9.2.09

Sömestre Tatili

Bir hafta göz açıp kapayana kadar bitti. Tam gün anne ve evkadını olduğum bir hafta. Çocukların içerde oyun oynadığı, benim yemek pişirdiğim, sofra kurduğum, ortalık topladığım bir hafta...

Geçen Cumartesi yalnız döndükten sonra, Pazartesi sabahı yine feribotla Bandırma'ya gittim. Eve vardığımda babane kapyı açtı; arkasında Nemo belirdi; "hah, ben de seni bekliyordum, daha geç geleceğini söylemişlerdi ama ben erken geleceğini tahmin etmiştim" dedi. "Hadi" dedim, "çabuk git giyin, ben burada bekliyorum". Ben kapıda beklerken içeriden babanenin sesi geliyordu, "hadi boşver televizyonu, çoraplarını giy, bak annen ayakta bekliyor". Sanki iki gün önce hakaretler yağdıran o değil. Az sonra Nemo elinde ödevlerinin olduğu bir torbayla çıktı geldi. Neşeyle yola koyulduk. Cumartesi günü değil ama Pazar günü Uludağ'a gitmişler babasıyla; üç saat karda oynamış, kızakla kaymış, sabah kalkınca çok hapşırmış. "İnşallah dönene kadar geçer; yoksa beni hasta ettiniz diye kızarlar" dedi.

Sabah kahvaltı etmeden yola çıktığı için öğlen yolda acıktı. Ben de kaç zamandır tabelasını görüp denemek için fırsat kolladığım Hinkal'a girdim. Yalova'yı geçtikten sonra, Özdilek'in oradan deniz tarafına girip Özdilek'in arkasına dolanıyorsunuz; Dağıstan mantısı yapan küçük temiz bir yer. İri iri, iç harcı önceden kavrulmuş bir tür mantı hinkal. Pişmeden dondurulmuş olarak da satıyorlar. Nemo'nun da hoşuna gitti, tabağını neredeyse bitirdi.

Yolda Süzmebal evde mi, ne zaman gelecek diye sormaya başladı. Telefonla arayalım, ben de konuşmak istiyorum diye ısrar bile etti. Eve gidince aradık da nitekim. Daha doğrusu ben çevirip ona verdim. Süzmebal Salı günü geleceğini söyledi; ertesi gün yani.

O akşamı aldığım Bohrok'lar (Lego Bionicle serilerinden) ve Bionicle Hero Wii oyunu ile oynayarak geçirdi; beraber Wall-e'yi seyrettik. İyice geç olduğunda ancak yatırabildim. Ertesi sabah Shrek'in erken kalkıp işe gideceğini, ama bizim daha geç kalkıp uykumuzu alabileceğimizi söylemiştim. Sabah 7'de Shrek'in başucunda "hadi saat 7 oldu, işe geç kalacaksın" diye sesleniyordu.

Salı akşamı yeğenimle kocası yemeğe geldiler. Annem öğlenden gelmişti zaten. Akşam gelirken Shrek Süzmebal'ı da getirdi. Büyük ve normal bir aile gibiydik. Yeğenim İzmir'de büyüdü, sever diye bloglardan bulduğum bir tarifle şambali yaptım. Yeğenimle kocası aslına benzemediğini, ama güzel olduğunu söyleyerek ikişer parça yedi; Nemo da tatlı sevmem dedi ama bir parça yedi; tatlıya bayılan Süzmebal ise iki çatal alıp bıraktı. Tepsinin kalanını da sonraki günlerde yavaş yavaş ben bitirdim; bir daha yapacağımı hiç sanmıyorum.

Çarşamba bütün gün çocuklar birlikte oynadılar. Bir ara onları sitenin bahçesinde biraz hava almaya razı ettim. Onlar oyalanırken gidip lastikçide iki top şişirttim. Futbol sahasında pozisyon aldılar ama Nemo'nun hiç koşası yok; Süzmebal kendi kendine gol atıp duruyor. Ben Nemo'yla bir takım, Süzmebal karşı takım oldu. Süzmebal da bu fikri destekledi; yeter ki oyun olsun. Skoru 6-3'e getirdim ama ciğerlerim dışarı fırlayacaktı. Havuz kenarındaki kafeteryada oturup birşeyler yediler; sonra ağaçların altında epey oynadılar. Nemo hayali kahramanları savaştırdığı oyunları seviyor; Süzmebal da öyle uyumlu ki, birlikte oynamak uğruna ayak uyduruyor.

