23.12.10

The Proposal


Nerede? O popüler herşeye burun kıvıran, bir şey ne kadar zorsa o kadar değerlidir diyen, uzun, durağan, derin anlamları olan filmlere kombine bilet alan genç kız nerede?!? Madem şimdi en sabun köpüğü romantik komedileri seyrederek, ağzı kulaklarında, keyif içinde, koşu bandında yürüyecek, zoru neydi?!? Niye gençliğini büyük bir ciddiyet içinde çarçur etti?
Bilmiyorum. Herşeyin zamanı var diye geçiştirelim en iyisi...
Ayrıca ciddi olmakla gençliği harcamak arasında, ikisinin de benim gençliğime dair özellikler olmak dışında birbağlantı yok; siz bana bakmayın...
Bu seferki koşu bandı filmi "The Proposal". Başından sonuna eğlenerek iki yürüyüşüme eşlik etti ki, hatta ikincisinde "az kaldı, ha bitti, ha bitecek" derken 1 saat 15 dk yürümeme neden oldu.

Bundan böyle işte böyle... Hayatı hafife alma zamanı, ciddiye alma zamanı değil. Babacığım son yıllarında acıklı, içinde üzüntülü şeyler olan filmlere gitmezdi; hele savaş filmi filan, asla. Mesela Julia&Julia'ya gitmemişti, çok iyi hatırlıyorum. 2.Dünya Savaşı zamanlarında başlıyor, üzüntülü şeyler oluyordur demişti. Çok da rahat, sözde kaygısız bir adamdı ama 71'inde pankreas kanserinden gitti işte...

Benim kendimi eşime endekslemek gibi çok kötü bir huyum var. Nemo'nun bebekliği hariç, her dönem böyle oldu. Seviliyorsam mutlu, birlikte program yapıyorsak meşgul, uyurken sarılışıyorsak huzurlu vs. Mutlaka ortak bir konumuz olmalı, ya bir hobi, ya bir spor dalı, ortak bir ilgi alanı. Bunlar olmadığında, kendimi boşlukta, yapayalnız buluveriyorum. Nereden aklına geldi bunlar derseniz, sanırım tek başıma seyrettiğim filmler yüzünden... Aslında güzel ve onun da seveceği bir filme rastlarsam media player'dan rastgele film seçerken, bunu beraber seyrederiz deyip değiştiriyor(d)um ama bu romantik filmlerde öyle bir kaygım yok tabii. Hem pek sevmez, hem de vakit bulamaz, film seyretmeye vakit bulsa bile bunlara sıra gelmez. Sandra Bullock'u da pek sever diye aklımdan geçti ama bencillik bulaşıcı...
Haftasonu Nemo babasında, üstelik Cuma'dan gidecek. Cumartesi akşamı bir yılsonu partisine gideceğiz; Shrek'in muhasecilerinin ofis partisi. Bahaneyle evlilik yıldönümünü de eğlenerek geçirmiş oluruz belki. Cumartesi gündüz ne yapsam acaba?

21.12.10

Kış Kahvaltısı

Tipik bir sabah 08.15 fotoğrafı...
Ne bu böyle, klavye klavye üstünde derseniz, laptopu masada 3M'in laptop sehpası üstüne koyduğum için, bir de masaüstü klavye kullanmam gerekiyor. Böylece laptopun ekranı göz hizasına yükseliyor, boyun ağrısı, duruş bozukluğuna karşı...
Önündeki de sabah kahvaltım, bir yandan e-postaları okuyup, bir yandan kahvaltı yapmak için...
Güne hafif, vitamin dolu, yaşam enerjisi dolu bir başlangıç için...
(İş günü demek daha doğru, çünkü haftasonu günleri genellikle peynirli-maydonozlu omletle başlıyor)

Yazın domates-salatalık-beyaz peynirle hazırladığım kahvaltımı getiriyordum ama bir süredir buna döndüm:
brokoli çiçekleri, kırmızı biber, salatalık, portakal, ekstra bir meyva (elma veya armut veya yarım avokado veya bir kivi)
üstüne az tuz, az limon suyu, az zeytinyağı, sızma tabii
Sabahları Nemo'ya omlet yapıp o yerken ben de mutfakta kendime bunu hazırlıyorum; ofiste ilk iş de yiyorum, bir keyif, bir keyif...

Tavsiye ederim:)

16.12.10

"The Notebook"

Koşu bandında iki yürüyüş seansını sıkılmadan geçirmeyi sağlayan bir aşk hikayesi...
Fazla romantik, ama seyretmekten de kendimi alamadım; hatta itiraf ediyorum, son 10 dk gözyaşları içinde yürüdüm. Sanırım ruhumun derinliklerindeki "öyle" seviliyor olmak arzusu yüzünden, daha doğrusu özlemi, ve mümkün olmadığının farkındalığı.
Sonradan farkettim de yönetmeni Nick Cassavetes'miş, John Cassavetes'in oğlu; yaşlı kadını da zaten annesi Gena Rowlands oynuyormuş. Tanıdık geliyordu ama çıkaramamıştım.
Shrek 4 günlüğüne gittiği Romanya'dan gelip 2 günlüğüne İzmir'e gitti. İlginçtir, bir tek o yokken televizyonu açıyorum; o evdeyken aklıma bile gelmiyor. Şimdi de televizyon karşısında, ama kucakta laptop, önce Fatmagül, sonra Türkan, zaman öldürüyorum. Bugün böyle...

11.12.10

Naturel, Pringles, Merkür vs.



Naturel 2010 üzerimden kasırga gibi geçti; beni devirdi, üstümde tepindi; yorgunluktan ayacıklarım, konuşmaktan çenem ağrıdı... Ama yine de çok zevkliydi. İnandığın, güvendiğin bir şeyi tanıtmak çok zevkli, satmak daha da bir zevkli! Bir hanım Shrek'le bana "sizin satışınız zayıf"dedi, ama onun güvenmesine neden olan şey tam da buydu zaten; çocuklarını Shrek'e götüreceğini söyledi. Gerek homeopati, gerek biofeedback cihazı için çok etkin bir tanıtım oldu bence. Organik cilt bakım ürünlerinin tanıtımı da hiç fena değildi; fazlası zaten mümkün değildi, zaten daha fazla konuşacak halim kalmamıştı. O sırada satın alanlar oldu ama sonra online satış sitesinden bakarız, önce broşürleri inceleyelim diyenler de oldu. Web sitesinin hala (!) açılmamış olmasına kızmayayım da ne yapayım...



Fuarın son günü iki önceki hayatımda çok yoğun görüştüğüm bir arkadaşıma rastladım. O zamanlar ikimiz de başkalarıyla birlikteydik tabii. Evlerimizin çok yakın olduğu bir dönem de olmuştu; hafta iki görüşür, hemen her Pazar birlikte kahvaltı yapardık; birlikte tatillere bile çıkmıştık. Önce onlar taşındı, sonra biz; boşanmalar ise ters sırada, önce ben, sonra o... (nereden duyduğumu hatırlayamıyorum bir türlü; ortak arkadaşımız da hiç yoktu) Ben o aralar, oğlum 1 yaşlarında, o yanımda ya dünya umurumda değil ruh halinde, boşandığını duyunca iş adresine bir kart atmıştım, üstünde Nemo ve ben, kısaca, "insanın dünyası tepetaklak oluyor bazen, hiç geçmeyecek gibi geliyor ama herşey düzeliyor sonra" gibi bir şeyler yazmıştım, artık bir karta ne kadar sığıyorsa. Cevap gelmeyince biraz bozulmuş, ukalalık ettim gibi mi geldi acaba diye düşünmüştüm. Şimdi rastlamak iyi geldi, neşeyle öpüştük, ikimizin de yanında yeni kocaları, ayaküstü konuştuk, kartlarımızı verdik; Akmerkez food court'ta bir yer açmışlar, gelin bir şeyler yiyelim dedi. Shrek'in muayenehanesi de iki adım ötede olduğuna göre bu mümkün olabilir, lafta kalmama olasılığı çok yüksek.


Aslında iki çok eski arkadaşa daha rastladım fuarda, ama biriyle daha önce facebook'ta buluşmuş, azıcık sohbet etmiştik, sanal manal, ne yapalım... Diğeriyle de ara sıra yazışıyoruz. Aslında arkadaştan çok abimiz, eniştesi Erdek'te olduğu için adliye işlerinde yardımı da olmuştu. Fuarda bir ürün almak istedi, dalgınlık ve yorgunluktan çok az iskonto yaptım; çok ayıp oldu...


Haftasonu standda geçince bu hafta ofiste de zor geçti. Ama geçti. Perşembe Nemo'yu etüdden aldığım için işten biraz erken çıktım; erkenden (17 gibi) evde olduk; hazır yemeğimiz de vardı, gün bitmek bilmedi; iyi geldi. Normal zamanda onu annemden alıp eve gitmemiz 19'u buluyor; yemek hazırla vs derken gece oluveriyor.


Benzinciye uğradığımızda Nemo inip marketinden Pringles aldı. Çok zararlı, biliyorum, anlatıyorum, ama tamamen önlenilmiyor, ancak azaltılıyor, kontrol altına alınıyor. Hatta paketin üstünden 1-2 tane ben de aldım. Sonra da "benim eskiden bir arkadaşım vardı, Pringles çok severdi, diyette olmasına rağmen Pringles yiyebilmek için fazladan bir saat spor yapardı" dedim. "Ne oldu peki? Artık görüşmüyor musunuz?" dedi. Ben de "yok" dedim "ben babanla birlikte olunca, onunla koptuk; o babanın karakterini anlayıp beni uyardı; ben dinlemedim". Nemo "facebook'tan bulsana" dedi... İyi fikir. Akşam facebook'tan bulup mesaj attım ben de. Bunları aynen anlattım; "Hani oturup görüşelim filan demiyorum ama kalbimde yerin hep ayrı, bilesin istedim." dedim. Ertesi gün, nazik, kısa, konuyu kapatma cevabı geldi.


Ben bütün bu eski kız arkadaşlarla yeniden, bir şekilde -bu lafı da hiç sevmem ama neyse- bağ kurma işini Merkür'ün geri gitmesine bağladım doğrusu.



"Merkür gerileme dönemlerinde eski arkadaş ve akrabalarla biraraya gelmek oldukça sık rastlanan bir durumdur ve bu gezegenin gerileme yörüngesinde olmasının en olumlu ve eğlenceli taraflarından biridir. Eğer Merkür gerilemesi sırasında eski bir arkadaş ya da tanıdıktan haber alırsanız, bunun önemli bir nedeni olacağını hissediyorum. İkinizin birlikte yapması veya planlaması gereken bir şey olabilir. "

30.11.10

Naturel 2010

2-5 Aralık'ta Askeri Müze Harbiye KültürMerkezi'nde...
Detaylı programı http://www.festivaistanbul.com/ adresinden görebilirsiniz.

Biz de orada olacağız! Shrek'in Türkiye'ye getirdiği %100 organik cilt bakımı ürünleri ilk olarak festivaldeki standında satışa çıkacak. Festivalden sonra da online satış sitesinden alınabilecek. Yardım için ben de orada olacağım. Senelik iznimden birkaç gün kullanıyorum. Bizim fabrikadaki işçilerin çoğu Karadenizli'dir. Yazın 4 haftalığına bakım duruşuna girdiğimizde onlar da memleketlerine fındık toplamaya giderler, ailelerine yardım için. Bugün aklıma geldi, benimki de o hesap:)) Ben başından beri bu işte Shrek'e destek verirken "bu benim yeni hobim" deyip durdum. Susan Miller'ın bu ayki Yengeç falında "bir hobi sizi çok meşgul edecek" diye yazdığını okuyunca bir kez daha pes dedim! Gerçekten de,ne kadar planlarsanız planlayın, bir şeyler son ana kalıyor. Yapılacak listeleri, alınacak listeleri yapmak yetmiyor, sürekli aklında "acaba neyi unuttum" bulutuyla geziyor insan. Öte yandan, ürün yöneticilerini şimdi daha iyi anlıyorum. Bir ürünün lojistiğinden broşürüne, standından kağıt poşetine, bütün bunların tasarımından üretimine ilgilenmek gerçekten de çok zevkli.
Bütün bu koşturmaca arasında geçen pazar öğleden sonramı Nemo'nun veli görüşme gününde geçirdim. Çok daha kötü şeylerduymayı bekliyordum doğrusu. Belli ki, Nemo'nun nazı bana; evdeki kadar asi hiç değil; ve muhtemelen şeytan tüyü var. Bütün öğretmenler adını duyunca geniş bir gülümsemeyle "a Nemo, çok değişik/çok zor/çok yaratıcı bir çocuk" dediler. "Zeki bir çocuk ama okulu sevmiyor/derste sıkılıyor/derse katılmıyor/çok sessiz ve sakin/çok terbiyeli ..." ama hep geniş bir gülümsemeyle. Türkçe öğretmeni birşeyleri hatırlayıp hatırlayıp güldü. Batı Karadeniz gezisinde Nemo'nun başı ağrımış. Mağara gezerken öğretmeni iyi olup olmadığını sormuş. Nemo da kadının omzuna şöyle hafifçe patpat yapıp "merak etmeyin, iyiyim iyiyim" demiş. Bilişim öğretmeni "a, Nemo'yu ben çok severim, sevgi dolu bir çocuk" dedi. İngilizce öğretmeni "geçen seneki olayı biliyorum ama bende hiç öyle bir şey olmadı" dedi. Hatta "Nemo'nun yaratıcılığına ekstra puan verdim. Çabalıyor. Geçen hafta bir soruya cevap verdi, üstelik doğruydu" dedi. Hem hoşuma gitti, hem şaşırdım:))

13.11.10

P.S. I love you

Akşam TV karşısı koşu bandı yürüyüşlerine başladım (bu hafta için iki kez). İlk seferinde TV'ye bağlı media player'daki filmlerin isimlerinden fazla kasvetli olmayacak, saracak, merak ettirecek bir film bulmaya çalıştım. PS I love you diye bir isim dikkatimi çekti. Belli ki romantik komedi..


