Gecen haftasonu Shrek Çarşambadan itibaren yurtdışında bir seminerdeydi; Cuma akşamı annem Nemo'yu görmeye bize gidince akşam programı olarak çıkan iş yemeğine katıldım ben de. Eve 11 gibi gidince de annem bizde kaldı. Cumartesi sabahı Nemo'yu babası aldı; ben de annemle ilgilendim, önce kendi kuaförüme, sonra Ikea'ya götürdüm. Öyle yorulmuşumki erkenden, TV karşısında uyuyakalmışım.
Pazar sabahı Sarıyer sırtlarında oturan bir arkadaşımla (yine liseden) kahvaltı programı yaptık. Garipçe'de arabayı park edecek yer bile olmadığından (meğer bir hafta önce bir gazetenin haftasonu ekinde çıkmışlar, herhalde o yüzden İstanbullu istilasına uğramışlar) biz de arkadaşımın bildiği, Demirciköy'de salaş-sosyetik bir yere gittik; deniz kenarında olmak öyle güzeldi ki aşırı kalabalığı, vasat servisi, otoparka çevirdikleri çayırda çamura saplandığımda bir el atmak için yarım saat bekletmeleri bile aldığım zevki gölgeleyemedi.
Cumartesi sabahı Nemo'yu babası sabah arayıp "kaçta alayım" dediğinde telefonu Nemo'ya verdim, 10.30 diye konuştular; "ne zaman bırakacakmış?" dedim, Nemo'ya Pazar akşamüstü dedi. Sonra da 10.30'da geldi, sitenin giriş kapısına çıkardım, 5 m uzaktan bıraktım, sarılarak selamlaşıp gittiler. İcraya gerek bırakmadan verdim diye Shrek'in kızgınlığı ve daha önce bana kızıp da çözemeden geçiştirdiğimiz tüm diğer konular da su üstüne çıkmış, cep telefonu mesajlarıyla dışa vurulmuştu; o yüzden kız arkadaşlarla hayat, erkekler ve ilişkiler üzerine konuşmak da fena gelmedi. O an çok özel ve önemli gelen şeyler, benzer kaderleri paylaşanlarca önemsizleştirilir ya...
Oğlan pazar akşamı 21.30'da, Shrek Pazar sabaha karşı geldiler ve eski rutinimize döndük.
Nemo babasıyla Bandırma'ya gitmiş, Tatlısu'daymışlar, kumsalda güreşmişler, elinde deniz kabukları, manyak diye bir derginin eski sayıları, akşam 9.30'da geldi bizimki. Baktım cinsel içeriği çok fazla, hiç yaşına uygun olmayan şeyler, Nemo yattıktan sonra attım gitti. Aklı sıra gözü açık çocuk yetiştirecek...
Pazarı çoluksuz çocuksuz geçirmek ve görüşmek üzere arayacak tek bir arkadaşımın olduğunu fark etmek (evli-çocuksuz ve kocasını evde bırakıp çıkan tek arkadaşım demek daha doğru aslında) bendeki yalnızlık korkusunu depreştirmiş olsa gerek ki facebook'ta davet gönderen, lisedeyken yüz aşinalığı düzeyindeki birkaç tanıdığa cevap verip sohbet başlattım. İlk başta bir heves sanal sohbete başlanan, sonra araşıp görüşmeden sönüp giden arkadaşlıklardan olmaması için zaman ayırmak lazım... Biri yelken yapıyor -ilk evliliğimin spor dalı-, diğeri erken emekli bir Almanca öğretmeni, hem de 10 yaşında oğlu var...
İşte böyle geçti haftasonu. Bu hafta iş yine yoğun ama hiç olmazsa gece evde devam etmeyi gerektirecek kadar değil... Bu haftasonu da ana-oğul başbaşa geçireceğiz; Shrek İzmir'de olacak, haliyle Süzmebal da gelmeyecek. Haftaiçinin "ödevin var mı - sınav nasıl geçti - özel hoca geldi - özel hoca gitti - yemek hazır - oyuncaklarını topla - yatma vakti" rutininden çıkmak için iyi fırsat...
* * *
Bunları yazmışım geçen haftanın başında. Toparlayıp yayınlayacak fırsat olmadı. Bu haftasonu için program yapmaya çalışıyordum bir yandan da ama Cuma akşamı Nemo elinde bir doğumgünü davetiyesi ile geldi; böylece Cumartesi'nin esas programı 13.00'teki bowling partisi oldu. Annelerle sohbet etmek benim de hoşuma gitti doğrusu, bırakıp sonra almaya gidebilirdim yoksa.
