Hep Hayıtbükünde kalmadık, Datça'ya da indik tabii. Geç uyandığımız bir sabah, kasabaya inip hem kahvaltı edelim, hem de görmüş oluruz dedik.
Datça Eylül ayında bile hala çok sıcak. Beton yat limanı yanıyordu. Esas koya doğru köşeyi dönünce esmeye başladı da biraz ferahladık. Yine de çocuk parkında kaydırağın gölgesine sığınmış anne-kıza bakarak ne kadar sıcak olduğunu anlayabilirsiniz.
Öğle sıcağında keyifli tarafını göremeyeceğimizi anlayınca Eski Datça mahallesine gittik. Taş evler, duvarlarından fışkıran çiçekler, dar sokaklarla hoş bir yer ama orayı gezmek için de çok sıcak... Sıcaktan dilimiz dışarıda bir tur attık, canımız ev yapımı gerçek limonata çekti; biraz şehirli eli değmiş bir kafe görüp girdik, limonata sorduk, yokmuş; kola, icetea vs önerdiler ama biz az önce gördüğümüz köy kahvesine gidelim dedik. Ama baktım köşede Nihat Akkaraca'nın Datça'da Zaman adlı kitabı, bir sehpanın üstünden üstüste, belli ki satılık. Hemen aldım tabii, Datça'yı taze görmüş olarak çok daha zevkle okunacağına eminim. Köy kahvesinde limonata diye Tang gibi bir sıvı getirdiler ama olsun, Eski Datça turu sayesinde çok zevkle okuduğum bir kitapla karşılaşmış oldum.Eski Datça'dan sonra Reşadiye'ye girdik. Orası Datça'daki ilk yerleşimin olduğu yer. İskele mahallesi sonradan kurulmuş. Kahvaltı yaptığımız yerdeki genç kız bize Reşadiye'deki Mehmet Ağa Konağı'nı gezmemizi tavsiye etmişti. Reşadiye'nin içinde dolaşırken kocaman çınarlı, salıncaklı bir meydan gördük önce; Shrek bankta, ben salıncakta, biraz soluklandık.Aynı meydana bakan Mehmet Ali Ağa Konağı'nın kapısı her ne kadar "burası çok pahalı bir yer" diye bağırıyorduysa da girip soğuk bir şeyler içemeyecek de değiliz ya deyip girdik içeri. Burası 1800'lerin başında yapılmış eski bir konak; yakın zamanda satın alınıp restore edilmiş, otel ve restorant olarak işletiliyormuş. Burada uzun uzun anlatmayayım, merak edenler buradan okusun. Ben sadece kişisel gözlemlerimi aktarayım. Bahçe çok ama çok güzel; limonata az şekerli, hafif ekşi gerçek limonata; yanındaki kurabiye tarçınlı bademli, dışı incecik kıtır bir kabuk, içi yumuşacık; fiyatlar İstanbul'da lüks cafe-restaurant ayarı. Konaklama fiyatını sormadık bile...Kısa Datça turumuzu tamamlayıp kendimizi Hayıtbükü'ne bir atışımız var ki sormayın, sanki evimize döndük de bir oh! çektik; kendimizi denize zor attık.
1 yorum:
Ah, burada da Datça var. Öyle çok merak ediyorum ki, yıllardır duyarım bir türlü kısmet olmadı gitmek.
Japon Turistli ve sade fotoların hepsi çok güzel.
:)
Yorum Gönder