Hah, ben öyle sanayım. Aslında romantik, ve komik kısımları da var, yalan değil, ama yürümüyor olsaydım salya sümük ağlamaktan bir tuvalet kağıdı rulosu bitirmiş olurdum herhalde. İlkinde film ararken oyalandığım için 2. 50 dk'lık yürüyüşümde de bitmedi. Sonunu seyretmek için 3. yürüyüşümü de yapmam gerek. Adam fazla deli dolu ve karizmatik (Gerald Butler), kadın fazla zayıf (Hilary Swank) ama iyi oyuncu, ve bizim şirketten -oldukça antipatik- birine kardeş gibi benziyor. Erkeklere göre bir film değil (en azından benim şimdiye kadar tanıdıklarıma), yürüyüş filmi de değil diyecektim ama belki de tam tersi, yürüyüş filmi... Azıcık gözleriniz yaşarırken geçiyor.

Paldır küldür geçiyor zaman, Kasım'ın ortasını bulduk. Nemo'nun ilk notlar gayet kötü. Mecburen özel derse başlayacağız yine... Organik kozmetik bebeklerimiz geldi, ama web sitesi Kasım sonuna hazır olacak. Shrek bugün 2-5 Aralık'ta Harbiye Askeri Müzesi'nde yapılan Naturel fuarına katılmaya karar verdi. Broşür hazırlanıyordu zaten; şimdi acilen poster ve roll-up da lazım. Ve çok kısa zaman var! 3 hafta bile yok!!

Süzmebal bu akşam gelip bayram sonuna kadar bizde. Pazartesi ben yarım gün, Shrek tam gün işte olacağız diye babaanne programı yapıldı. Shrek Nemo'ya "sen de kalır mısın Süzmebal'ın babaannesinde?" deyince "tamam" dedi. İki kafadar birlikte 2 gece-1 gün orada kalacaklar; biz Bayram sabahı kahvaltıya gidip çocukları da alıp döneceğiz. Nemo sıkılır ve ikinci akşam "gel bizi al" diyebilir diye düşünüyorum ama göreceğiz bakalım...

7.11.10

Sushi Kursu

Shrek ŞehirFırsatı'ndan bir şeyler almayı sevdi. Gerçekten de çok ciddi indirimlere rastlanıyor, ama aldığınız şeyin bu kampanyaya özel tasarlanmış bir şey olmamasına, normal fiyatı üzerinden uygulanan bir indirim olmasına dikkat etmek lazım. Örneğin bir yemek kampanyasında özel bir menüye özel bir fiyat derlerse itibar etmeyin; menüden istediğinizi seçin, x TL yerine y TL verin derlerse tamam. Duyduğum kadarıyla bu kampanyacı/indirimci kuruluşlar firmaların aldığı paranın yarısını komisyon olarak kesiyorlarmış. Zaten aklınızda olan bir şeyi daha ucuza almak güzel de, her gün gelen tanıtım mailleri insanın aklını çeliyor, aklınızda olmayan şeyleri aldırıyor; özellikle Shrek gibi alışverişi sevenlere...

Son olarak bana suşi kursu aldı mesela. Bebek'teki Mori'de 2 saatlik bir kurs 140TL yerine 59TL. 2 saatlik sushi kursuna 140 TL veren var mıdır, o ayrı konu. Sonuçta telefonla arayıp bu Cumartesi için kaydoldum. Hazır çocuklar da Batı Karadeniz gezisindeyken...

Mori, Dükkan Burger'in hemen yanında, bir giriş katı ve merdivenlerle inilen ama deniz kenarında açık bölümü olan alt kattan oluşuyor. Kurs için geldiğimi söylediğimde beni alt kata yönlendirdiler. Benden önce gelmiş 3 kişi daha vardı. Diğerleri de tamamlandığında toplam 7 kişiydik. Aynı şirkette çalışan 3 iş arkadaşı, 30 yaşlarında, bir kız, iki erkek; üniversiteli ya da yeni mezun 3 kız. Bir de ben...

Uzun bir masaya malzemeleri hazırlamışlardı, ama belli ki daha fazla katılımcı bekleniyordu.

Şefimiz sırayla maki türleri, Californian, inside-out, hand roll ve nigiri yapımını gösterdi. Maki yapımını deneye yanıla daha önce becermiştim ama Californian roll ve inside-out çok eğlenceli ve hepsi bir arada olduğunda çok profesyonel görünüyorlar.
Arada şekli bozulanlardan yemeye başlayınca birer kadeh de şarap ısmarladık. Yaptıklarımdan bir kısmını deniz kenarında afiyetle yedim, ama çoğunu paket yaptırıp çocuklara götürdüm tabii.

31.10.10

Başbaşa


-"Hadi bırak şu bilgisayarı da benimle ilgilen! Üç gündür başındasın! Kocan seyahatte, oğlun babasında diye sürekli çalışıp durdun! Ne biçim tatil bu?! Bilgisayarınla araya gireyim de gör!"


-"Niye kalktın ki? Ben okşayasın diye gelip aranıza girdiydim..."


-"İyi, ben de işin bitene kadar uyurum şuracıkta..."


-"O da ne, içeri sinek mi girmiş? Bi dakka, ben yakalarım şimdi onu..."


-"Dur dur, şimdi yakalıycam!"

-"Tamam, yakalayamadım ama kaçırdım hiç olmazsa."
* * *

Mutfak masasının üstü yasaktı sözde, ama sürekli "hayır! hayır!" diye bağrınmaktan sıkıldım. Şurada ne kadarcık ömrü var, bari mutlu yaşasın...

18.10.10

Ekim, toprağı ekme zamanı...

Topraktan öyle uzak yaşıyoruz ki, Ekim bizim için havanın bozduğu, kışlıkların çıkıp kaloriferlerin yanmaya başladığı ay... Yılsonuna yaklaşırken bitmemiş projelerin hızlandığı, satış hedefi tutsun diye sorunlu malların peşine daha bir şiddetle düşülen ay... Derslerin ilerlemeye başlayıp günlük çalışılıp perçinlenmezse sınavların kötü geçeceğinin belli olduğu ay...
Nemo bu yıl çok daha iyi tolere etti okulu, Pazar akşamları hariç morali fena değil... Geçen sene bir tanıdığın uyardığı, Işık’ta çocuğun başarısına göre gruplayarak sınıf oluşturdukları konusu gerçek gibi görünüyor. Geçen sene seviye sınavı sonrası A şubesine düştüğünde öğretmeni bile şaşırmış, “çok başarılı bir sınıftır, nasıl oraya düştü anlamadım” demişti. Bu sene F’de... Geçen seneden tanıdığım, başarılı çocukların anneleri de okulun ilk gününde koridorun A..D tarafında bekleşiyorlardı. Süzmebal'ın E’de olması da bu teoriyi destekliyor.

Nemo okul çıkışı anneme gidiyor, ben de gidip oradan alıyorum; eve gelişimiz 7. Ödev varsa mutfak masasında yaptırıyorum, ben de bir yandan yemek yapıyorum; en erken hazır oluşu 8-8.30, Shrek'i beklersek 9-9.30... 10'da Nemo yatıyor, 12'ye kadar da biz laptoplar kucağımızda çayımızı içip biraz iş yapıp biraz sohbet ediyoruz; gün bitiyor. Artık sporu geçtim, tv karşısında yürüme bandı bile lüks. Geçen hafta birgün yemeği fırına verip 40 dk yürüdüm; tabii vücut unutmuş, 2 gün belim ağrıdı.
Nemo'nun Star Wars dönemi yavaştan geçiyor; artık Family Guy, Southpark, Simpsons ve Futurama dönemi başladı. Çarşambaları serbest kıyafet günü. O gün giymesi için önü Futurama'daki robot Bender baskılı tişört yaptık. Aslında onun seçtiği resimde Bender "bite my shiny a.." diyordu ama okula bununla gidilemeyeceği konusunda ikna oldu. Biz de aşağıdakini bastık.
Artık havanın oynak zamanları geldi, evler soğuk, dışarılar rüzgarlı... Ben sürekli üstümde bir şalla dolaşıyorum şu aralar; sokakta boynuma doluyorum, içeride sırtıma alıyorum. Fransızlar eşarplarıyla yaşar ya, öğrenci kızlar kucağına açar, üstünde sandviçini yer, elmasını ovalar, güneş geçmesin diye başına dolar, çimende üstüne oturur, üşüyünce omzuna alır; benimki de o misal...

Fransız örneği boşuna değil, izlenimlerim taze, çünkü geçen hafta Paris’teki ilaç hammaddesi fuarındaydım. Kapalı bir hava, sürekli ince ince yağan bir yağmur ve günde 6 toplantıya ben de dayanamadım, ayakta bir soğuk algınlığı atlatıyorum. Tabii bir de akşamları -o yorgunluğun üstüne olabildiği kadar- sokak sokak çevreyi dolaşmak var. Yoruldum ama ortam değişikliği ve günlük görevlerden uzak kalmak iyi geldi. Paris'te yaşayan Amerikalı blogger David Lebovitz'in Paris tavsiyelerinden ikisine gidebildim. Bir akşam Maison L'Abrac'ta yemek yedik ki gerçekten çok iyiydi, ama faturayı şirket ödemiyor olsa gidilmeyecek kadar da pahalı. Diğeri de dondurmacı Pozzetto. Gerçekten çok lezzetli, üç çeşit deneyeceğim diye de kocaman bir dondurma ile sokaklarda dolaşma kısmı özellikle güzeldi.


L'As du Fallafel'e de gittim, zaten Pozzetto ile çok yakın, ama o kadar kalabalıktı ki insanlar önünde bekleşiyorlardı, onu pas geçtim.

Ben yokken oğlan annemde kaldı, anneanne keyfi yaptı. Bir haftalığına benim ödev kontrolü ve bahaneyle konuyu anlamış mı anlayıp eksik kaldıysa öğretmeye çalışma baskımdan da kurtulmuş oldu.
Babadan uzun süre ses çıkmadı. Yazın zamanında getirmeyip beni icra ile Erdek’e gitmek zorunda bıraktığından beri almaya gelmemişti. İki Cumartesi önce bir sms attı, “Nemo nerede?” diye, ben cevap vermeyince devamı gelmedi. Geçen hafta ise çat kapı geldi, ama bu sefer de ben vermedim. Niye derseniz, birincisi, bir kere bile zamanında getirmediği için icrayla gelip almasını istiyorum; ikincisi, kolayca alıp sözde iletişim içinde olunca daha fazlasında hak görüyor kendinde. Amacı kavgalı olmak, didişmek olduğuna göre, ben de ona savaş alanı yaratıyorum. Yoksa geç getirerek ya da getirmeyerek o savaş alanı yaratıyor.
Pazartesi okula gidip Nemo'yu görmüş, Cuma öğlen okuldan alacağını söylemiş; sonra ses yok derken, Cumartesi sabahı yanında icrayla geldi. Talimatta karar gereği 3.haftasonu diye yazılı (talimatı veren İstanbul İcra kendini sağlama almış). "E bu haftasonu Ekim'in 4.haftasonu dedim"; Sarıyer'den gelen memur "hafta 7 gündür, ben ayın başından sayınca 3 hafta olmuş" diyor. Neyse, epey bir konuştuktan sonra müdürünü aramak üzere aşağı indi; durumun yaş olduğunu anlayan Mammut adama bağırıp çağırmaya başladı. İcra memuru da kimin ne olduğunu anladı herhalde ama haftasonlarını saymayı şaşırması muhtemelen araya giren torpillerdendir. Hem doğru zamanda uygulamaya gelmemişler, hem de pedagog çocukla konuşmakta çok ısrarlı. Ben de zabtı tutun, sonra konuşursunuz diye ısrarlıyım. Sonunda pedagog Nemo'ya (oldukça da yönlendirici şekilde) sordu, baban aşağıda bekliyor ama bak, seni özlemiş filan diye diye. Oğlan "bu haftasonu hukuken alma hakkı yok, o yüzden gitmek istemiyorum" dedi. Pedagog "baban Shrek Bey'in yanında mutsuz olduğunu söylüyor; Shrek Bey nasıl?" diye sordu; Nemo "o kadar da kötü değil aslında, benimle fazla ilgilenmiyor" demez mi! Sonra da, pedagog odadan çıkarken yüksek sesle ve gayet neşeli "Shrek Abi, kahvaltıda ne var?" diye seslendi. Olay bitip, icra memuru ve pedagog gittikten sonra kahvaltıya oturduğumuzda biraz sıkıştırdım tabii. "İdealindeki ShrekAbiyle gerçek Shrek Abi arasında ne fark var? Shrek Abinin şu anda olduğundan farklı nasıl olmasını isterdin?..." Bir şey çıkmadı tabii, başka birşey istemem, böyle iyi dedi. Seni mutsuz eden bir özelliği, davranışı var mı? Yok. Demek ki "o kadar da fena değil" değil, "Shrek Abi iyi, onun yanında mutsuz değilim"miş.