Partiden sonra aynı binadaki sinemaya gidelim diye konuştu çocuklar, ama tabii kimi "bilsem eşimle gelirdim" dedi, kimi "kardeşi yanımızda olmasa belki" dedi, sonuçta çocuklar 16.00 gibi dağıldı. Biz biraz kitapçı, pet shop, oyuncakçı gezdik, oturup bir şeyler içtik, "Eyvah Eyvah"a girdik. Komedi Türk filmleri normalde benim aklıma bile gelmez ama çocuklar gidelim dediğinde diğer anneler çok iyi olduğuna dair yorumlardan bahsedip kendilerinin de gitmek istediklerini söyledikleri için biraz da meraklandım. Gerçekten de çok hoşuma gitti. Çanakkale Geyikli'de başlayıp İstanbul'da süren bir hikaye. Ata Demirer ve Demet Akbağ elbette çok iyiler. Her şişman komedyenin Recep İvedik gibi kaba bir ayı değil, tam tersine, saf, duygulu bir müzisyen de olabileceğini gösteriyor ayrıca. Bazı yerlerinde gerçektenm çok güldüm. Hele Nemo bir ara katılacak zannettim. Bir kısmını da koluma girip başını omzuma dayayarak seyretti.
Nemo bir yandan çocuksu, iyi niyetli, dobra, bir diğer yanıyla da kurnazlık yapmaya meyilli. Cumartesi-Pazar benim uyumamı bekleyip 01.00'deki Family Guy'ı seyretmek üzere kalkmaya çalışıyor mesela. Ben de çalar saatini alıp öyle yatırdım, nedenini sorduğunda da "benim uyumamı bekleyip kalkmayasın veya sabah 6'da uyanıp tv seyretmeye kalkmayasın diye" dedim. Beni kandıramadığını görürse vaz mı geçer, yoksa yeni yollar mı dener acaba?
Cuma günü müdür yardımcısı arayıp okula çağırdı. Nemo'nun bir Türk, bir yabancı İngilizce öğretmeni var. Yabancı öğretmenin dersinde kendilerini, o günlerini anlatan bir mektup yazmaları gerekiyormuş. Benimki kırık dökük bir İngilizceyle o günkü İngilizce dersinin aptalca ve sıkıcı olduğunu yazıp Türk öğretmen için gayet argo ve kötü bir şey yazmış. Yanında oturan kız bunu görüp öğretmene söylemiş. Öğretmen sınıf öğretmenine ve müdür yardımcısına söylemiş. Bu arada hakaretin gerçek hedefi öğretmen de olayı çocuklardan duymuş. Yabancı öğretmen haftasonu diğer öğretmene bir özür mektubu yazmasını istemiş. Sınıf öğretmeni konuştuğunda da Nemo hiç pişman görünmüyormuş, "bu kadar büyütecek ne var ki" tavrındaymış. Aslında 5.sınıflarda disiplin kurulu olmamasına rağmen bir mizansen kurup disiplin kuruluna çıktı gibi yapacaklar, ceza vereceklermiş. Okulda bir saat fazla kalıp öğretmenlere niye saygı göstermeliyiz konulu kompozisyon yazmak gibi bir şey olurmuş. Orada konuşurken destekledim bu fikri. Genetik altyapıda bulunan olayları sadece kendi bakış açısından görme, sevmediğine aklına eseni yapma, sonucunun olacağını hiç anlamama, hatta yaptığıyla karşılığında gelen tepki arasındaki ilişkiyi görememe gibi olgular ortaya çıkıyor diye korktum. Sonra Cumartesi diğer annelerle konuştuk; onlar pek o kadar ciddiye almadılar. "Ne var, çocuk duygularını ifade etmiş" dediler hatta. Öğretmeni onlar da biraz sert ve sevimsiz buluyorlarmış. "Geçen seneki olsa çok farklı olurdu, bütün sınıfa İngilizceyi sevdirdi" dediler. Benim de aklım karıştı. Yoksa ben otoriteye boyun eğip öğretmenlerin aşırı tepkisini sahiplenmiş mi oldum? Cuma akşam eve gittiğimde Nemo'yla konuştum tabii. "Bana anlatacak bir şeyin var mı?" diye başladım lafa. Tabii hemen anladı bildiğimi. Bana çok "farkında" cevaplar verdi, okuldaki gibi "hiç de pişman olmamış" tavrı yoktu. Hemen, sıcağı sıcağına özür mektubunu yazmaya gönderdim. Öfledi pöfledi ama odasına kapanıp 5-6 cümlelik bir mektup yazıp çıktı. Özür dilemeyi öğretmek lazım... Özellikle de erkeklere.