Perşembe Shrek Süzmebal'ı babaannesine götürdü; biz de annemi de alarak dışarı çıktık. Ümraniye Carrefour'un içindeki oyun merkezinde Nemo kurtlarını dökerken ben de ona birkaç giysi aldım. Geçen yıl aldıklarım çoktan küçülmüş. Zaten 13-14 yaş kıyafetleri ancak oluyor. Sadece boyu çok uzamakla kalmamış, biraz da fazla kilosu var. Geçen sefer geldiğinde beli eşofman gibi bir kot pantolon almıştım. Bu kez de haki bir kanvas pantolon, bir beyaz tişört, bir haki uzun kollu penye, bir bej safari gömlek, pijama niyetine de ince bir penye takım aldım. Çocuğu üstünde bol siyah bir Beşiktaş eşofman altı, lacivert bir polar üst ve üç numara büyük bordo bir eşofman üstüyle göndermişler zaten... "Bu sana çok büyük, yoksa babanın mı?" dediğimde bana "babam benim rapçi olmamı istiyormuş" dedi.

Cuma günü çocukları Maslak'taki Atlı Spor Kulübü'ne götürdük. Nemo okuluyla binicilik kursuna gidiyor zaten. Seviyorsa burada da yapabileceğini bilsin istedim galiba. Süzmebal zaten dünden razı; o hayvanlarla yapılan herşeyi çok seviyor. Ama evdeki hesap çarşıya uymadı; program Nemo'nun hoşuna gitmedi. Tımar bölümünde suratını astı, "at çiftliğine gideceğiz deyince atları temizlemeye gideceğinizi düşünmemiştim" dedi. Binicilik dersi başlayınca da keyfi yerine gelmedi. Hocaları ona oldukça iltifat etti, öğleden sonraki derste sana dizgin tutturacağım filan dedi ama işe yaramadı. Dört çocuktan ibaret grubu öğle yemeğine aldılar, ama bizimkiler 10'da kahvaltıdan kalktığı için orada da pe keyif almadılar. Yemekten sonraki aktivite saatinde elişi projeleri yaptırıyorlarmış ki, benimki çıktı geldi, "bebeklere uygun burası, maske yaptırıyorlar; bütün gün burada mı kalacağız, biz bir saat ata binip, sonra biraz konuşup dönüyorduk; zaten binicilik dersi de çok hızlı ilerledi, biz her seferinde bir şey öğrenirdik, böyle tek derste hem "adeta", hem "adi adeta" öğretilir mi, bunlar öğleden sonra "dörtnala" da öğretirler şimdi; hem her adımda popo kaldırılmaz ki, Fransızlar yapar öyle, biz Fransız mıyız?" diye içini döktü. Yok, ne yaptıysam keyfini yerine getirip öğleden sonraki derse katılmasını sağlayamadım; 2'de Süzmebal ikinci ata binme seansından çıkınca eve döndük. Dönüşe geçince Nemo'nun keyfi de düzeldi. Evde yine oyuna daldılar.

Bütün haftayı anne ve evkadını rolüyle geçirince her sabah çocuklara değişik kahvaltılar hazırladım; bir gün patatesli omlet, bir gün krep, bir gün muzlu ekmek yaptım... Nemo muzlu ekmekten bir lokma aldığında "anne, ne yaptın sen böyle? bu yediğim en güzel ekmek!" diyerek beni mest etti. Onun dışında fazla abur cubur, hamur işi, tatlı filan yapmadım. Zaten tombiş tombiş yapmışlar benim oğlumu. Benim tek aşırılığım her akşam film karşısında koca bir kase patlamış mısır vermek oldu.

Nemo geçen sefer geldiğinde Shrek'e "Shrek" diye hitap ederken bu kez "Shrek Abi"ye döndü. SÜzmebal'la zaten çok iyi anlaşıyorlar. Bazen bakıyorum Süzmebal kendi odasında bilgisayar oyunu başında, Nemo kendi odasında yeni bir savaş sahnesi kuruyor; sonra bir bakıyorum birlikte oynamaya başlamışlar; sonra biri Wii ile oynuyor, diğeri onu seyrediyor, sonra değişiyorlar; hiç rekabete girmeden büyük bir nezaketle oynuyorlar, paylaşıyorlar.