İcra memuruyla pedagog aşağı inip onun beyanını da zapta almak isteyince Mammut yine bağırıp çağırdı, adamlar sonunda onun arabasındaki paltolarını alıp yürüyerek gittiler. Arabasının da camları siyah, arka koltukta biri oturuyor, kahverengi deri ceketli, zayıf elli biri, Mammut kah onunla konuşuyor, kah telefonla. Sitenin güvenlik görevlilerinden ikisi de apartman kapısında, iki saat Mammut'un hikayesini dinlemek zorunda kaldılar. Arka koltukta oturan (herhalde avukat hanım) çıkıp bir sigara içti. En sonunda, ama icra gittikten en az yarım saat sonra gittiler.

Yazmayı erteleyip duruyor, hatta biraz yazıp taslağını kaydedip kapatıyordum kaç zamandır. Şimdi de yazmazsam hiç yazamayacağım diye oturdum başına. Terapi niyetine. Eskisi gibi.

31.8.10

Çalışan Kadın Reçeli / İngilizce Nasıl Öğretilir

30 Ağustos diye ve Nemo'nun dış kulak enfeksiyonu var diye üç gün evde oturunca mutfakla bozdum kafayı. Bir gün taze fasulye yanına domatesli pilav, ertesi gün patlıcan yemeği yanına bulgur pilavı ve yoğurtlu semizotu salatası... yoksa ben öyle her gün her gün 2-3 çaşit yapamam. Reçel bile yaptım.

Temmuzdu galiba, pazarda vişne görünce dayanamayıp almış, üşenmeyip çekirdeklerini çıkarmış, yarısıyla sorbe yapıp, kalan yarısıyla da vişne reçeli yapmayı denemiştim. İnternetten bir sürü tarif okuyup, kendimce ortak yönlerini almış ve "ne kadar kötü olabilir ki..." demiştim. Sonra gördüm ki, bu kadar kötü olabilirdi! Vişneler yandı, kokusu ağdaya benzedi ve çöpü boyladı.

Bu hikayeyi Shrek'in annesine anlattığımda, "a o eskidendi," dedi, "ben artık öyle akşamdan şekerle bekletme, saatlerce kaynatma gibi şeyler yapmıyorum. Siz kahvaltıya geleceğiniz zaman hemen evdeki meyvelerden birazını doğrayıp koyuyorum. Sulu bir meyvaysa hiç su eklemeden, susuzsa az su ekleyerek, 10 dk yüksek ateşte kaynatıyorum. Sonra birebir tozşeker ekleyip 10 dk daha kaynatıyorum. Kapatırken biraz da limon suyu ekliyorum, oluyor işte. Eğer uzun süre bekleyecekse şekerlenmesin diye 1 kaşık votka koyarsın."

Açıkçası şeker ekledikten 10 dk sonra altını kapatmayı gözüm yemedi, fazla sulu gibi geldi, bir 20 dk da kısık ateşte tutma ekledim. Pekala oldu...


İşte sonuç...


Nemo da Shrek'in verdiği homeopatik ilaçla antibiyotiksiz 2 günde iyileşiverdi; şimdi tek derdimiz okulların açılış zamanının yaklaşması.
Dün gece rüyamda üniversitedeydim. Benim sınıf arkadaşlarım mezun olmuş, ben başkalarıyla vize sınavına giriyormuşum. Ne derslere girmişim, ne çalışmışım, öyle tın tın sınavdayım. Ben bir şey bilmiyorum, sınava girmeyeyim diyorum ama son şansımmış, girmek zorundaymışım. Ne sıkıntı, ne kabus...
Bu kabusun nedenini de çok iyi biliyorum aslında. Okulun açılmasına az kaldı diye Nemo’nun morali bozuldu ama benim daha da çok bozuldu. Geçen sene anlatmışımdır, bizimki hemen hiç İngilizce öğrenmeden bu sınıfa gelmiş; yeni okulun seviyesi de çok ileri, dolayısıyla Nemo’nun İngilizce sınav notları 20’lerde. Son 2 ay özel ders aldırmaya başladım ama dersin yarısı Nemo’yu konsantre olmaya teşvik ederek, diğer yarısı da İngilizce oyun oynayarak geçiyor. Temmuz zaten kayıp, Ağustos da ha hu derken geçti. Zaten bende özel derse ayıracak bütçe yok. Yazın okusunlar diye verilen kitap Nemo ‘nun seviyesi için ağır; okumayı denemedi bile. Zaten Nemo İngilizce öğrenmek de istemiyor! Ayrıca ödev verilen kitabı okumamış olmaktan da en ufak bir rahatsızlık duymuyor. Off?!
Bense sanki o sınıfta oturup tek kelime anlamayacak olan benmişim gibi stres içindeyim. Ben ki hayatında sadece bir gün ödevini unutmuş, bunu sabah okul kapısında öğrenince de, ödevsiz olmanın utancıyla baş etmek yerine gerisin geriye eve dönmüş biriyim... Ama strese girmemin dolaylı nedenleri de var. Madem özel derse verecek paramız yok, oturup ben öğretmeliyim. Geçen gün “hadi bir hatırlayalım” dedim, sayı saydık, ben-sen-o... diye saydık, o sırada gördüğümüz nesnelerin isimlerini saydık, hemen cıvıdı. Bak, dedim, işbirliği yapmazsan yine Sibel Öğretmen’i çağırmak zorunda kalırım. Cevap hazır, “onunla da işbirliği yapmayacağım ki”... Yani diyor ki, ben istemezsem bana kimse hiçbir şey öğretemez. Bense başına oturup, onu da masaya oturtup, zorla öğretmeye çalışmak zorundayım. Böyle bırakamam ki... Öğrenmek istesin diye neler demiyorum ki... "Türkçeye çevrilmemiş Simpson, Family Guy, South Park bölümlerini anlarsın, tüm Star Wars kitaplarını tercüme edecek biri olmadan anlarsın..." Nafile.
CD-ROM’lu bir İngilizce öğretme seti tavsiye eden olur mu? Tercihan ilköğretim tedrisatına paralel, oyunlu filan... Türkçe olması da şart değil.

26.8.10

Ada Tatili


Korktuğum olmadı, 6 günlüğüne Ada’ya gitmek tatil yerine geçti... Epeydir “bu yıl tatil yapamadık, çok yorgunum, tatil yapıp dinlenmeden bir kış daha nasıl geçiririm” diye söylenip duruyordum. Temmuz’daki iş yoğunluğu yüzünden çocuksuz tatil zaten yapamadık, Ağustos da geçiverecek derken dördümüz Shrek’in annesinin Ada’daki evine gittik, geçen yazki gibi.
Bu kez daha bir tatil gibi oldu. Nemo geçen seneden bildiği için Ada düzenine alışıktı, sadece bir sabah ben gelmesem diye biraz ısrar etti, çok uzatmadı. Hava da poyraza dönmüş, püfür püfür esiyordu. Hatta haftasonu fırtına derecesinde rüzgarlı, gökyüzü çok bulutlu geçti; canımıza minnet! Denize girdim, çok antrenman gibi olmasa da her gün havuzda 300-500 m yüzdüm, sahilde kitap okudum, hatta son iki gün epey güneşlendim; balkon manzaramızda dolunay bile vardı. Daha ne olsun...
Shrek’in annesi bize yemek yapıp buzdolabında bırakmış; diğer akşamlar sosisli makarna filan yaptık. Yine de çocuklar geçen seneden hatırlayıp mangal yapmak istedikleri için bir akşam da Değirmentepe’deki kazıkçı yerdeydik. Seneye –kazıklanmak yerine- küçük bir mangal ve kömür alıp, evden salata hazırlayıp, kasaptan et, bakkaldan meşrubat, halk tipi piknik yapmaya karar verdik.
Her yer öyle sakin ki... Ben Ramazan’a bağladım, ama Shrek’in dediğine göre Ağustos 15’ten itibaren yazlıkçılar şehre dönmeye başlarmış. Kulüpte de bizim çocuklar bütün gün denizde, havuzda, kah saldan atlar, kah martı kovalarken yaşıtları gölgede iskambil oynuyordu. Doymuşlar tabii güneşe, suya...
Paris’i de götürdük, hiç yadırgamadı, evin her yerini kokladı, Cancan’ın kum kabını buldu, izini bıraktı ve olay bitti. Benim bildiğim kediler evlerine bağlıdır, sahiplerine değil. Bizimki köpek huylu. Kapının önünde bekliyor; açıldığı anda dışarı fırlıyor. Nereye gidersem peşimde, gelip orada yatıyor. Uyurken ayaklarımı pikenin altına sokamıyorum, hemen örtünün altındakini yakalama oyununa başlıyor; ayaklar dışarıda yatarsam sorun yok, ayağımın dibinde uslu uslu yatıyor o da.

Geceleri oğlanları aşağıya, pastaneden veya marketten istediklerini almaya gönderdik. Faytondan başka araba geçmeyen, herkesin geç vakte kadar sokakta olduğu bir yer olması çocukların büyümesine izin vermek için elverişli bir ortam yaratıyor. Sonrasında çocuklar geç vakitlere kadar tv seyrettiler, ben balkon kapısının önünde kucağımda bilgisayar, Shrek yatak odasında kucağında bilgisayar... Ama iş yaptığımı sanmayın, Shrek'in İngiltere'den ithal edeceği organik kozmetik ürünlerinin tercümeleriyle uğraştım. Yaz başında cilt yağı ile gece balsamının tester'larını kullanıyorken "cildiniz ne kadar farklı, ışıl ışıl, farklı bir ürün mü kullanıyorsunuz?" diye soranlar bile olmuştu. 1-2 aya kadar satışına başlayacak. İş yorgunluğuyla pek ilerlemiyordu tercümeler, tatil bu işe de yaradı, içlerindeki bitkilerin, yağların ne işe yaradıklarının anlatıldığı metinleri çevirmiş oldum.
Bir akşam ben tercüme yapıyorken çocuklar da tv'de kainat güzellik yarışmasını seyrettiler. Daha 1-2 gün önce Shrek "kim seyreder, niye seyreder ki?" diyordu. Sabah anlattım, "11 yaşında erkek çocukları seyreder mesela" diye. Hatta puan verirler, favorilerini seçerler, onlar ilk 20'ye, ilk 10'a kalınca sevinirler... Süzmebal sarışınları beğeniyor, Nemo esmerleri (ama zencileri değil). Kazanan Meksika'lı kız benim favorimdi, dereceye giren ve sempati güzeli seçilen Avustralya'lı Süzmebalınki. Nemo çoğunu beğendi, ama Guatemala'lı kızın gece elbisesini özellikle beğendi. Uzaylıların elbiselerine benziyormuş:) Elbisesi fazla seksi, onu seçmezler dedim ama içimden:))
Nemo'nunki

Süzmebal'ınki

17.8.10

Mükemmel İyinin Düşmanı



Olan biteni yazmak istedikçe, yazacak sakin bir aralık bekledikçe, iki satırda geçiştirmeyeyim, güzel güzel anlatayım dedikçe iş çıkmaza girdi, günler geçiverdi.

Ben böyle yaz görmedim, bir yoğunluk, bir koşturmaca... Hem benim geçen sene artan sorumluluklarım, hem yabancı ortağın artık iyice bizi %100 kendi malı gibi yönetmeye çalışması yüzünden sürekli birşeylere yetişememe durumundayım.