Pazar sabahı Sarıyer sırtlarında oturan bir arkadaşımla (yine liseden) kahvaltı programı yaptık. Garipçe'de arabayı park edecek yer bile olmadığından (meğer bir hafta önce bir gazetenin haftasonu ekinde çıkmışlar, herhalde o yüzden İstanbullu istilasına uğramışlar) biz de arkadaşımın bildiği, Demirciköy'de salaş-sosyetik bir yere gittik; deniz kenarında olmak öyle güzeldi ki aşırı kalabalığı, vasat servisi, otoparka çevirdikleri çayırda çamura saplandığımda bir el atmak için yarım saat bekletmeleri bile aldığım zevki gölgeleyemedi.
Cumartesi sabahı Nemo'yu babası sabah arayıp "kaçta alayım" dediğinde telefonu Nemo'ya verdim, 10.30 diye konuştular; "ne zaman bırakacakmış?" dedim, Nemo'ya Pazar akşamüstü dedi. Sonra da 10.30'da geldi, sitenin giriş kapısına çıkardım, 5 m uzaktan bıraktım, sarılarak selamlaşıp gittiler. İcraya gerek bırakmadan verdim diye Shrek'in kızgınlığı ve daha önce bana kızıp da çözemeden geçiştirdiğimiz tüm diğer konular da su üstüne çıkmış, cep telefonu mesajlarıyla dışa vurulmuştu; o yüzden kız arkadaşlarla hayat, erkekler ve ilişkiler üzerine konuşmak da fena gelmedi. O an çok özel ve önemli gelen şeyler, benzer kaderleri paylaşanlarca önemsizleştirilir ya...
Oğlan pazar akşamı 21.30'da, Shrek Pazar sabaha karşı geldiler ve eski rutinimize döndük.
Nemo babasıyla Bandırma'ya gitmiş, Tatlısu'daymışlar, kumsalda güreşmişler, elinde deniz kabukları, manyak diye bir derginin eski sayıları, akşam 9.30'da geldi bizimki. Baktım cinsel içeriği çok fazla, hiç yaşına uygun olmayan şeyler, Nemo yattıktan sonra attım gitti. Aklı sıra gözü açık çocuk yetiştirecek...
Pazarı çoluksuz çocuksuz geçirmek ve görüşmek üzere arayacak tek bir arkadaşımın olduğunu fark etmek (evli-çocuksuz ve kocasını evde bırakıp çıkan tek arkadaşım demek daha doğru aslında) bendeki yalnızlık korkusunu depreştirmiş olsa gerek ki facebook'ta davet gönderen, lisedeyken yüz aşinalığı düzeyindeki birkaç tanıdığa cevap verip sohbet başlattım. İlk başta bir heves sanal sohbete başlanan, sonra araşıp görüşmeden sönüp giden arkadaşlıklardan olmaması için zaman ayırmak lazım... Biri yelken yapıyor -ilk evliliğimin spor dalı-, diğeri erken emekli bir Almanca öğretmeni, hem de 10 yaşında oğlu var...
İşte böyle geçti haftasonu. Bu hafta iş yine yoğun ama hiç olmazsa gece evde devam etmeyi gerektirecek kadar değil... Bu haftasonu da ana-oğul başbaşa geçireceğiz; Shrek İzmir'de olacak, haliyle Süzmebal da gelmeyecek. Haftaiçinin "ödevin var mı - sınav nasıl geçti - özel hoca geldi - özel hoca gitti - yemek hazır - oyuncaklarını topla - yatma vakti" rutininden çıkmak için iyi fırsat...
* * *
Bunları yazmışım geçen haftanın başında. Toparlayıp yayınlayacak fırsat olmadı. Bu haftasonu için program yapmaya çalışıyordum bir yandan da ama Cuma akşamı Nemo elinde bir doğumgünü davetiyesi ile geldi; böylece Cumartesi'nin esas programı 13.00'teki bowling partisi oldu. Annelerle sohbet etmek benim de hoşuma gitti doğrusu, bırakıp sonra almaya gidebilirdim yoksa.