Cuma akşamı, Cumartesi'nin yarısı ve Pazar yola çıkana kadar Nemo'nun ödevleri yaptık birlikte. Öyle de çok ödev vermişler ki... Pazar akşamüstü feribotta ancak bitirdik.


Son günü anlatmak istemiyorum aslında. Bir hafta beraber geçirince biraz doyarız zannettiydim, oysa ayrılık çok daha zor geliyor. Ben bile akşamları durup durup ağlıyorsam o kimbilir ne haldedir. Feribot sırasındayken babası aradı. "Neredesiniz? 2'den beri sizi bekliyorum" diye bağrındı. Salak! Normal haftasonu iznimiz 2'ye kadar, sömestre iznimiz akşam 8'de bitiyor. "Sen oğlunla ilgili herşeyi başkalarına soruyorsun zaten. Bu çocuğu okula nasıl hazırlayacağız şimdi? Ne zaman konsantre olacak? Ne zaman banyo yapacak?" Banyo yaptı bu sabah. "Zaten her oradan geldiğinde gözleri dalıp gidiyor, iki günde kendine geliyor!" E çok normal, çünkü orada değil, burada, benim yanımda kalması lazım. "Shrek'in oğlu nerede şimdi?" Annesinin yanında. "Bak gördün mü? Düzenine girecek, okula hazırlanacak, tatil havasından çıkacak, doğrusu bu" Benim oğlum da şimdi annesinin yanında, olması gerektiği gibi. Yanlış olan onu getirip başka bir şehre, babanesinin yanına bırakmak. Konu buralarda kalmadı tabii, benim yuva yıkan kötü kadın olduğumdan girdi, hukuk yoluyla veya haklılığımı ispat etmeye çalışarak bir yere varamayacağımdan çıktı.

Sonra götürüp bıraktım kuzumu.