Bu yoğunluğa rağmen geçen hafta birkaç gün işe ara verdim. 31 Temmuz’da babasına Nemo'yu saat kaçta getireceğini sorduğumda, geçen sömestre tatilinde (tedbir kararında olmadığı için) alamadığı bir haftayı şimdi kullanacağını öğrendim. En geç Pazar akşamı getir dedim, bir sonraki Pazar dedi; herşey onun keyfine göre olacak ya... Pazartesi savcılığa şikayetimi yapıp bekleyecektim aslında ama Nemo gizlice telefon edip “niye hala buradayım? gel beni al” deyince dayanamadım. 10 gün önce de gizli gizli, internet cafeden aradığında, uzun uzun konuştuyduk; sesimi duyunca “oh, şimdi rahatladım” demiş, “ya babam beni getirmezse” diye endişelerini dile getirmişti.

Avukatların hepsi tatilde olunca iş başa düştü. Bir tam gün Sirkeci Aile Mahkemesi ile Sultanahmet İcra Daireleri arasında git gel sonucunda talimatı aldım, ertesi gün Mudanya feribotu üzerinden doğru Erdek. Aldım oğlanı geldim. Babası da akşamına “iyi niyetimi çok kötü kullandın” diye mesaj attı! Zamanında bırakmamak mı, yoksa misilleme yapmak mı iyi niyet, anlayana aşkolsun!

Böylece Cuma sabahı iki çocuğu da alıp İğneada’ya gidebildik. Geçen sene Shrek'le 1 ay birlikte gittiğimiz tango kursunun düzenlediği bir turdu aslında. Sabahları bir saat ders, geceleri milonga, arada deniz... Biz bu işi pek beceremiyoruz ama yine de eğlenceli. Aşağıdaki çift gibi dans edebilmemiz için daha kırk ders gerekir...


Yüzme kursu şimdilik bitti, Ekim’e kadar paydos, ama kendi başıma antrenman yapacak hale geldim aslında. Hatta geçen gün iş dönüşü Nemo'yla sitenin havuzuna indik (bu yılın ikinci inişi) , saat geç, hava kapalı diye sadece çocuklar kalmıştı. Ben de utanmayı bırakıp boneyi gözlüğü takıp biraz yüzdüm, ama kondisyon hala çok kötü. Bir boy yüzüp nefes nefese kalıyorum. 20’li yaşlarda içtiğim sigaraların etkisi geçmiştir ama yapmadığım sporun etkisi hala sürüyor.
Tatil, gezi ya da aşırı yorgunluk gibi nedenlerle ufak kaçamaklar olunca da, aynı bedende devam... ama yaz başında düştüğüm yerde sayıyorum en azından.

Pazar sabahından beri hasta yatıyorum. Öğleden sonra iyileşir gibi olup ertesi sabah devam eden tuhaf bir gastroenterit. Evde kalınca uzun uzun yazarım demiştim ama nafile...

İşte durumlar böyle...

13.7.10

Yenile(n)me Zamanı


Temmuz aslında dinlenme, enerji toplama ayıdır, ama bende biraz farklı, sürekli yorgun geziyorum, ama hayırlı nedenleri var...
Bugün dördüncü ders de bitti. Son turda artık üç kulaçta bir nefes alarak gidip geldim. Daha doğrusu, gittim, ciğerlerim körük gibi inip çıkmayı bırakana dek dinlenip sonra geldim. Hocalarımıza da helal olsun, topu topu dört derste duruşumu, harketlerimi doğru şekle getirdiler. Hareketi bölerek, sadece ayak, sadece nefes, sadece tek taraftan nefes, sonra sadece öbür taraftan nefes, tek kolla kulaç vs. Eller önde, baş aşağıda nefes vererek ayaklar 1-2-3-4-5-6, kol aşağıda kürek, el kalçanın yanına, nefes almak için göğüs dönsün, dirsek havaya, el gevşek, sonra ileri uzan...
Ama anladım ki, çok kısa mesafe/süre yüzebilmem teknik eksikliğime bağlı değilmiş, kondisyon eksikliğime ve nefesimin yetmemesine bağlıymış. Sağ omzumun içinde kas lifleri kıtırt diye ses çıkarıyor ve dersten sonra en çok sağ omzum ağrıyor. Hoş 2-3 gün her tarafım ağrıyor ya, geçecek geçecek, fotoğraftaki gibi yüzeceğim, hiç durmadan 10 tur gidip geleceğim...
Cumartesi Nemo'nun odasını topladım. Marifetmiş gibi anlatmam boşuna değil, çok büyük bir iş başarmış gibi hissediyorum. Gerçi daha tam bitmedi; Ikea'dan bir raf alıp, bionicle robotlarını ve star wars uzay gemilerini oraya dizip kitaplık raflarını kitapları için açacağım; masasının üstü de boşalacak böylece.
Pazar günü ise tv karşısında ütü yaparak geçti. Böylece yok etmeye karar verdiğim koltuğun üstü boşaldı. Bundan böyle, bekleyen ütüler dolabın içinde bekleyecekler. Eski (eskiden hediye gelmiş, hemen hemen hiç kullanılmamış) yatak örtülerini verilmek üzere dolaptan dışarı çıkarınca açılan yerde.
DVD raflarını karşı duvara geçirdim. Shrek onları duvara sabitleyince içini yerleştireceğim. Onlardan açılan yere de yatak odasındaki kitaplılar geçecek.
Antredeki sabit dolabı ve saloon kapısını söküp götürüp, beyaza boyayıp geri takacak adamı da bugün aradım.
Kendimle gurur duyuyorum...
Çocuklar ortalıkta olmayınca böyle şeylere sarıyor işte insan...

3.7.10

Kesin Karar

Velayet kararı Yargıtay’da onaylandı.
Pek şüphem olmadığı için çok heyecanlı bir haber değil ama yine de bu ülkede belli mi olur, hep bir pay bırakıyordum da, nasıl olsa Nemo benim yanımda, bir şey olup karar bozulsa da dosya döner, yine açılır, iş uzasa da kimse kolay kolay çocuğun yerini değiştiremez diye rahattım. Yine de güzel haber. Bitti artık.
Karar açıklanmadan bir gün önce, geçen Perşembe, yaz tatili için bir ay babasıyla kalma süresi başladı. Sanki şurada 10 gün önce Yargıtay’da hakkımda en olmadık şeyleri anlatan adam o değil; gayet normal bir tavırla arayıp yanına bir rüzgarlık vermemi söyledi. Gelince anladım nedenini, meğer motorsikletle gelmiş Nemo’yu almaya. Yanında yedek kask da getirmiş. Bununla mı gideceksiniz dedim yine de, yok, bu şehirde dolaşmak için, bununla gitmeyiz dedi. Ben Nemo’yu öpüp güzel güzel eğlenmesini diledim, sıkı tutunmasını da tembihledim tabii.
Babayla bir ay arifesinde Nemo biraz endişelendi; Mammut yeniden pedagoga götüreceğini, mahkemeyi kazanacağını, onu alacağını söylediği için geri dönememe telaşı duyuyor tabii. Bunların olamayacağını, kimseden korkmamasını, sadece gerçekten kendi istediği şeyleri söylemesini telkin ettim. Cep telefonumu ezberlediğine emin oldum. Artık büyüdün, başın sıkışırsa beni ararsın, adresi biliyorsun, istersen kalkıp gelirsin bile, kimse seni durduramaz dedim.
Artık büyüdü ama bazı davranışları da öyle çocukça ki… Geçenlerde Shrek söyledi, çocuklar anneden ayrıldığında yaşadıkları travma yüzünden o yaşta takılır kalırlarmış. Elbette akıl olarak ilerliyor ama Nemo’nun bazı duyguları, davranışları 5 yaşında kalmış olabilir mi acaba diye düşününce tüm o biraz farklı halleri yerine oturuverdi. Sözünü hiç sakınmaması, biraz uygunsuz bir lafı karşısındakinin tepkisini hesaplamadan söyleyivermesi, bazı şakaları ayırt edememesi, susadıysa garsondan istemek yerine kalkıp buzdolabından meşrubatını alıvermesi, hala çocuk filmlerini sevmesi, yetişkin filminde sıkılması, sıkıldığı filmden yarıda çıkıp dışarıda beklemeyi tercih etmesi, 5 yaşındaki uyku oyuncağı ördeğini hala yanında istemesi, kendinden küçük çocuklarla daha kolay arkadaş olması, kalabalık grup oyunlarına pek katılmaması gibi… Hiçbiri dünyanın sonu değil, sadece onun sosyal uyumunu zorlaştıran, çevresindeki çoğunluğun onu biraz tuhaf görmesine neden olan şeyler olabilir. Artık benim yanımda olduğuna göre duygusal gelişimine devam edecektir belki. Belki biraz geriden gelip yakalayacaktır hatta.
Süzmebal da bu ay yok; dedesiyle kampa gidiyor. Çocuksuz Temmuz. Benim işlerim çok yoğun, tam bütçe dönemi; Shrek de muayenehanesini bırakıp bir yere gitmek istemediği için baş başa tatil planı yok. Evde yapılacak tadilat işlerinin tam zamanı, ama ona ayıracak bütçe yok. Zaten binanın dışı mantolanıyor; klimaları söktüler, sıcaklarda evde oturmak zor. Bugün (Cumartesi) sabahtan beri matkapla delikler açıp izolasyon plakalarının montajını yapıyorlar. Ben de önce pazar alışverişi, sonra kurutemizlemeciye, tadilatçı terziye uğrama işlerini yaptım, şimdi de sitenin kafeteryasında oturdum, bunları yazıyorum.
İTÜ’de yetişkin yüzme kursu açıldığının duyurusu geldi geçenlerde. Ben geçen sene çok kovaladıydım; ha açıldı ha açılacak derken bir türlü açılmadıydı. Geçen Perşembe başladım. İlk ders havuz kenarında ayak çırpma ve nefes alıp verme. Hocamız benim iyi yaptığımı söyleyip yüzme tahtasıyla ayak çırparak gitmeyi gösterdi. Onu da düzgün yapınca tek başıma gidip gelebileceğimi söyledi. Her sporun başında çok iyiyimdir zaten, sonra bir yerde takılırım, çünkü o noktadan sonra sabırla, ısrarla çalışmak gerekiyordur. Ben başlangıç aşamalarını akıl ve doğal yetenekle hızlı geçip orada kalıyorum. Bu sefer öyle olmayacak! Nasıl yorulduğumu da anlatamam! Havuzun (üstelik küçük havuzun) yarısını gidince nefes nefese kalıyorum. Akşam evde bacak kaslarım seyiriyordu. Ertesi gün (ve şimdi) ise üst sırt ve boyun kaslarım, arka kol kaslarım deli gibi ağrıyor. Haftada 2 olarak kayıt yaptırdım ama galiba haftada üçe çevireceğim. Bu yüzme dersleri arasında yürüyüş yapacak halim bile kalmadığına göre en faydalı sıklık olan haftada üçle hızlı yol alayım bari. Yoksa her ders sonrası kaslarım ağrıyacak anlaşılan…
Saat de 19 oldu; evdeki matkap işi bitmiştir artık. Ben gidip akşam yemeğini hazırlayayım…

23.6.10

44

Dün Yargıtay'da velayet davasının temyiz duruşması vardı.
Ben Pazartesi sabahtan 7 uçağıyla gittim, bizim dağıtım ekibinin takım çalışması, iletişim, problem çözme ağırlıklı eğitimine katıldım. Bütün günü güneş altında geçirdiğim için göğsümde, bir örnek polo tişörtlerimizin yakasından açık kalan küçük v şeklinde kırmızı bir güneş yanığım var. Akşamı da Gölbaşı'ndaki Beykoz Restoran'da geçirdik. Su kenarında, iskele üzerinde, Erzurum'dan İzmir'e, Samsun'dan Adana'ya yurdun dört bir yanından 34 adam, bir de ben yemek yedik. Salı sabahı onlar bölgelerine dönerken ben de duruşmaya gittim.
Benim avukat gelmeyip yeni aldıkları kızı göndermiş. Ben de ilk kez karşılaşıyorum. İyi niyetli, dosyayı okumuş, ama bütün olaylar aklında karışmış, içeride ne diyeceğini sorduğumda duraksayarak genel şeyler söyleyen, çok zayıf, siyah dağınık saçlı bir kızcağız. Mammut da oradaydı. Avukatı yanında yoktu. Hazırladığı bir yazıyı hemen hemen ezberlemiş, az göz atarak bir konuşma yaptı. Özetle "Sayın Hakimler, bu kadın kocasıyla evliyken benimle birlikte olmuş, evli olduğunu benden gizlemiştir; daha sonra kocasından ayrılmasına rağmen bu karakterde bir kadınla ben evlenmek istemedim; ancak oğlumuz doğunca onu nüfusuma geçirdim, soyadımı verdim, kendisine de evlenme teklif ettim ancak o gerek olmadığını söyledi. Bir süre sonra evi terk etti, ben ve oğlum tatil gidip döndüğümüzde evin anahtarlarını değiştirip bizi eve almadı. Ben ve annem 7 yıldır oğlumla Erdek'te yaşamaktayız. Ben üvey baba ve üvey anne ile yaşamanın ne olduğunu çok iyi bildiğimden asla oğlumun böyle yaşamasını istemem. Bu kadın şimdiki kocası ile de birlikte olduğunda adam evli ve çocukluydu. Ayrıldığı karısı bizzat bana bu adamın sinirli, kendi çocuğuyla bile ilgilenmeyen bir adam olduğunu anlattı. Öyle agresif ki önce beni hırsızlıkla suçladı, sonra adliye kapısında üstüme saldırdı; bununla ilgili zabıt dosyadadır. Oğlum hep beni örnek almıştır, böyle olmaya da devam etmelidir. Ben özel olarak talip etmiş olmama rağmen Erdek'teki sosyal hizmetler görevlisinin yerinde incelemesi dikkate alınmamış, çocuk annesinin yanında tatildeyken İstanbul'da dinlenmiştir. Elimdeki bu yazı da oğlumun kendi el yazısıyla, o adamla birlikte yaşamanın nasıl olduğuna dair kaleme alınmıştır" derken tam başyargıç sözünü keserek "bir dilekçeyle dosyaya koyarsınız, okumanıza gerek yok" dedi ve konuşmayı bitirdi.

