Benim oğlum büyümüş de annesinin kucağına ancak sığarmış; yine de anneciğini kırmamak için kucağına oturup poz verirmiş. Annesi gibi çok çabuk büyümüş, yaşıtlarından en az iki yaş büyük dururmuş benim oğlum. Annesi gibi iyi öğrenciymiş hem de, iki günlüğüne İstanbul'a geldiğinde bile ödevlerini yapıverirmiş iki arada bir derede. Koca bebek, hala zıplaya zıplaya koşarmış sevindiğinde.
Kasım ortasından beri kah raporlarla, kah gidip de bulamayarak katlanan özlemimize ilaç oldu geçen haftasonu. 1 Ocak Perşembe akşamı Mammut aradı, evine götürmemen koşuluyla anneannesine bırakırım dedi. Yok dedim, söz möz vermem, onun yeri benim yanım, benim yerim evim, ne yapacağıma da karışamazsın. 1 saat sona gidip anneme bırakmıştı, ben de hemen gidip aldım, eve getirdim. Hadi eve gidiyoruz dediğimde nasıl korktuğunu, ağlamaklı bir yüzle, ya babam öğrenirse, ya bir şey yaparsa diye endişelendiğini, şimdi beni bir daha hiç getirmeyecek diye endişelendiğini bir görseniz.. Bak ben korkuyor muyum? hayır. peki en kötü ne yapabilir? bağırır, kızar.. kızsın, ne olacak? vurursa? yok canım, daha neler? ama daha önce sana vurduydu.. o çok önceydi, yıllar geçti; hem şimdi herşeyin suçunu Shrek'e atıyor nasıl olsa, ona sataşırsa da cevabını alır. Böyle diye diye biraz yatıştırdım, ama ertesi akşam babasının aradığını telefonun ekranından gördüğünde panik atak geçiriyordu neredeyse. Cuma gününü evde birlikte geçirecektik, ama annemin de babası ararsa, ben size bıraktıydım, niye orada değil derse diye korktuğunu anlayınca dışarı çıktık, uğrayıp annemi de aldık, bir alışveriş merkezine gittik, oyuncak aldık, hamburger yedik, petshop vitrinindeki kedi ve köpek yavrularına üzüldük, sonra çıkıp annemi evine bıraktık, biz de eve döndük. Tesadüfen ablamların gelip haftasonunu annemlerde geçireceği zamana rastladığı için rahattık. Nitekim Cumartesi akşamı Mammut annemi aradığında ablam konuşmuş; o gece annemin evine gittiğinde de eniştem konuşmuş. Konuşmuşlar da ne olmuş derseniz, hiç... Ama hiç olmazsa annem heyecanlanmamış, benim de aklım onda kalmamış oldu.
Cuma akşamüstü Süzmebal da geldi, birlikte oynadılar, konuştular, akşam hep beraber yemek yedik, çiftli blöflü pişti oynadık, film seyrettik. Cumartesi sabahı ablam, eniştem, kızları, onun kocası ve annem bize kahvaltıya geldi. Tesadüfen Bursa'lı bir arkadaşımız da oğluyla günübirlik gelecekti. Çocuklara sehpada kahvaltı sofrası kurdum, büyükler masaya geçti. Nemo diğer çocuklara kahvaltıda film seyredelim mi diye sordu, onlar olur dediler elbette. Ben tam "ama şimdi TV içeride, gak guk" diyecekken Nemo gidip portatif DVD oynatıcısını getirip sehpaya koydu. Kahvaltı kalabalık ve gürültülü geçti, sonrasında biraz oturup sohbet edildi, kahveler içildi, sonra da gittiler zaten. Sonradan düşündüm de, herkes sanki Nemo hep bizimleymiş, hayat tamamen normal akışındaymış gibi davranıyordu; sanki haftaya gelseler yine Nemo orada olacakmış gibi, sanki görmeyeli bir sene olmamış gibi. Belki ablamlar da bir süredir Fransa'da yaşadıkları içindir.
Cumartesinin misafirler gittikten sonraki kısmı kah oyun oynayarak, kah sohbet ederek geçti. Akşam Nemo'nun çok özlediği bir eğlence yerine gittik; yine bir oyuncakçı turu attık haliyle; sonra da eve döndük. Döndüğümüzde artık iyice ayrılacak olmanın hüznü çökmüştü üstüne, hiçbir şeye tutunamaz oldu. Biraz oyun, sonra hep beraber bir film seyredip Shrek'le Süzmebal'ı yatırdık, biz oturmaya devam ettik ama sonra ben de onun yatağının üstünde uyuyakaldım.