1.2.09

Sömestre Tatilinin 2. Haftası

Başından uyarıyorum, ben artık olayları mağdur anne gibi değil hukukçu çırağı gibi anlatmaya başladım. Hani Amerikan filmlerinde olur; haksızlığa uğramış mağdur, hapiste hukuk kitapları devirir, kendini savunur ve dışarı çıkar, sonra da yeniden okula dönüp avukat olur filan... hani neredeyse o psikolojiye girmek üzereyim.
Niye yine alev aldığımın hikayesi aşağıda.
Davamız Yargıtay'dan dönüp yeniden görülmeye başlandığında, yeni hakim ilk celsede anneyle çocuğun kişisel ilişkisi için tedbir kararı vermiş ve şu ifadeyi kullanmıştı:
.... her ayın 1. ve 3. haftasonları Cuma günü saat 20.00'den Pazar saat 14.00'e kadar, Dini bayramların 2.günü saat 9.00'dan, son gün saat 20.00'ye kadar, sömestre tatilinin 2.haftası aynı saatlerde olmak üzere...
Sömestre tatilinin 2.haftası yeterince açık bir ifade olmadığından geçen hafta avukatım gidip hakimle görüşmek istedi, ancak hakim "ben kararda yazdım, daha ne soruyorsunuz" diye terslemiş. Bunun üzerine icra dairesinden Erdek'e talimat istemiş. İcra müdürlüğünün yazdığı talimatta açık açık "31 Ocak Cumartesi saat 9.00'dan sömestre tatilinin son günü saat 20.00'ye kadar" şeklinde yeralıyor; demek ki ikinci hafta Cumartesi başlıyormuş.
Cumartesi sabahı 5.30'da kalkıp annemi alarak 7.00'deki Bandırma feribotuna bindim. 9.20 gibi Erdek İcra Müdürlüğündeydik. Bu yılın başından beri bizimle çocuk teslimine gelen icra memuru izinli olduğu için bu kez adliyede icra müdürü hanım ile buluştuk. Yanında yılın başından beri her teslimde bizimle gelen kocası vardı. Erdek'te pedagog olmadığı için bir eğitimci bizimle geliyor, okulda rehber öğretmen; iyi niyetli, medeni tavırlı biri. Müdür'anım haftaiçinde babayla görüştüğünü, çocuğun iyiliği için ikna etmeye çalıştığını, icraya karşı gelmenin cezasını anlattığını, ancak babanın sabitfikirli olduğunu "ben tabii sizleri tanımam ama..." diye ekleyerek anlattı.
Kalkıp hep beraber evlerine gittik, Mammut'un arabasını kapıda görünce heveslendim doğrusu. Kapıyı çaldık, Mammut açtı, "tatilin ikinci haftası bugün değil, Pazartesi; bana öyle dedilerdi; biz Uludağ programı yaptıydık, 1 saat sonra çıkacaktık, siz nasıl bugün gelirsiniz" diye söylendi durdu. Müdür'anım "ben talimatı uygularım, burada böyle yazıyor, istiyorsanız İstanbul'daki icra dairesine müracaat edin" dedi ama Mammut aynı şeyi tekrarlamaya devam etti. Babane kapıya gelip bana "kızım müsaade et de programlarını yapsınlar, sen pazartesi alırsın" dedi, ama ben kısaca "yok, kusura bakmayın, olmaz" dedim. Bu sefer kapı kapandı, Mammut avukatıyla konuşuyor gibi yaptı, artık doğruysa... Bu arada babanenin sesi geliyordu içerden "bunlar köpek gibi insanlar, illa zıtlaşacak" diye bağrınıyordu. Müdür'anım bana dönüp "siz aldırmayın, duymazlıktan gelin" dedi, "ben alıştım zaten, anne-oğul birbirinden deli, onların sözüne bakacak değilim" dedim. Sonra kapı açıldı, Mammut yine "bana ikinci hafta Pazartesi başlar diyorlar, siz nasıl böyle bir yazıyla geldiniz ki" diye bozuk plak misali tekrarlıyor. Müdür'anım bana dönüp "o zaman çare yok, Savcılığa gideceksiniz" dedi bir ara. Sonra "bir yolumuz daha var, çocuğun fikrini soralım, kanunda yeri var, yanımızda pedagog veya eğitimci olmasının anlamı bu zaten" dedi. Eğitimci kocası "ben çocukla konuşayım" diyerek içeri girdi. Birkaç dakika sonra çıktığında "çocuk haftasonu babamla Uludağ'a gideyim, annem beni Pazar akşamı alsın diyor" dedi. Mammut da "Pazar akşamı yorgun olur, saat ayarlayamayız, Pazartesi sabahı alsın; belgeye filan gerek yok, gelsin alsın işte" dedi. Ben de "ben talimat alır gelirim, şimdi böyle diyor, siz de normal insanlar olarak inanıyorsunuz, ama garanti edebiliyor musunuz?" dedim. Mammut yine "bakın görüyor musunuz, hiç gerek olmadığı halde icrayla geleceğim diyor" deyince ben "iyi o zaman Pazartesi sabahı sen getir, getirmezsen ben talimatla gelirim" dedim, ona da yok dedi. Pazartesi sabahı gelirim, çocuk babasının korkusundan böyle diyor dediğim tutanağa