Bunun üstüne ben kalkıp konuşmak istediğimi söyledim. Hem asil hem vekil konuşamazmış. Tamam, vekilim konuşmasın, ben konuşacağım dedim ve sesim titreyerek de olsa kısa bir konuşma yaptım. "Hazırlıksız konuşacağım ancak bu yalanlarla dolu hikayenin gerçek yüzünü anlatmak durumundayım" deyerek başladım. Dilim döndüğünce "gerçekte oğlum 4 yaşındayken ayrıldığımızda benden intikam almak için oğlumu defalarca kaçırıp uzaklaştırmış, bulamayayım diye başka şehire, kendi orada oturmamasına rağmen, babaannesiyle birlikte yerleştirmiş, savcılığa şikayet edip polis yardımıyla oğlumu her geri aldığımda yeniden kaçırmıştır. Ancak ben velayet için dava açtıktan sonra tedbir kararı sayesinde oğlumu görebilmiş, arada göremediğim uzun zamanlar olmuştur. Oğlum her seferinde mahkemeler ne zaman bitecek, ne zaman beni alacaksın diye sormuştur. Bir yıldır sonunda oğlumla birlikte huzurlu bir hayat sürmekteyiz. Eşim de medeni bir insandır. Oğluma babasından çok daha iyi örnek olacaktır. Dosyada kimin saldırgan olduğunu gösteren pek çok kanıt vardır. Ben oğlumu almaya çalışırken beni darp etmiş, evimi, eşyalarımı kırmış, sulamış, parçalamıştır. Mahkeme çıkışında saldıran da kendisidir. Oğlum okuluna gitmekte, düzenli, huzurlu, mutlu bir hayat sürmektedir. Üstelik herşeye rağmen, ben babası gibi yapmayıp kendisiyle görüşmesini engelememekteyim; tedbir kararı uyarınca haftasonları babasını da görmektedir. Velayetin benden alınması için hiçbir neden yoktur. Yerel mahkemenin verdiği kararın onaylanmasını rica ederim" dedim. Heyecandan ölüyorum sandım. Tabii daha neler neler söylenirdi ama o anda aklına gelmiyor ki...

Çıktığımızda bardaktan boşanırcasına bir sağnak bastırdı. Hemen kendimizi bir taksiye attık. Avukat hanımı adliyeye bırakıp havaalanına gittim. Yolda taksi şöförüyle biraz konuştuk. O da çocuğunu 8 ay annesine göstermemiş. "Mesajlaşırken yakaladım, aslında öldürmem gerekirdi ama babasını çağırıp evine geri gönderdim. Burnu sürtüldü. 65 kilo gidip 48 kilo döndü. Adamı da buldum, görüşmemişler bile, mesaj servisiyle tanışmışlar. Çok makul konuştu, abi evli olduğunu söylemedi bana dedi. Sonunda çocuklar için barıştık, ama hala çok pişman"...

Aslında Pazar günkü 25. mezuniyet yılını anlatacaktım ama Yargıtay hikayesi araya girdi; kronolojik sıraya göre değil, önem sırasına göre anlatmış oldum. Törene bizim şubeden 6-7 kişi ancak geldi. madalyalarımızı, sertifikalarımızı aldık. Yan şubeden bir grup 25 yıl sonra ilk kez beni gördüklerinde "dory gençleşiyor sanki" dediler. Sonra biri "evet, çünkü bir lisedeyken dory yaşına ve hepimize göre çok daha olgundu, şimdiyse bize göre daha genç.. o yüzden bize gençleşiyor gibi geliyor" dedi. Hmm, çok mantıklı...

Bir de, bugün benim doğumgünüm. 44 oldum dolu dolu. Şirkette panoya haftalık doğumgünü listesini astıkları için gören 5-6 kişi, facebooktaarkadaşlardan birkaçı, bir de ablam kutladı. İş çıkışı Nemo'yu almaya gittiğimde annem hatırlamıyordu ama eve dönünce telefonla arayıp kutladı; artık kendimi hatırladı, ablamla konuştular da mı hatırladı bilemem. Ev halkında tık yok... Bir yıl daha yaşlandığımı hatırlatıp üzmek istemiyorlardır:))

19.6.10

Başdeğirmen / İklimler / Karne

Geçen haftasonu Başdeğirmen'e gittik. Karamürsel'den 7-8 km içeride bir alabalık çiftliği. Kocaman ağaçlar arasında kuş seslerinin derenin şırıltısına karıştığı bir yer. Arka kısmında 15 kadar küçük evle bir havuz bulunan bir konaklama tesisi de var. Biz de kalmaya gittik zaten ama çevreden kahvaltıya veya yemeğe gelenler de epey çok. Cuma gecesi gidip Pazar öğleden sonra döndük.

Çocuklar ormanda fotoğraf yürüyüşümüze katıldılar; buldukları dallarla silah yaptılar; birkaç saat havuzda kaldılar; sonra da TV seyredip psp oynayarak günü bitirdiler. Yemekten sonra 3-5-8 oynamayı öğrettik; Süzmebal sabırlı ve daha ilgili, Nemo ikinci tura kadar dayanıp psp'sine döndü.

Alabalık hariç bütüm yediklerimiz çok güzeldi; o da ne yapsan bir şeye benzemiyor zaten. Masaya oturunca hemen salata, bal-tereyağ, fırında kızarmış köy ekmeği, güveçte mıhlama ve kaşarlı mantar geliyor. Sonra ana yemek olarak güveçte alabalık, tavuk ve köfteden birini seçiyorsunuz. Sabah kahvaltısında mantarın yerini sucuklu yumurta alıyor - tabii yine güveçte. Kahvaltının ası güzel bir domates salatası - bol zeytinyağlı; tereyağ, kaymak, bal, çilek reçeli, köy peyniri, mükemmel zeytinler, tadımlık börek ve yine fırında kızarmış köy ekmeği...

Benim için tatil roman okumak demek. Evde işler beklerken ben gidip kendime sakin bir köşe bulup, çayımı alıp roman okuyamıyorum işte; bir tek tatilde okuyabiliyorum. Bu haftasonu da epeydir okumak istediğim bir kitap yüzünden gerçek bir tatile dönüştü: Andre Maurois'nın İklimler adlı romanı. Neden hep aynı duruma düşüp duruyorum diyordum ya, cevabını buldum; ben Isabel'in sınıfındanım da ondan. Odile'den içimde hiçbir iz yok...

Kitabı bana Nemo'nun özel öğretmeni verdi. Onun çok sevdiği bir kitapmış. Ders aralarında, hayattan bahsettiğimiz o 5-10 dakikalık molalarda nasıl bir yoğunluk yakalamışız ki bana verdiği kitap böylesine derinden etkiledi... Bir seferinde (bir ders çıkışında) kitaplardan bahsediyorduk yine; bana "bana ödünç verebileceğiniz bir kitap var mı? şu ara elimde hiç yeni kitap kalmadı" dedi. Ben de içeri gidip kitaplığın önünde durdum; biliyorum ki roman seviyor o da - gözüme Max Frisch'in Stiller'i çarptı, onu verdim. Aynı hikayenin ya da hikayenin farklı bölümlerinin farklı anlatıcıların ağzından anlatıldığı romanlara zaafım var; tesadüfen ikisinde de bu özellik var. Tamamen tesadüf. Stiller'i verdiğimde daha İklimler'i okumamıştım ki...


e-okul çıkalı beri karne heyecanı kalmadı. Nemo'nun karnesinde bu dönem matematik ve fen 5, türkçe ve sosyal 4, ingilizce 2. İngilizce ortalamasını çok aşağı çekmiş ama yine de teşekkür almış. Bugün bütün günü bilgisayar-psp-wii-tv arasında geçirirken pek keyifliydi. Muhtemelen tatil boyunca başka hiçbir şey yapmak istemeyecek. Her akşam eve geldiğimizde Paris'e özeniyorduk ya birlikte, bütün gün evde ve hiçbir şey yapmıyor diye... şimdi sıra Nemo'da.

7.6.10

Mayıs

Yoruldum galiba. Mayısın sıcak günlerinde hep hayalimde tüm gün bir şezlongda yatıp kitap okumak vardı. Sıcak bir havada, geniş gövdeli bir ağacın serin gölgesinde. Ya da deniz kenarında bir çardak altında da olabilir. Okuduğum da mutlaka bir roman olsun. Biraz okuyup, yorulunca kitabı açık şekilde karnımın üstüne bırakıp şekerleme yapayım, sonra uyanıp devam edeyim diye düşlüyordum... Oysa ufukta tatil planı yok. Çocuklar Temmuz'da yok, biri babasında, diğeri dedesiyle tatilde. Shrek işleri yoluna koymadan aklım burada kalır, tatil yapamam diyor... Ağustos'ta Nemo'yu bir İngilizce yaz okuluna göndermek istiyorum. Durum ümitsiz.
Benim cephe aynı; yine çok yoğun, iş yerinde iki satır yazacak zaman bile zor, evde de ben genelde yorgun... Ufak tefek günlük hayat değişiklikleri var tabii...
Enerjimi arttırmak için hafiflemeye çalışıyorum, sebze-salata-meyveyle besleniyorum.
Yarım gün gelip hem evin işlerini yapan, hem de okul dönüşü Nemo'yu karşılayan Emine Hanım işi bıraktı. Artık Nemo okuldan sonra anneme gidiyor, ben iş çıkışı uğrayıp onu alıyorum. Öğretmenlerden birini de anneme yönlendirdim, haftada iki gün biraz daha geç alıyorum. O aralığı da spor salonuna giderek değerlendireyim dedim ama sadece bir-iki kez fırsat oldu, diğerlerinde ya iş uzadı, ya başka bir iş çıktı.
Paris'i veteriner fakültesinde ameliyat ettirdik, mikrop kaptı... antibiyotiklerle, serumlarla ölümden döndü... şimdi iyi. Ameliyat sonrası evde yalnız bırakamayacağımız için Shrek'in annesiyle babası baktı. Gece bile başında nöbet tutmuşlar. Biz de daha sonra onlara giderken Paris'i de götürdük; bu kez gezmeye..Öyle sevindiler ki anlatamam. Onların kedisi Cancançok sevinmedi, ama sesini de çıkarmadı.


Nemo geçenlerde bir haftasonu babasına gitmek istemediğini söylüyordu; ben de nasıl istersen, ama babana bunu söylemen gerekir diyordum. Cumartesi sabahı babasıyla olan sms diyaloğumuzdan sonra o da konuştu, iyi hissetmiyorum, hastalanıyorum, midem bulanıyor sözlerini duyunca yalan söyleyip sorunu erteliyor, çatışmadan kaçınıyor sandım; ama bir de baktım gerçekten hasta, ateş 38,8'a kadar çıktı gün içinde. O aralar bir salgın enfeksiyon varmış zaten, yüksek ateş, mide bulantısı, kusma ile seyreden; Nemo'da da hepsi vardı. Bende de başağrısı ve hafif boğaz ağrısı... Anne-oğul başbaşa evde kaldık... Doktorumuz da seyahatte olduğu için bol sıvı ve parasetamol ile iyileşmeyi bekledik.