Partiden sonra aynı binadaki sinemaya gidelim diye konuştu çocuklar, ama tabii kimi "bilsem eşimle gelirdim" dedi, kimi "kardeşi yanımızda olmasa belki" dedi, sonuçta çocuklar 16.00 gibi dağıldı. Biz biraz kitapçı, pet shop, oyuncakçı gezdik, oturup bir şeyler içtik, "Eyvah Eyvah"a girdik. Komedi Türk filmleri normalde benim aklıma bile gelmez ama çocuklar gidelim dediğinde diğer anneler çok iyi olduğuna dair yorumlardan bahsedip kendilerinin de gitmek istediklerini söyledikleri için biraz da meraklandım. Gerçekten de çok hoşuma gitti. Çanakkale Geyikli'de başlayıp İstanbul'da süren bir hikaye. Ata Demirer ve Demet Akbağ elbette çok iyiler. Her şişman komedyenin Recep İvedik gibi kaba bir ayı değil, tam tersine, saf, duygulu bir müzisyen de olabileceğini gösteriyor ayrıca. Bazı yerlerinde gerçektenm çok güldüm. Hele Nemo bir ara katılacak zannettim. Bir kısmını da koluma girip başını omzuma dayayarak seyretti.
Nemo bir yandan çocuksu, iyi niyetli, dobra, bir diğer yanıyla da kurnazlık yapmaya meyilli. Cumartesi-Pazar benim uyumamı bekleyip 01.00'deki Family Guy'ı seyretmek üzere kalkmaya çalışıyor mesela. Ben de çalar saatini alıp öyle yatırdım, nedenini sorduğunda da "benim uyumamı bekleyip kalkmayasın veya sabah 6'da uyanıp tv seyretmeye kalkmayasın diye" dedim. Beni kandıramadığını görürse vaz mı geçer, yoksa yeni yollar mı dener acaba?
Cuma günü müdür yardımcısı arayıp okula çağırdı. Nemo'nun bir Türk, bir yabancı İngilizce öğretmeni var. Yabancı öğretmenin dersinde kendilerini, o günlerini anlatan bir mektup yazmaları gerekiyormuş. Benimki kırık dökük bir İngilizceyle o günkü İngilizce dersinin aptalca ve sıkıcı olduğunu yazıp Türk öğretmen için gayet argo ve kötü bir şey yazmış. Yanında oturan kız bunu görüp öğretmene söylemiş. Öğretmen sınıf öğretmenine ve müdür yardımcısına söylemiş. Bu arada hakaretin gerçek hedefi öğretmen de olayı çocuklardan duymuş. Yabancı öğretmen haftasonu diğer öğretmene bir özür mektubu yazmasını istemiş. Sınıf öğretmeni konuştuğunda da Nemo hiç pişman görünmüyormuş, "bu kadar büyütecek ne var ki" tavrındaymış. Aslında 5.sınıflarda disiplin kurulu olmamasına rağmen bir mizansen kurup disiplin kuruluna çıktı gibi yapacaklar, ceza vereceklermiş. Okulda bir saat fazla kalıp öğretmenlere niye saygı göstermeliyiz konulu kompozisyon yazmak gibi bir şey olurmuş. Orada konuşurken destekledim bu fikri. Genetik altyapıda bulunan olayları sadece kendi bakış açısından görme, sevmediğine aklına eseni yapma, sonucunun olacağını hiç anlamama, hatta yaptığıyla karşılığında gelen tepki arasındaki ilişkiyi görememe gibi olgular ortaya çıkıyor diye korktum. Sonra Cumartesi diğer annelerle konuştuk; onlar pek o kadar ciddiye almadılar. "Ne var, çocuk duygularını ifade etmiş" dediler hatta. Öğretmeni onlar da biraz sert ve sevimsiz buluyorlarmış. "Geçen seneki olsa çok farklı olurdu, bütün sınıfa İngilizceyi sevdirdi" dediler. Benim de aklım karıştı. Yoksa ben otoriteye boyun eğip öğretmenlerin aşırı tepkisini sahiplenmiş mi oldum? Cuma akşam eve gittiğimde Nemo'yla konuştum tabii. "Bana anlatacak bir şeyin var mı?" diye başladım lafa. Tabii hemen anladı bildiğimi. Bana çok "farkında" cevaplar verdi, okuldaki gibi "hiç de pişman olmamış" tavrı yoktu. Hemen, sıcağı sıcağına özür mektubunu yazmaya gönderdim. Öfledi pöfledi ama odasına kapanıp 5-6 cümlelik bir mektup yazıp çıktı. Özür dilemeyi öğretmek lazım... Özellikle de erkeklere.