geçti. Ayrılmadan önce Müdür'anım Mammut'a "hadi çocuğu çağırın da bir annesiyle görüşsün" dedi. Mammut'tan cevap "yok, gerek yok"... Bu replikler iki kez daha tekrarlandıktan sonra Mammut isteksizce içeri gitti, Nemo'yla geldi. Nemo başı önünde, kapının eşiğinde durdu. Ben ona sarıldım, saçlarından öptüm; baktım baş iyice gömüldü, eğilip yüzüne baktım, bir elimle yanağından tutarak diğer yanağından öptüm; yanakları sıcacıktı. Yüzünü kaldırıp bakmadı. Bunlar olurken ben "merhaba tatlım, nasıl benim güzel oğlum" filan dedim ama sesini çıkarmıyordu; "karne nasıl bakalım?" deyince "hepsi pekiyi" dedi. Ben de bir kez daha öpüp "haftasonu Uludağ'da güzel güzel eğlen, olur mu?" dedim "peki" dedi. "Ama dikkat et kendine kayarken" dedim, "peki" dedi. "Tamam benim güzel oğlum, hadi sen oyununa git" dedim ve ayrıldık.
Tutanağın kopyasını almak için adliyede buluştuk yine. Öğretmen "o durumda hangi çocuk olsa böyle derdi; ben önce, babanla Uludağ'a gitmek istiyor musun diye sordum, o evet deyince, bak annen gelmiş, onunla gitmek istemez misin dedim, çocuk da pazar akşamı alsın beni dedi" diye anlattı. Müdür'anım da "sizi boş göndermek istemezdim ama ancak bu kadarını yapabildim; neyseki pazartesi verir artık" gibi birşeyler dedi.
Dönüş yolumuzda bu saatlerde ne Bandırma-Yenikapı, ne Mudanya-Yenikapı, ne de Yalova-Yenikapı feribotları olmadığı için biz kös kös Topçular'a kadar gidip Eskihisar'a geçtik. O kafayla bir de ceza yedim, meğer 140'la gidiyormuşum. Oradan Kadıköy'e geçip avukatın ofisine uğrayıp tutanağın kopyasını bıraktım ki pazartesi sabahı Sultanahmet'e gidip yeni talimat alabilsinler. Ben yine 7.00'deki feribotla geçerim, talimatı alıp Erdek adliyesine faxlarlar diye anlaştık.
* * * * *
Buraya kadar hikayeyi mümkün olduğunca yorum katmadan anlattım. Zaten yaşarken de böyle yaşadım hikayeyi, fazla duygu katmaksızın, fazla tepki vermeksizin. Sonra yavaş yavaş oturdu içime.
Kadın orada "pekala, vermiyorsanız o şekilde tutanağa geçiriyorum" dese, tıpış tıpış verecek. Salt orada sorun çıkmasın diye, veya haftaiçi görüştüklerinde Mammut kendine acındırdığı için, inisiyatif kullandı Müdür'anım.
Eve gelince internette biraz araştırdım; "çocuk tesliminde uzman kişinin görüşü esas alınır; gerek BM çocuk hakları sözleşmesi gerekse Avrupa sözleşmelerinde ki Türkiye anılan iki anlaşmaya da taraftır her zaman çocuğun yüksek yararı göz önünde bulundurulur hükümleri yer almaktadır. dolayısıyla bilirkişi mesleki deneyimiyle eğer o an için çocuğun tesliminin onun faydasına olmayacağı kanaatine varırsa bu darum zorla infaz edilebilecek bir husus değildir" diyenler var, ancak burada verilen örnekler, ebeveynin muhalefet etmediği, çocuğun diğer ebeveyne gitmek istemediği durumlar; ya çok küçük yaşta olup annesinden ayrılıp babasına gitmemek için ağlayan çocuklar, ya da 15'ine gelmiş, yani aklı başında, baskı altında kalma ihtimali düşük çocuklar.
Gerçekten gitmek istemeyen çocuklar sözkonusu olduğunda bile aslında icra işleminin yapılması gerektiği yönünde Yargıtay kararı da varmış.
Bunu destekler şekilde şöyle diyen de var: "Çocuk yanında bulunduğu kişinin psikolojik baskısı altında olacaktır ve bu baskı sonucu da karşı tarafla görüşmek istemeyebilir. Bu sebeple veya başka bir sebeple görüşmek istememesi görüşmenin yapılmamasının kendisi için daha iyi olduğu anlamına gelmez. "
Yani oradaki pedagogun görevi, çocuğun yüksek faydasının ne olduğunu anlamak ve çocuğu bu yönde ikna etmek; yoksa vermek istemeyen babanın baskısına alet olmak değil!
Olan bizim iki günümüze oldu. Ben eşekbaşıyım ya, iki gün sonra bir daha gidiveririm Erdek'e, onların programı bozulmasın yeter ki. Nasıl olsa oğlumla olmak için bir hafta izin aldıydım, aman onların programı bozulmasın...
Nemo bu sefer gelemediğinin üzüntüsünün üstüne, gelememesinin sorumluluğunu da yüklenmiş oldu. Hatta böyle dediği için benim üzülmüş olacağımı düşünüp, beni üzmüş olmanın suçluluğunu da duyuyor olabilir.

Yok, yazmak iyi gelir dedim ama kızgınlığım geçmiyor!