Pazar sabahı babasına mesaj attım, "annemden kaçta alacaksın? almayacaksan Erdek'e götüreceğim" dedim. Cevap gelmeyince yola çıktık. 11:30 gibi, biz Yalova feribotundayken "neredesiniz" diye mesaj attı, "Erdek yolundayız" dedim, "tamam" diye cevap geldi. Nemo'ya da gösterdim, bak dedim, baban seni Erdek'e götürüyor olmamdan memnun, herhalde onun da işi vardı, belki akşam arabasız gelecektir o tarafa; biz de memnunuz, çünkü yol boyunca, daha üç saat birlikte olacağız; gördün mü bak, korkmazsan herşey yoluna girer. Sonra zaman geçti, yol bitti, boynubükük ayrıldık. İcra memuru da "bu sefer üzgün gördüm Nemo'yu" diyor. E tabi geçen sefer bırakırken değil, alırken gördüydü, o zaman neşeliydi; bırakırkenki üzgün halini görmediydi ki...
Önce 15.30'daki Bandırma-Yenikapı feribotunu iki dakikayla kaçırdık. 17.30 Mudanya-Yenikapı feribotuna giderken cep telefonumla bilet almaya çalıştım. Yarım saat bir müşteri temsilcisinin açmasını bekledikten sonra bilet aldım, kredi kartı, güvenlik numarası filan verildi, 95 ytl teyid edildi, tam bankadan teyid beklenirken telefon kesildi. Mudanya'ya gittiğimde kredi kartımla alınmış bilet yok, bilet de kalmamış!@#&! Yalova'ya geldiğimde Pendik feribotu da iki dakika önce kalkmıştı; gidip Topçular'da sıraya girdim. Neyse, orada biraz sakinleştim, ne de olsa Gebze-Tarabya, sadece 1 saat filan yolum kalmıştı!Bende birşeyi yaşarken değil, sonradan çıkıyor acısı; bu hep böyle oldu.
O sırada -her neyin sırasındaysa- ya yukarıdaki dayanma gücü veriyor, ya güçlü görünmek işime geliyor, bilemiyorum artık... Sonraki bir hafta boyunca bunları yazacak gücü bile toplayamadım. Hasrete bile alışılıyor, çok neşeli olmasa da bir ritm tutturup gidiyor insan da böyle bir araya gelip çok mutlu olunca sonrasındaki çöküntü çok daha derin oluyor. Sonraki dibe vurma halini göze alıyorum elbette, yoksa sonra üzülmeyeyim diye sevinmemek, ayrılırsak üzülürüm diye aşık olmamak gibi saçma bir şey olurdu, ama aynısını oğlumun da yaşadığını düşününce kötü oluyor işte. Hem o şimdi gün sayıyordur.
Babaannesinden hiç bahsetmiyor buradayken. Konuşturmak için "babaannenin hangi özelliği farklı olsun isterdin?" dedim; düşündü taşındı bulamadı. "Peki, mesela sana yemek yemen için daha az ısrar etmesi olabilir mi?" dedim; "hah, nereden de bildin" dedi. "Başka?" dedim, "bir de seni bu kadar sevmememi istiyor" dedi...
Shrek'in de canı sıkkın bu aralar. Süzmebal'ın okul halleri, babasının söylediklerini umursamaz halleri; üstüne bir de bu haftaki gözaltı dalgasının içinde bir tanıdığın yer alması, gelecek endişesini iyice arttırdı. Başım sersem gibi, hep yorgun dolaşıyorum diyordu, bir de baktık tansiyonu 17/11! Dün akşam normale indi, ama bu sefer de sol tarafında uyuşma hissetmeye başladı. Sabah önce nörolog bir arkadaşıyla konuştu, sonra gidip mr çektirdik, bir şey yokmuş allahtan, ama artık bu kadar stresi ve hareketsiz yaşantıyı kaldıramayacak yaşta olduğumuzu bir kez daha idrak ettik. Bundan böyle her gün yarım saat yürüyüş bandı! Gıdamız zaten temelde sağlıklı ama yılbaşındaki gibi Gaziantep'ten hediye de gelse bir tepsi baklavayı yemeyeceğiz, hemen bir yere verip kurtulacağız diye diye dolanıyoruz.
11 yorum:
Ya cok uzuluyorum durumunuza, ne zaman oglunuza kavusacaksiniz diye bekliyorum. Benim de bir oglum var da ordan biliyorum. Cok cok guclu oldugunuz bilin, herkes bu kadar direncli olamazdi... En kisa zamanda guzel haberlerinizi okumak dilegiyle,
Meltem/ABD
Dory yazıyı okumadan önce uzun uzun resminize baktım Nemo büyümüş cidden de,onun korkularını anlatırken oğlum geldi aklıma kocaman oldu hala korkuyor babasından, korkmaktan öte sanırım duyduklarından canı sıkılıyor o yüzden, Nemonunda aynı düşünceyi taşıdığına inanıyorum, korkmak değilşde canını sıkcak şeyleri duymayı engellemek için elindne geleni yapmak istiyor, o büyüyecek Dory, Mamut bunu ıskalıyor, büyüyecek ve mamut yaptıklarını katmer katmer ödeyecek bu sözün altına imzamı atıyorum!
