızda önce annemi arayıp bulamadım, ben de Juno'yu aradım, biraz konuştuk, sinemadan çıktığımızı söyleyip azıcık filmden bahsedince Nemo telefonu elimden alıp heyecanla filmi anlatmaya başladı. Juno'nun da sesi geliyor arada, "ya, demek kötü niyetli şapka ha" filan diyor. Sonra Juno "bize gelsenize" dedi herhalde ki Nemo "olmaz, hastalığın bana bulaşır" dedi. Juno anlamadı tabii neler olduğunu, Nemo da şaşkın şaşkın "ben annemi vereyim" deyip telefonu bana uzattı. Bense kahkahalar arasında Juno'ya onu anneannesi zannederek o kadar konuştuğunu açıkladım. Nemo da oradan "ama onun sesi de kısık anneanneminki gibi" diyordu. Sonra da "pek akıllı değilim, değil mi?" dedi. Neler dediğimi tahmin edersiniz, "Hiç öyle şey olur mu, çok normal bir karışıklık bu, anneannenle dün konuştuğunda sesinin ne kadar kısık olduğunu duydun, şimdi de onu arayacağımı söylediğim için telefondakini o zannettin, bu çok doğal, ..." Bugün sinemaya tekrar gittiğimizde dünkü olayı hatırlayıp "neydi o teyzenin adı, hani anneannem zannettiğim?" diye sordu:)

7 yorum:

EKMEKÇİKIZ dedi ki...

Annenize geçmişler olsun!
Haklısınız, yaş ilerledikce çocukluk davranışları ağırlık kazanıyor. Üstelik, çocuğunuzu ikna etmeniz daha kolayken, onları ikna etmeniz daha zor; çünkü çocuk değiller, başka yollar bulmak gerekiyor.
"Robinson Ailesi"ne kızımla gitmiştik, o da çok sevdi. Sanırım, her türlü tatsızlığın en mutlu şekliyle çözümlenmesine (Yaşasın Disney World!) bayıldı.

endiseliperi dedi ki...

Dory, çok geçmiş olsun; umarım çabucak iyileşir anneniz.

Ben de Arçil ile uyumaya bayılıyorum. Hiç ama hiç bir durumda bu kadar huzurlu uyuyamıyorum. İçimdeki her şey yatışıyor ve bebek gibi kaygısız uykuya dalabiliyorum. Evet, evet sakıncalı biliyorum.

Mamut yine tepemi attırdı! Dory, size tekrar bol bol sabır ve umut diliyorum.

sevgilerimle.

Adsız dedi ki...

Cok gecmis olsun! Hay Allah... Yaslilik degil de, hastaligin gercekligi insanin ustune bastiriyor sanirim. Hastahane filan, kolay degil.

Bu Mammut da, akillara sayan bir olay!

Ah, bittim pitircikin sohbetine!!!!!

Fulya dedi ki...

Niye hemen "oluyor mu?" diye sormus Nemo? Onemli olan o ama, degil mi? olecek mi, hayir, iyi o zaman endiselenmeyeyim. Cocuk mantigi:))
Cok gecmis olsun.
Mamutta bir haftasonu Mamutlugunu yapmasa catlar.%$#@*$!!!

Bocuruk dedi ki...

Annene çok geçmiş olsun diyor, Mammut ile ilgili de sana bol sabır diliyorum.

Turuncu Elma dedi ki...

Annen şimdiye daha iyileşmiştir sanırım, çok geçmiş olsun. Hem anneler her daim onlara yaslanmak ihtiyacımızı bildiklerinden olsa gerek, sağlamdırlar. Bişeycik olmaz onlara. Biz de evlatlarımıza öyle görünüyoruzdur büyük ihtimal.

Ya, o Mammut hiç dayak yememis mi acaba hayatında, hep bunu merak edip duruyorum yazdıklarını okumaya başladığımdan beri. Bunca zorbalık başka türlü nasıl içselleştirilebilir ki? Ne biçim bi adam bu?

dory dedi ki...

Annem daha iyi. Hergün sesi biraz daha iyi çıkıyor, bugün ateşi de düştü; artık serum vermeyi keseceklermiş. Haftasonuna çıkar belki de.
Geçmiş olsun dilekleriniz için herkese teşekkürler.
Mammut konusuna hiç girmiyorum; ne deseniz haklısınız...