Sonra Nemo 4 otobüs dolusu 5.sınıf öğrencisi ile Ankara'ya gitti. Akşam ve sabah öğretmeninin cep telefonundan konuştuk; 1.gün şehri gezmişler, çok yorulmuş, çok da sıcakmış. 2.gün Anıtkabir'e ve Meclis'e gidip akşam da döndüler.
Sanırım tipik bir erkek annesi olarak bir gece önce o oyun oynarken ben çantasını hazırladım; harçlığını pantolonunun fermuarlı ceplerine paylaştırdım; yalvar yakar banyoya soktum; bütün bunlar da "minik oğlum büyümüş de tek başına seyahate çıkarmış heyecanı" içinde...
Arkadaşlarından ayrılmamasını, molada indiği otobüsü iyi bellemesini, oyalanmadan otobüse dönmesini, otelde eşyalarını unutmamasını tembihleyip durdum.
Nemo ise hem durumun keyfini çıkardı, hem de gülerek "anne, kediyle konuştuğun sesinle konuşuyorsun benimle" dedi.
Ne tuhaf değil mi? 6 seneyi uzakta geçirdik, ama bir geceliğine seyahate yollarken heyecanlanıyorum...
Arada keyifsiz, yoğun, yorgun haftalar da geçiyor. Bazı günler yazacak olsam, kapkara ve umutsuz bir dünyadan şikayetler okurdunuz. Herkesin hayata öğrenecek bir ders için geldiğine, ve öğrenene kadar tekrar tekrar aynı dersten sınava girmeye devam ettiğine dair sızlanacaktım.
Aslında cevabı da bildiğimi sanıyorum, kendi gündemini yaşamak gerek... ama işte, bilmek başka, yapmak başka.
Ertesi gün ise, mesela fabrikada yeni bir proje lansmanı yapılacak; öğleden sonra bahçede müzik, panayır abur-cuburları olacak; proje görsellerinin basılı olduğu defterler dağıtılacak; müdürlerin bu işi sahiplendiğinin, desteklediğinin gösterisi olarak da takım üyeleriyle bir örnek tişörtler giyeceğiz diye kot pantolon, kırmızı spor ayakkabı giyip, kırmızı küpelerimi takıp işe gidiyorum ve nasıl keyifle dolaşıyorum anlatamam...

Arada bir, birkaç gün "sabahları sıcak su içinde 2 çorba kaşığı elma sirkesi-1 çorba kaşığı bal, 2-3 saat sonra bir elma" kürü uyguluyorum; o da iyi geliyor.

Bazı haftasonları ise ev işiyle geçti. Yazlık-kışlık dolap operasyonu, 3-4 çeşit sebze pişirip buzdolabına atma (normalde pek huyum değildir), biraz ütü derken gün bitiyor zaten. Bu tip işlerin de kendine has bir dinlendirici tarafı var doğrusu. Haftaiçi akşamlarında -koşu bandında da olsa- yürüyüş zamanı arttırmaya yaraması da cabası...

Bir haftasonu kapalı havaya, hatta zaman zaman yağmurlu havaya rağmen Kefken'e gittik. Otobandan değil de Polonezköy-Şile-Ağva üstünden gidelim dedik; orman içi yollarda, bir anda şehirden çok daha uzakta, tatilde hissinden ben hoşnuttum ama yol 3 saat sürüp bir de son kısmı virajlı olunca çocuklar yoruldu. Yazın arabayla güneye insek ne olacak dediğimde bir ağızdan "arabayla mı? niye uçakla değil?" dediler...
Karadeniz'in daha zamanı gelmemişti. Tek açık yer Liman otel olunca, yatak büyüklüğündeki odada sabaha kadar üşüdük. Sabah pembe kayalarda fotoğrafçılık oynarken yağmur yağması da teknik açıdan hoş olmadı, ama bu kez de çocuklar çok eğlendi, yaza yine gelelim, kayalardan denize girelim, yengeç yakalayalım diyorlardı. Biz ışıksız fotoğraflarımızı çekip Cumartesi öğlen dönüşe geçtiğimizde de arkamızdan güneş açıyordu...

Geçen hafta enerjim yükseldi, Nemo'nun hocasının anneme gittiği, benim oğlanı daha geç aldığım günlerde iş çıkışı spor salonuna gitmeye başladım (daha 2 kez oldu ama olsun). Gittiğim yer de Kalender orduevinin Ferahevler sırtlarındaki kartal yuvası gibi tesisi. Amiral çay salonuyla subay çay salonu arasında, panoramik boğaz manzaralı, bomboş (en fazla bir emekli paşa) bir yer. Aletler biraz eski model ama temiz. Salonda çalışmak biraz sıkıcı ama şimdi yeni heves, manzara filan, çıkarken çok iyi hissediyor insan...
Benim peder asker emeklisi bir çocuk doktoruydu; doğduğum sene ordudan ayrıldığı için ben hiç asker çocuğu gibi hissetmedim. Annem sevmez diye kamplara hiç gitmedik. En fazla Sarıyer orduevinde bir akşam yemeği veya Kalender'in havuzu... Kurallarından sıkılır sevmezdim, ama artık o kurallı, korunaklı durum şimdi hoşuma bile gidiyor... kesin yaşlanıyorum!

Geçen hafta -2 senedir ilk defa- lise arkadaşlarıyla buluştuk. 20 kişi toplanarak bir rekor kırıldı. İki hafta sonra da mezunlar gününde 25.yıl plaketlerimizi alacağız. Tuhaftır, kızlar çok iyi durumda, hatta eskisinden de güzel; erkeklerin ise yarısı aynı kalmış, diğer yarısı göbekli, beyaz saçlı -o da kaldıysa-, hatta saçları dökülmüş bir halde...
Bu da züğürt avuntusu!

27.4.10

Nisan

Günler iyice uzadı. Akşamın geç gelmesi, havanın bir türlü kararmaması, yeni günlük düzenimize iyi denk geldi. Emine bizi bırakalı 1 ay oldu. Bulaşık makinası bozulduktan birkaç gün sonraydı. "Dory Hanım, bu makinayı yaptırmayacak mısınız? Kollarım ağrıyor bulaşık yıkamaktan" dedi önce. İki gün sonra da yılbaşında zam yapmayışımı bahane edip ayrıldı. Zaten Aralık başında işe başladıydı. Bütün aldığı kiraya gidiyormuş, elinde hiç birşey kalmıyormuş...

Bulaşık makinasının yurtdışından beklenen parçası hala gelmedi. Kaç haftadır, önümüzdeki hafta Salı gümrükten çekilecekmiş deyip duruyor servis. Ben anne evinde ev işlerine yardım eden bir kız değildim; annem istemezdi, tek sorumluluğum ders çalışmaktı. Evlendikten sonra kayınvalidemin yazlığında bulaşıkları yıkardım ara sıra, ondan görüp öğrenmiştim, pilav yapmayı ondan öğrendiğim gibi. Anne evinde bulaşık yıkamayı öğrenmeyince mutfağı sıfırlamayı da pek beceremiyor insan. Hani yemekten kalkınca 10 dk sonra tezgahın üstünü bomboş, tertemiz yapan kadınlar vardır, hep özenmişimdir... Emine gidince, Nemo da okul çıkışı Süzmebal'ın servisine binip annemin evine gitmeye başladı. Ben de iş çıkışı uğrayıp oradan alıyorum. Hatta haftada iki gün gelen öğretmen de oraya gidiyor. Ben de haftada iki gün iş çıkışı spora giderim diye düşündüm ama hep bir şey çıktı, ya işten saatinde çıkamadım, ya bir acil iş vardı... Bu hafta bir şey çıkmaz da başlarım umarım.
(Ben yazıyı yayınlayana kadar çıktı bile; bu hafta da sporsuz geçti.)

Geçen haftalarda uğraştığımız şeylerden biri de Paris'in ameliyatı, daha doğrusu sonrası oldu. Dikişleri alınana kadar bakmaları için Shrek'in annesine bırakmıştık. İlk iki gün her şey normal gibiydi, ama sonra durumu kötüleşti, hiçbir şey yiyip içmemeye başladı; ateşi çıktı, kustu, bir deri bir kemik kaldı. Tablo, peritonit, yani karın zarı iltihabına benziyormuş. Shrek ona serum verdi, antibiyotik iğneleri yaptı. Shrek'in annesi Paris'i veterinere taşıdı, babası sabaha kadar başında bekledi, sonunda küçük hanım hayata döndü. Şimdi evde, eskisinin iki katı mama yiyor, gücünü toplamaya çalışıyor.


Yukarıdaki fotoğraf Nemo geçen Pazartesi yataktan kalkmayı reddedip okula gitmediğinde, ben üstündeki yorganı alıp, hatta pijama altını çıkarıp o gün okula giderken giymesi gereken eşofman altını giydirdikten sonra bile yatmaya devam ederken Paris'in gidip yanına yerleşmesinin resmidir.
Kedimiz olmasına hala tam alışamadım; ütü masasında uyuduğunda, elbise dolabının üstüne sıçradığında, Nemo'nun masasındaki çanaktan yeşil erik çalıp top gibi oynadığında hala şaşırıyorum.
Nemo normal, okula gitmeyi sevmeyen, genellikle söylene söylene kalkan, ama akşamüstü okudan neşeli dönen bir çocuk. Ödevlerden, sınavlardan nefret eden, ödev yapmak dışında ders çalışmayan, aklı sürekli oyunda bir çocuk. Geçen Pazartesi yaptığından sonra bir hafta bilgisayar, wii ve psp'den men cezası aldı, ama bunun ceza değil, yaptığının sonucu olarak algılaması için her "psp'm nerede?" dediğinde "okulda" dedim. Okula gitmediği için ben de işe gidemedim; birkaç önemli toplantı kaçırdım. Benim için de bir tür ruh terbiyesi oldu gerçi; ben yokken de işlerin süreceği fikrini sindirmeye çalıştım...
Pek ilginç bir şey yapmıyoruz. Arada sinemaya gidiyoruz. Görüştüğümüz iki çocuklu bir aile var. Shrek Süzmebal'ın gelmediği haftasonlarını muayenehanesinde geçiriyor. Haftaiçi de 9.30'da geliyor, akşam yemeğini o geldikten sonra yiyoruz.
Ben sonunda aynı 2 kiloyu alıp vermekten kurtuldum, biraz daha aşağıdaki bir kiloyu alıp veriyorum; daha doğrusu başlangıca göre -4 ile -5 arasındayım. (Ama hala iki yaz önce indiğim yerde değilim) Çevremde beni görüp "demek mümkünmüş" deyip diyete başlayan hanımlar çoğalıyor. İşten iki arkadaş, Nemo'nun İngilizce öğretmeni... En önemli fark, sadece sebzeyle sofradan kalkabilmeye, kahvaltı veya ara öğün olarak sadece meyva ile yetinebilmeye başlamam oldu. Ve açlığı hemen giderilmesi gereken bir durum değil, hayattaki durumlardan biri olarak görmek...
Geçen sefer Mammut Pazar gecesi Nemo'yu bırakırken "ben annene bir şey diyeceğim" dedi, Nemo da sitenin kapısından eve doğru yürüdü. Çocuğa tişört alırken üstünü çıkarmak istememiş, elleriyle üstünü kapatmaya çalışıyormuş, onun yanındayken örnek oluyormuş, kendi koşuya çıktığında yanında bisiklete bindiriyormuş; kendine kalsa hiçbir şey yapmak istemeyecekmiş; zaten top oyunlarını beceremiyormuş, yakında bir spor salonu filan yok muymuş, oraya götürseymişim, hiç olmazsa bantta yürüseymiş... Genel olarak katıldığımı, fakat bu yaştaki çocuğun yürüme bandında yürümekten sıkılacağını, ancak oyunlu bir spora teşvik edilebileceğini, ama onu da istemediğini filan söyledim. Bir sonuca bağlanmadan, havada bitti konuşma. Sonradan Nemo anlattı; meğer "benimle kalmak istediğini söyleyeceksin" diye bağırmış. Çocuk şimdi babasına gitmek istemiyor tabii.
İşte böyle geçiyor günler...