-Hoş yaşanan hüzün dolu günleri kim telafi edecek dediğini de duyar gibiyim, ancak adaletin bir şekilde yerini bulacağını bilmek biraz olsa rahatlatır insanı- Eşine geçmiş olsun dileklerimi iletir en kısa zamanda kucağına istediğin zaman alabileceğin oğlunla geçireceğin uzun günler ve geceler diliyorum.
Cok guzel bir resim dorry bayildim. ikiniz de cok guzelsiniz.
Dory...
Sen benim gerçek kahramanımsın... Senaryosuz, doğaçlama bir hayat. Nemo ile ayrılık günlerinizin sonuna yaklaştığını görüyorum. Bu böyle gitmez. Bak kucağıma sığmıyor diyorsun. Yakında o seni kucaklayacak havaya kaldıracak. Ve Mammut karşısında bir cüce olarak kalacak! İşte o günler sandığın kadar uzak değil inan. Sen bile bugüne nasıl geldim bu kadar hızla diyeceksin. Bu yüzden sağlığına çok ama çok dikkat etmelisin ki Nemo'lu yeni bir hayattan daha fazla zevk alasın. Ne sen beni tanırsın; ne ben seni ama inan dualarım seninle...
Fotoğrafınızı görünce yüzüme kocaman bir gülücük oturdu birden, lakin hüzünden bozma bir gülücük oldu yaşananları okuyunca,
Geçirdiğimiz zamanları kaliteli yaşamak varken ne kadar da zor bu anları yaşamak, pek belli etmeden içimizdeki "o" rahatsız eden kıpırtıyı, bu anları yaşamaya biz neden olmasak dahi.
Bu süreç zor bir süreç ama Nemo ile ilişkinizi güzel temellere oturtma fırsatı buluyorsun Dory..
Bunun adı Polyannacılık mı bilmem ama döngünün dışından bakan ben deniz bunu görüyorum :)
sevgili dory,
ben de seni ara ara takip ediyorum. eski yazılarını da okumuştum ama anlamadığım bir nokta var. neden oğulcuğun babasında. 7 yaşına kadar annesinde olması gerekmiyor mu? ve bu durumda senin artın çok mahkeme neden babasına vermiş inan hiç anlayamadım. ama umarım bir gün özlemle beklediğin gün gerçek olur.
Sevinci bile doyasıya yaşayamıyor insan değil mi? Ben sıkıldım bu hüzünden, siz iyi sıkılmadınız okumaktan...
Aslında iki hafta geçti ve geçen haftasonu yine alabildim:) Yazacak fırsat olmadı.
Çakıltaşı,
akıl almıyor değil mi? Ben kısa bir özet vereyim sana. Mahkeme oğlumu babasına vermedi.
Biz evli değildik.
Yeni Medeni Kanuna göre anne-baba evli değilse velayet annenindir, ama boşanma olmadığı için mahkeme kararı yok.
Olmayan mahkeme kararı icraya konamıyor;
kaçırıp zorla alıkoyması Ceza Kanunu'na göre suç olmuyor.
Ben sonunda dava açıp babasıyla görüşmenin düzenleneceği bir karar verilmesini istedim; benim yanıma verilsin diye tedbir kararı istedim.
Önce velayetin annede olmasının uygun olup olmadığına karar vereceğiz, mahkeme bitene kadar olduğu yerde kalsın, annesini iki haftada bir haftasonları görsün dediler!
Nasıl hikaye ama?!
Sevgili Dory,
Klişe olacak ama umarım hak yerini kısa zamanda bulur. Senin de sıkıntıların sonlanır.
Sevgiler.
OFFFFFFFFFFF YA KAÇ SENEDİR ARA ARA GELİR UĞRARIM DEĞİŞEN BİRŞEY YOK!YUH DİYORUM YA;NE KADAR ZALİMCE.... VE NE KADAR ÇOK SEVMİŞ SİZİ BU ÖFKE ANCAK BÖYLE BİR SEBEPTEN OLABİLİR ....
YA NE DİYEYİM EN AZINDAN OĞLUNUZ OLAN BİTENİN FARKINDA VE BİRLİKTE OLDUĞUNUZ ANLARIN TADINI ÇIKARIN...
Böyle üzücü bir hikaye olmasa bile 9 ve 10 yaşlarında annemden bu şekilde ayrıldığım haftasonları yaşadım. Canım anneannemin yanındaydım, kimseden kormuyordum, ilkokul bitince annemin yanına gidecektim falan ama ah o ayrılık yok mu, o pazar akşamüstleri... otobüs garajları... İlk defa girdim sitenize, ağladım...
"Yargıya güveniyorum" diyenler bu ülkede herşeyden mi habersizdir? Bu nasıl adalet ben hiiiç anlamadım.
Yorum Gönder