5 yorum:
Cocugun yazdigi bir yazinin bu kadar yol almasi tuhaf geldi bana. Yaziyi yazdiran ogretmen mudur yardimcilarina filan gitmeden halletmeliydi isi. Ama sen en dogrusunu dusunmussun. Hoca kaba ve sevimsiz bile olsa, kotu birsey yazilacaksa hakret seklinde degil, elestiri seklinde olmali. Ozur dilemeyi ogrenmek de guzel. :o)
Ama bir de birsey var- baska dilde birsey yazar veya konusurken bazen insan kelimelerle iletisimini kaybediyor. Yani ben bazen Ingilizce konusurken, Turkce soylemeyecegim seyleri soyledigimi frkediyorum. Sanki dilin arkasina saklaniyorum, ya da karsimdakine nasil dokuncgini hesaplamiyorum. Hakaret degil ama bazi aci dogrulari Ingilizce soylemek, bana Turkce soylemekten daha kolay geliyor. Turkce'nin sirtimdaki yuku yok.
Senin oglan da Turkce soylemeyecegi, buyuk ihtimalle oyle demek istemedigi kelimeleri Ingilizce yazivermis olabilir. Kelime haznesi eksikliginden oyle yazmis olabilir. Hatta Turkce ne demek istedigini sorsan, ayni kelimeleri kullansa, sonra bu kelime hakikaten senin o kisiye olan hislerinle bire bir ortusur mu desen, belki de hayir diyecek. Yani kadin hakikaten aptal mi? Yoksa sevimsiz mi? sIkIci mi yoksa cok mu dumduz? Kncik mi? Kancik kime derler?
Hepsine evet dediyse, soylenecek birsey yok! Cocuk kadina dememis ki, ogretmenine ozel birsey yazmis! :o)))))) O zaman o kadin da bitch yani! :oP
Bir de sunu dusundum simdi: kadin degil de erkek olsaydi ne yazardi acep?
Guzel gozlerinden operim onu!
www.elifsavas.com/blog
Elifcim,
Ana dilinde söyleyemeyeceği ağırlıkta lafları yabancı dilde kolayca söyleyivermek konusunda çok haklısın.
Üstelik daha da ağırdır aslında.
Bu bana lise 1'de bizim sınıfa Almanya'dan gelen bir arkadaşımızı hatırlattı. Diğer erkek çocuklardan duyup küfrettiğinde onun ağzında daha daağırlaşırdı küfürler. Türkler söylediğinde lafın gelişi, ağız alışkanlığı iken, o söylediğinde kelime anlamları haline gelirdi.
Nemo'nun anlamını tam bilmediği kesin. O bu lafın kötü bir şey olduğunu ve muhtemelen South Park'ta çocukların öğretmenlerine söyledikleri bir şey olduğunu biliyordur.
Halbuki "bitch" gibi davranmak nasıl da iyi hissettirir...
Ben bana "bitch" denecek bir karaktere sahip olmayı çok isterdim mesela.
Sevgilerimle...
Çok uç ama sanki bir problem olduğunda onun arkasında durup durmadığınızı kontrol ediyor olabilir..
Okula karşı hep onun yanında olun bence,özür diletin ama diğer velilerin hoca hakkında söylediklerini ona da iletseniz iyi olur gibi..Siz bir ekipsiniz :) bence bunu hissetmeli.Yani siz bunu (sorunu önce)okul yerine ondan duymalısınız, normali bu.
Yani evet böyle bir durumda özür dilemelisin ama o hoca da zaten böyle biriymiş gibi.
Ona kıyamıyorum(bana ne oluyorsa) bence sizi deniyor..
Bagdat Cafe'cigim,
Sizi basladiginizdan beri cok severek okuyorum, hemen hemen her gun takip ediyorum sitenizi.
Son zamanlarda cok yazamiyorsunuz sanirim, sizi ve yazilarinizi cok ozledik.
Sevgiler,
Naime.
Sevgili Dory,
Uzun zamandir yazilarinizi okuyamiyorum. Umarim hersey yolundadir? Hasta falan degilsinizdir?
Sevgiler-Naime
Yorum Gönder