Datça'nın bademi meşhur. En küçüklerinin adı sıra bademmiş; fotoğrafta görünenler ise ak badem ve nurlu badem. Bize Ogün'ün babası anlattı ve birer avuç ak badem ve nurlu badem kırıp tattırdı. En makbulü nurlu badem, durunca kararmıyor; ak badem ise kararırmış, hem de firesi çokmuş. Bademleri kavurup kuru (ama çok da kuru değil, biraz yaş) incirin içine 3-4 tane sokuşturup incirlerle birlikte tekrar fırınlıyorlar. Tam biz ayrılırken Ogün'ün annesi hazırlıyordu, kavrulmuş bademler içinde, ama henüz fırınlanmamış incirden ikram etti bize, nasıl lezzetli anlatamam. Datça'ya uğrayıp badem, fırınlanmış bademli incir, kurutulmuş domates alıp öyle çıktık yola ama aklımız Hayıtbükü'nde kaldı.
İzmir'li arkadaşlarımız Selimiye'yi öyle çok methetmişlerdi ki orayı görmeden İstanbul'a dönseydik bir başka tatili Selimiye üzerine planlayabilirdik. Bu duruma netlik kazandırmak ve tatil hayali kuracağımız zaman zihnimizde canlanacak resmi belirlemek için 2-3 günümüzü de Selimiye'ye ayırmak niyetiyle yola çıktık.
Datça-Marmaris yolunun Marmaris'e yakın bir yerinde Bozburun yol ayrımı var. Oradan sapınca önce Orhaniye, sonra Selimiye, sonra da Bozburun geliyor. O bölgede bitki örtüsü de Datça'dan çok farklı; daha sulak, daha verimli topraklar, daha yeşil, daha yüksek ağaçlar başlıyor. Güzel koyların kenarından, güzel manzaralı yamaçlardan geçip Selimiye'ye vardığımızda biraz hayal kırıklığına uğradık. Arkadaşımızın methettiği yer zaten deniz kıyısında değil -ama deniz kıyısında plajı var-, bir diğeri sevimsiz geldi; Selimiye'nin en meşhur iki tesisine baktığımızda karşımızda çim döşenmiş suni bir bahçe, İstanbullu tuzağı büyük renkli minderler, iskelenin üstünde şezlonglar ve döşeklerle karşılaştık. Deniz güzeldi Allah için, ama kaytan bıyıklı, göğsündeki plakada "servis müdürü" yazan bir adam bize doğru gelip "büyrün" deyince "biz biraz daha bakalım" deyip kaçtık. Odaların önündeki patikadan yola çıkarken bir de burnumuza tuvalet kokusu çarptı, adımlarımızı hızlandırarak arabaya kapağı attık.
Bir de Bozburun'u deneyelim dedik. Ben sandaletli seyyahın sitesinden Bozburun'daki Dolphin Pansiyon'un fotoğraflarını göstermiştim zaten Shrek'e. Selimiye'den 5 dk ilerideki Bozburun'a gelince coğrafya yine tamamen değişti. Bu kez de çıplak, boz renkli sarp kayalık dağların arasında sanki bir göl manzarası karşıladı bizi. Kayalar aynı eğimle denizin dibine doğru devam ettiği için daracık bir sahil yolunun önünde daracık ahşap setler, üstlerinde şezlonglar var; merdivenle lacivert bir denize iniliyor. Hayıtbükü gibi değil ama bu da başka güzel.
Odamızdan görünen manzara kolay kolay bulunacak cinsten değil. Böyle bir manzaraya karşı uyanmanın keyfi de bir başka... Otel sırtını dağa yaslamış, üstüste binmiş tek sıra odalardan oluşuyor, yukarı çıktıkça manzara daha da bir genişliyor, büyüyor, oda fiyatı da yavaş yavaş artıyor. Biz 2 numaralı odada kalmayı seçtik; kahvaltı dahil kişi başı 60 YTL. Ogün'de iki kişilik oda fiyatı 75 YTL'ydi ama buradaki oda çok daha iyi tabii.
Bu da Cipso... 7 sene önce Alman bir yatçı giderken Dolphin'e bırakmış. Çok cesur bir kediymiş, sokakta üç köpekle karşılaşsa köpekler yolunu değiştirirmiş. Çok asil, çok temizmiş. Balığı pişmiş değil, çiğ severmiş; hatta kendi avlarmış. Mürekkep balığını da çok severmiş; kıyıda bekler, bir pençeyle mürekkep balığını karaya atar, her taraf mürekkepten simsiyah olurmuş. Şimdi artık herhalde çok yaşlandı, ağzındaki yara bir türlü iyileşmiyormuş. Shrek ona homeopatik bir ilaç verdi; bugün daha iyi, dolaşmaya başlamış, yemeğini yemiş.
Dolphin'in sahipleri Yılmaz Bey ve eşi Hülya Hanım çok candan insanlar. Hülya Hanımın tavsiyesiyle "hemen bu tepenin arkası" diye tarif ettiği Söğüt'teki Denizkızı'na gittik. Hülya Hanım "Yemekleri çok güzeldir; herşeyi Muhammed Usta ve eşi hazırlıyor, kızıyla oğlu da servis yapıyor; mayolarınızı da alın, önü çakıldır, bir yüzüp çıkarsınız" demişti. Gerçi yol biraz daha uzundu, 20 dk'da gittik, ama 1 saat 20 dk olsa yine de değerdi...
Denizkızı, Söğüt'ün sahilinde bir restoran, üstünde odaları da var. Dar çakıl bir plajı, pırıl pırıl bir suya uzanan iki iskelesi var. Gittiğimizde saat 2.30 gibiydi; bugün de güzel bir öğle yemeği yiyelim, akşamı hafif geçiririz dedik. Buzdolabındaki zeytinyağlıların, mezelerin görüntülerinden belli ne kadar lezzetli oldukları. Şakşuka, kabak çiçeği dolması, ızgara ahtapot ve ızgara kalamar söyledik, balığa yer kalsın diye bu kadar yeter dedik. Herhalde hayatımda yediğim en lezzetli şakşukaydı. Diğerleri için de aynı şey geçerli. Domatesler bu kadar mı lezzetli olur... Porsiyonlar da çok büyük olunca balığa yer kalmadı. Temizlenmiş balığı iptal edemeyeceğimiz için akşam yemeğine de orada kalmaya karar verdik. İyiki de öyle yapmışız... Güneşi karşı kıyıda batırana kadar yüzdük ve fotoğraf çektik. Tatilimiz için mükemmel bir "son gün" oldu...
8 yorum:
Sögut'teki Denizkizini not ettim, seneye gunubirlik gidilmek uzere...
Datça bademi sahiden çok lezzetli oluyor, pazarda bulursam alıyorum.
:)
Marmaris'a gelmeden, Sedir adası sapağı değilde bir sonraki sapaktan girerseniz o yol sizi Karacasöğüt'e götürecektir. Bir dahaki tatiliniz için aklınızda bulunsun. Çok güzel ve sakin bir koydur.
İnsanın işi gücü bırakıp oralara gidesi geliyor. Sağolasın Dory!
Sevgili Dory,
Nerelerdesiniz? Umarim hersey yolundadir. Ozledik sizi...
Meltem
evlenmişsiniz tebrik ederim.
tebrik için teşekkürler
Merhaba,
Nemo'dan da haber alamiyoruz uzun suredir. Insallah guzel gelismeler oluyordur.
Yorum Gönder