28.3.10

"Stupid and boring bitch"

Gecen haftasonu Shrek Çarşambadan itibaren yurtdışında bir seminerdeydi; Cuma akşamı annem Nemo'yu görmeye bize gidince akşam programı olarak çıkan iş yemeğine katıldım ben de. Eve 11 gibi gidince de annem bizde kaldı. Cumartesi sabahı Nemo'yu babası aldı; ben de annemle ilgilendim, önce kendi kuaförüme, sonra Ikea'ya götürdüm. Öyle yorulmuşumki erkenden, TV karşısında uyuyakalmışım.
Pazar sabahı Sarıyer sırtlarında oturan bir arkadaşımla (yine liseden) kahvaltı programı yaptık. Garipçe'de arabayı park edecek yer bile olmadığından (meğer bir hafta önce bir gazetenin haftasonu ekinde çıkmışlar, herhalde o yüzden İstanbullu istilasına uğramışlar) biz de arkadaşımın bildiği, Demirciköy'de salaş-sosyetik bir yere gittik; deniz kenarında olmak öyle güzeldi ki aşırı kalabalığı, vasat servisi, otoparka çevirdikleri çayırda çamura saplandığımda bir el atmak için yarım saat bekletmeleri bile aldığım zevki gölgeleyemedi.
Cumartesi sabahı Nemo'yu babası sabah arayıp "kaçta alayım" dediğinde telefonu Nemo'ya verdim, 10.30 diye konuştular; "ne zaman bırakacakmış?" dedim, Nemo'ya Pazar akşamüstü dedi. Sonra da 10.30'da geldi, sitenin giriş kapısına çıkardım, 5 m uzaktan bıraktım, sarılarak selamlaşıp gittiler. İcraya gerek bırakmadan verdim diye Shrek'in kızgınlığı ve daha önce bana kızıp da çözemeden geçiştirdiğimiz tüm diğer konular da su üstüne çıkmış, cep telefonu mesajlarıyla dışa vurulmuştu; o yüzden kız arkadaşlarla hayat, erkekler ve ilişkiler üzerine konuşmak da fena gelmedi. O an çok özel ve önemli gelen şeyler, benzer kaderleri paylaşanlarca önemsizleştirilir ya...
Oğlan pazar akşamı 21.30'da, Shrek Pazar sabaha karşı geldiler ve eski rutinimize döndük.
Nemo babasıyla Bandırma'ya gitmiş, Tatlısu'daymışlar, kumsalda güreşmişler, elinde deniz kabukları, manyak diye bir derginin eski sayıları, akşam 9.30'da geldi bizimki. Baktım cinsel içeriği çok fazla, hiç yaşına uygun olmayan şeyler, Nemo yattıktan sonra attım gitti. Aklı sıra gözü açık çocuk yetiştirecek...
Pazarı çoluksuz çocuksuz geçirmek ve görüşmek üzere arayacak tek bir arkadaşımın olduğunu fark etmek (evli-çocuksuz ve kocasını evde bırakıp çıkan tek arkadaşım demek daha doğru aslında) bendeki yalnızlık korkusunu depreştirmiş olsa gerek ki facebook'ta davet gönderen, lisedeyken yüz aşinalığı düzeyindeki birkaç tanıdığa cevap verip sohbet başlattım. İlk başta bir heves sanal sohbete başlanan, sonra araşıp görüşmeden sönüp giden arkadaşlıklardan olmaması için zaman ayırmak lazım... Biri yelken yapıyor -ilk evliliğimin spor dalı-, diğeri erken emekli bir Almanca öğretmeni, hem de 10 yaşında oğlu var...
İşte böyle geçti haftasonu. Bu hafta iş yine yoğun ama hiç olmazsa gece evde devam etmeyi gerektirecek kadar değil... Bu haftasonu da ana-oğul başbaşa geçireceğiz; Shrek İzmir'de olacak, haliyle Süzmebal da gelmeyecek. Haftaiçinin "ödevin var mı - sınav nasıl geçti - özel hoca geldi - özel hoca gitti - yemek hazır - oyuncaklarını topla - yatma vakti" rutininden çıkmak için iyi fırsat...

* * *

Bunları yazmışım geçen haftanın başında. Toparlayıp yayınlayacak fırsat olmadı. Bu haftasonu için program yapmaya çalışıyordum bir yandan da ama Cuma akşamı Nemo elinde bir doğumgünü davetiyesi ile geldi; böylece Cumartesi'nin esas programı 13.00'teki bowling partisi oldu. Annelerle sohbet etmek benim de hoşuma gitti doğrusu, bırakıp sonra almaya gidebilirdim yoksa.

Partiden sonra aynı binadaki sinemaya gidelim diye konuştu çocuklar, ama tabii kimi "bilsem eşimle gelirdim" dedi, kimi "kardeşi yanımızda olmasa belki" dedi, sonuçta çocuklar 16.00 gibi dağıldı. Biz biraz kitapçı, pet shop, oyuncakçı gezdik, oturup bir şeyler içtik, "Eyvah Eyvah"a girdik. Komedi Türk filmleri normalde benim aklıma bile gelmez ama çocuklar gidelim dediğinde diğer anneler çok iyi olduğuna dair yorumlardan bahsedip kendilerinin de gitmek istediklerini söyledikleri için biraz da meraklandım. Gerçekten de çok hoşuma gitti. Çanakkale Geyikli'de başlayıp İstanbul'da süren bir hikaye. Ata Demirer ve Demet Akbağ elbette çok iyiler. Her şişman komedyenin Recep İvedik gibi kaba bir ayı değil, tam tersine, saf, duygulu bir müzisyen de olabileceğini gösteriyor ayrıca. Bazı yerlerinde gerçektenm çok güldüm. Hele Nemo bir ara katılacak zannettim. Bir kısmını da koluma girip başını omzuma dayayarak seyretti.
Nemo bir yandan çocuksu, iyi niyetli, dobra, bir diğer yanıyla da kurnazlık yapmaya meyilli. Cumartesi-Pazar benim uyumamı bekleyip 01.00'deki Family Guy'ı seyretmek üzere kalkmaya çalışıyor mesela. Ben de çalar saatini alıp öyle yatırdım, nedenini sorduğunda da "benim uyumamı bekleyip kalkmayasın veya sabah 6'da uyanıp tv seyretmeye kalkmayasın diye" dedim. Beni kandıramadığını görürse vaz mı geçer, yoksa yeni yollar mı dener acaba?
Cuma günü müdür yardımcısı arayıp okula çağırdı. Nemo'nun bir Türk, bir yabancı İngilizce öğretmeni var. Yabancı öğretmenin dersinde kendilerini, o günlerini anlatan bir mektup yazmaları gerekiyormuş. Benimki kırık dökük bir İngilizceyle o günkü İngilizce dersinin aptalca ve sıkıcı olduğunu yazıp Türk öğretmen için gayet argo ve kötü bir şey yazmış. Yanında oturan kız bunu görüp öğretmene söylemiş. Öğretmen sınıf öğretmenine ve müdür yardımcısına söylemiş. Bu arada hakaretin gerçek hedefi öğretmen de olayı çocuklardan duymuş. Yabancı öğretmen haftasonu diğer öğretmene bir özür mektubu yazmasını istemiş. Sınıf öğretmeni konuştuğunda da Nemo hiç pişman görünmüyormuş, "bu kadar büyütecek ne var ki" tavrındaymış. Aslında 5.sınıflarda disiplin kurulu olmamasına rağmen bir mizansen kurup disiplin kuruluna çıktı gibi yapacaklar, ceza vereceklermiş. Okulda bir saat fazla kalıp öğretmenlere niye saygı göstermeliyiz konulu kompozisyon yazmak gibi bir şey olurmuş. Orada konuşurken destekledim bu fikri. Genetik altyapıda bulunan olayları sadece kendi bakış açısından görme, sevmediğine aklına eseni yapma, sonucunun olacağını hiç anlamama, hatta yaptığıyla karşılığında gelen tepki arasındaki ilişkiyi görememe gibi olgular ortaya çıkıyor diye korktum. Sonra Cumartesi diğer annelerle konuştuk; onlar pek o kadar ciddiye almadılar. "Ne var, çocuk duygularını ifade etmiş" dediler hatta. Öğretmeni onlar da biraz sert ve sevimsiz buluyorlarmış. "Geçen seneki olsa çok farklı olurdu, bütün sınıfa İngilizceyi sevdirdi" dediler. Benim de aklım karıştı. Yoksa ben otoriteye boyun eğip öğretmenlerin aşırı tepkisini sahiplenmiş mi oldum? Cuma akşam eve gittiğimde Nemo'yla konuştum tabii. "Bana anlatacak bir şeyin var mı?" diye başladım lafa. Tabii hemen anladı bildiğimi. Bana çok "farkında" cevaplar verdi, okuldaki gibi "hiç de pişman olmamış" tavrı yoktu. Hemen, sıcağı sıcağına özür mektubunu yazmaya gönderdim. Öfledi pöfledi ama odasına kapanıp 5-6 cümlelik bir mektup yazıp çıktı. Özür dilemeyi öğretmek lazım... Özellikle de erkeklere.

15.3.10

Paris





İşte Paris böyle bir kedi...





2.3.10

Parti

Hikayenin sonrasını merak edenler için: Ekabir bey Nemo'yu Pazartesi 4. derste okula bıraktı. Sabah 7.30'daki feribotla gelmişler. Nemo okuldan onu kandırarak çıkardığını, arabaya kadar gel, oltanı vereceğim dediğini söylüyor ama işbirliğine mazeret uydurur bir havada. Ben okula dilekçe verip, nasıl olup da benim iznim, onların bilgisi dışında çocuğu çıkarır diye sordum; cevaben yazdıklarını ekleyerek savcılığa şikayet ediyorum. Bu arada benim çocuğu göstermediğimi iddia ederek Cuma okuldan almak için ihtiyati tedbir istemişler; ilk celsede reddoldu.

Bu olay gündemden tam düşmeden, ve Shrek'in kızgınlığı geçmeden, parti hazırlıklarına başladım. Hem geçen yazdan sözünü aldığı velayet partisi, hem sünnet, hem 5 Mart'ta doğumgünü olması (ve babasının alma hakkı olan haftasonuna rastlaması), hem de ablamla eniştemin o haftasonu İstanbul'da olmaları nedenleri birleşti, Pazar günü ona bir parti verdik. Tema elbette Star Wars'tu. Okul arkadaşlarını çağırması için Star Wars temalı davetiye hazırladım.


Sitenin restoranı gibi işleyen bir bahçe kat dairesini ayarladım. Euroflora'ya gidip bir rulo siyah tela, bir rulo saks mavi tül, yıldız süsler, balonlar aldım. Yakınlarda bir anne-kızın işlettiği, ev yemekleri yapan dükkana çocuklar için kakaolu topkek ve mini pizza, büyükler içinde kısır ve zeytinyağlı yaprak sarma ısmarladım. Ayrıca büyüklere Sini'den iki tepsi börek söyledim. Birkaç çeşit cips, birkaç çeşit dip sos, kokteyl sosis-mantar-domates-ikea köfte-sarı/kırmızı/yeşil biber şişleri... R2D2 çikolatalı pasta yaptım. Hafif ıslak keki, yoğun çikolata tadı, arada çikolatalı krema ve vişne ile klasik doğumgünü pastası tarifimi uyguladım, ama artık şu şeker hamuru işini öğrenmem lazım. Üstünü kaplamak için beyaz çikolata kullanmayı düşündüm ama resmen açık sarı olduğu için R2D2 için uygun olmadığını anlayıp royal icing kullandım. Özellikle bir gün önceden süslemek için uygun bir seçim oldu ama pastaneler gibi pürüzsüz sıvayamadım tabii.


Pazar sabahı gidip çocuk masasını süsledim. Balonları şişirme işini Süzmebal, kartona bastığım Klon savaşları maskelerini kesip cama yapıştırma işini biraz erken gelen bir arkadaş üstlendi. Partiye 1 saat 15 dk kala ancak eve gidip bir duş alıp, saçımı kurutup, giyinip, az makyaj yapıp, evdeki fırından sosis şişleri alıp partiye atabildim kendimi. Biraz erken gelip çocuğunu bırakan anneleri kaçırdım, ama sınıftan iki anne - bir baba, servis arkadaşlarından da bir anne ve bir anneanne parti boyunca kaldı. Bizim çocuksuz/çocukları büyümüş arkadaşlarımızdan da gelenler vardı; Shrek daha çok onlarla ilgilendi. Ben herkesle ilgileneyim derken kimseyle ilgilenemedim. Gayet güzel ve başarılı bir parti oldu bence. Sınıf arkadaşlarıyla kaynaşmasına da yardımcı oldu ayrıca. Bir ara "bu hayatımdaki en güzel parti; daha öncekilerde hep babamdaydım" derken duydum. Parti dağıldıktan sonra bir arkadaşı eve geldi, babası alana kadar yarım saat da evde oynadılar. Yine gelecekmiş. Yani herşey yolunda...

Gece Nemo "bu kadar güzel bir günün arkasından yine kötü bir okul haftası" geleceği için kızgınlıkla ağlayarak yattı. "Keşke onu yaz tatilinde doğursaymışım"... Öyle ısmarlama olmuyor bebeğim. Bak benim doğumgünüm yaz tatiline rastlardı, hiç okul arkadaşlarımla kutlayamadım. Herkes tatilde, yazlıkta olurdu. Zaten o zaman herkesin evinde telefon bile yoktu; arayıp çağırmak bile zordu. Tabii bunları söylemenin, ertesi gün okula gidecek diye kızgınlıkla söylenen bir çocuğa faydası olmuyor... Yine de güzel bir gündü.

Çocuk partisi yapacaklara not: önce sosisli mini pizzalar, sonra sosis şişler, en son da kakaolu muffinler bitti, ama büyüklerin masalarındaki cipsleri daha erken fark etselerdi olay daha farklı gelişebilirdi...

22.2.10

Hikayeye Heyecan Gerek (mi?)

Son yazımı yayınladıktan sonra Shrek okumuş meğer, bana "e Mammut'un icrayla gelişini filan yazmamışsın?..." diye sordu. "Hikayenin en heyecanlı yerlerini anlatmazsan, hikayede kan ve gözyaşı olmazsa sürükleyici olmaz ki..." Halbuki olanlar benim aklımdan tamamen çıkmıştı o sırada. Bu problemler, mahkemeler hayatımdan çıksın istiyorum ya, herhalde aklımdan uzak tutuyorum olabildiğince.
Mammut efendinin mahkeme kararını gidip kalemden alışı Şubat tatilinin 3 gün öncesiydi. Kararın kesinleşmesi de bundan 15 gün sonra olabiliyor; o da temyiz etmezse. Karar kesinleşene kadar -yani temyiz etmezse 15 gün sonrası, ederse yargıtay'da onaylanması- kararda yer alan tedbir kararı geçerli. Ana karara göre Şubat tatilinin ilk haftası alma hakkı var. Ama tedbir kararına göre yok. Tabii Mammut rahat durur mu, İcra müdürünü kandırıp -ya da başka bir şey yapıp, artık bilemiyorum- kesinleşmemiş kararı icraya koymuş, Şubat tatilinin ilk haftası icrayla çıktı geldi. Daha doğrusu önce annemin evine gitmiş, ertesi gün bize geldi. Ben işte, çocuklar başka bir yerde olduğu için eli boş döndü. Benim avukatım da kararın iptali için İcra müdürü ile konuştu, ama icra müdürünün kendi kararını bozma yetkisi yokmuş, Aile mahkemesi bozabilirmiş. Dolayısıyla hem icra müdürünü, hem de Mammut'u şikayet ettik ki hakim karar versin. Hoş icra kararları bir kerelik oluyor, yani o kararla gelip de bulamazsa yeniden çıkartması gerekiyor. E oyunu ortaya çıktığı için de tekrar icra kararı çıkarttırması imkansız olduğundan tatilin sonrasında gündemden düştü.
Ama olaysız günler çok uzun sürmedi. Haftaiçinde bir tebligat geldi. Mammut efendi Şubat tatilinde alamadığını gerekçe göstererek Cuma günü okuldan teslim almak üzere ihtiyati tedbir kararı talep etmiş. Mahkeme de bu talbi ne yapacağını bilemeyip tebliğ etmiş herhalde. Tutar tarafı yok ki... İhtiyati tedbir tebliğ edilmez. Şubat tatilinde alma hakkı yok zaten. Şubat tatilinde almak için tatilin ortasında okuldan teslim olmaz (?!?). Saçmasapan bir durum yani...
Ama taktı ya kafayı Cuma okuldan almaya, eminim kendini de çok haklı görüyordur, Cuma öğlen aradı, "ben bu haftasonu Nemo'yla birlikte olacağım" dedi. "iyi, Cumartesi 10'daydı değil mi?" dedim. "Yok ben aldım zaten Nemo'yu, Pazartesi sabahı okula bırakırım" dedi. "Haftasonu ödevleri var; İngilizce hocası gelecek..." derken ben, "ödevleri temizlikçiyle yapar artık" dedi ve kapattık. Hemen okul müdür yardımcısını aradım. Nemo öğle tatilinden sonra derse gelmeyince çocuklar öğlen yemekhanede babasıyla gördüklerini söylemişler; öğretmen de müdür yardımcısına haber vermiş; o da okulun içinde Nemo'yu aramış. Hatta o gün maç olduğu için spor salonuna bakmış, baba-oğul maç seyrediyor olabilirler diye düşünmüş... Ben aldığım telefonu anlatınca çok şaşırdı tabii. Güvenliği delip de çocuğu nasıl dışarı çıkardı diye... Ben hemen okula gittim; hem müdür yardımcısı, hem müdürle konuştum. Müdire hanım, okulun kurallarını hiçe sayıp, kimseye haber vermeden çıkıp gittiler diye hem babasına hem Nemo'ya kızgın; anladım ki geçmiş hikayeyi bilmiyor, kısa bir özet anlattım. Nemo'yla konuşurken babasına karşı duramaması, ona karşı duyduğu içsel korkuyu ve nedenlerini dikkate alsınlar diye... Yanında çocukla dışarı çıkabilmesi için arabanın içinde saklayarak çıkarmış olabilir sadece, yoksa izin kağıdı sorarlar. Müdire hanım babanın resmini getirin, güvenliğe verelim, gelirse gözümüz üstünde olsun, bir daha böyle bir şey olursa bütün güvenlik işten atılır dedi.
Avukatı aradığımda, bu haftasonu tedbir kararına - ya da ana karara- göre Cumartesi sabah 10'dan Pazar 17'ye kadar alma hakkı olduğu için çok büyütmeyelim, bir daha yaparsa şikayet edeceğinizi söyleyin dedi. Hoş mahkeme kararına uymadı diye icraya şikayet ediyorsunuz, aylar sonrasına duruşma günü veriyor, o da yıllar sürüyor. Ama tabii Mammut da karara uymamak, kendi bildiğini okumak konusunda ısrarlı, şikayet edilmezse bir sonrakinde daha da azıtacak...
Shrek "hemen savcılığa gidip çocuk kaçırma suç duyurusunda bulun" dedi. Ben yavaştan alınca da çok kızdı. O adamın istediğini yapmasına göz yumarak zayıf davranıyormuşum. Diğer söylediklerini burada tekrarlamak istemiyorum.
Haftasonu gündemi de işte bunlarla doluydu.
Ha bu arada neredeyse unutuyordum; Cuma günü avukatı aradığımda öğrendim, şu bizim darp davası karara bağlanmış, suçlu bulunmuş, Mammut 400 tl para cezası almış. 13 Kasım 2003'te olmuş olay, 2004 başında açılmış ceza davası sonunda sonuçlandı. Biraz daha gecikse zaman aşımına uğrayacaktı zaten...

15.2.10

Kızım:)

Sesimin çıkmaması esas olarak iş yoğunluğundan, büyük şirketlerin insanın üstüne iki kat iş yükleyip, mevki verip -ama ona göre para vermeyip- posasını çıkarmasından... Üç yıl sonra, çocuklar liseye geçerken, hala belimizi doğrultamadıysak, gidip Urla'da lokanta açalım dedim geçen gün. Muhtemelen cesaret edemeyiz ama bir çıkış yolu olması fikri bile iyi geldi... Neden Urla derseniz, aslında öylesine aklıma geliverdi... Şimdi düşününce, ne kuzeyde, ne fazla güneyde, mevsimi uzun, ama aşırı sıcak değil, İzmir'e yakın, yolu kolay, hem denize hem toprağa dönük, aşırı turistik değil, tatile gitmek aklıma gelmez, bu yüzden de yaşamak için aklıma geliyor sanırım... Lafın gelişi işte.
Bu rutin stresle baş etmek için spor yapmam, gıdama dikkat etmem lazım. Cumartesi sabahı onları evde bırakıp yüzmeye gideyim, dönüşte ekmek-gazete alıp geleyim, kahvaltıya beni beklemiş olsunlar diye hayal ettim. Onun yerine bir haftadır yürüyüş bandında 45-50 dk yürümeyi başardım, sevimsiz filan ama hiç yoktan iyidir. Eğlenceli, hafif bir film koyuyorum, iki gün idare ediyor...
Shrek de bu arada, ev hayatının onun için rahatlığını kaybetmesini pozitife çevirmeye karar verdi, sosyalleşmeye, tanıdıklarıyla, arkadaşlarıyla konuşup görüşelim demeye başladı; spor salonuna yazıldı; İzmirli arkadaşıyla haftasonu fotoğraf gezilerine çıkma programı yaptılar vs.
Karne beklediğim gibi geldi, gerçek dersler 4, uyduruklar 5, ama ingilizce 1. Bandırma'daki ilk sınavı da çok kötü olup, babası son güne kadar naklinin gönderilmesini engellediği ve ilk notu görmedikleri için kurtaramamış hocası. Hoş ne fark eder, sonuçta nasıl bu sınıfa kadar geldiği, daha önceki orta karar notları nasıl aldığı merak edilecek kadar eksik bir İngilizcesi olduğunu anlamıştım zaten, şaşırmadım. Şimdi haftada iki gelen diğer öğretmene ilaveten, haftada bir İngilizce dersine de başlıyoruz. Ben fırsat çıktıkça yaşam standardını korumak için meslek seçiminin önemi ve bunun için gerekli okul başarısından söz ediyorum ama henüz işe yaramış değil. Karakteri ve yaklaşımının da oldukça kendine has olduğu ortada. Doğal yeteneği olan resim, müzik gibi alanlara yönlense onun için çok daha uygun olur, ama müzik kulağı yetmez, müzik aleti çalmak çok disiplinli bir eğitim işi. Resme yönlendirmek belki daha kolay, grafik tasarım gibi alanlar bilgisayar teknolojisi sayesinde uygulama alanını da genişletti...Öğretmeniyle tatil öncesi konuştuğumda en çok dağınıklığı ve sorumsuzluğu üzerine şikeyet dinledim. Bir de sınıflarında agresif, küfürbaz, "ailesi sorunlu" bir çocuk varmış, bu sene aralarına katılan, (Nemo ondan bahsetmişti, kimse sevmiyor diye), bizimkiyle karşılıklı küfürleşmişler, diğer çocuklar şikayet edip de konu öğretmene gidince kimin başlattığını da söylememişler. Böylece Nemo hayatının ilk "kimin başlattığı veya haklı olup olmaman fark etmez, sonuçta iki kişi küfürleşiyordu veya kavga ediyorlardı diye görünür dışarıdan, o yüzden sen cevap verme, kendi yoluna git" dersini aldı. Bir de arkadaş edinmediği, yalnızlığı tercih ettiği yorumunu aldım. Ders aralarında sınıfta oturup kitap okuyor veya koridorda tek başına dolaşıyormuş. Öğretmen sorduğunda "diğer çocuklar ya dışarıda futbol oynuyor, ya da koridor masa tenisi, ben ikisini de sevmiyorum" demiş; derste de nadiren konuşuyormuş, daha çok dinleyen konumundaymış. Kadına diyemedim ki, sorumluluk sahibi ve düzenli olduğum için kimsenin dikkatini çekmiyordu ama ben de öyleydim okul hayatımda... Yardımcı öğretmene bunları anlattım, Nemo'yla konuştu. O deyince daha çok işe yarıyor, ertesi gün derse katılmış, söz almış...
Nemo Şubat tatilini kabuğuna çekilmiş bir istridye halinde geçirdi; içbir şey yapmak istemedi. İlk hafta Süzmebal bizimleydi, evde bütün gün oyun oynayıp film seyrettiler. Ben bir program önerdiğimde şiddetle karşı çıktı; sinema, bilim müzesi, normalde ilgisini çeken konularda eğlenceli kurslar... hiçbiri fayda etmedi. Süzmebal gidince yerini anneanne aldı. İlişkileri bağımlılık halini alıyor diye çok endişeleniyorum. Kabuğundan çıkmaya zorladığımda da aklınca benim en çok neye üzüleceğimi düşünüyorsa ordan vurmaya çalışıyor... Bilse ki, onun mutsuz, asosyal, oyun ve filmlerden oluşan hayal dünyasında yaşaması, zorlandığı anda keşke doğmasaydım demesi beni yeterince üzüyor, başka konularda sataşmasına hiç gerek yok...
Mesela öyle bir zamanda bana "boşuna zayıflamaya çalışma, nasıl olsa geri alırsın, çünkü spor yapmıyorsun" dedi. İşten beynim uyuşmuş şekilde eve gelip, yemek yap, sofra kur, sofra kaldır, ya işe devam, ya tv karşısındaki Nemo'ya, ya kucağında laptopla oturan Shrek'e eşlik et modeli yüzünden fazla gerginim. Bir yerde yanlış yapıyorum. Geçenlerde bir Pazar, Shrek muayenehanesine kaçtığında Nemo'ya "gel deniz kenarında yürüyelim, gel Metin Oktay'a gidip masa tenisi oynayalım, ..." diye bir dolu program önerdim ama nafile...
Bu arada Şubat tatilinde Nemo'nun sünneti halloldu. Genel anestezisiz olamadı. Sonraki 45 dk bana lanet okudu, niye doğduğunda yaptırmamışız, niye dünyaya gelmiş... Neyse ki sonrasında ağrısı olmadı, ama yine de 5 gün evde gecelikle dolaştı. Klasik bir sünnet sonrası yorumu olarak eski halini daha çok sevdiğini söyledi:)

Evde bir aile üyemiz daha var artık. Çoktandır bir kedimiz olsun istiyorduk, sonunda Shrek'in kızkardeşi bu küçükhanıma bir ev arandığını haber verdi. Dün akşamüstü geldi. Evin her köşesini kokladı, her kutuya, kağıt torbaya, sepete, kanape altına, arkasına girdi çıktı, sonunda bize alıştı... Adını Paris koyduk. Hem çok zarif diye, hem de kediler p ve s harflerine daha duyarlı diye...